hesabın var mı? giriş yap

  • en zor kisimlarindan biri, tum yaptigin yatirimlarin bir anda yok olmasi. (yatirim derken paradan puldan bahsettigimi dusunenler hemen terk etsinler bu entryi rica edicem).

    senelerce bikmadan kendini anlatirsin, yuregini acarsin. seni en cok uzmus, en mutlu etmis, en icine dokunmus olaylari havadan sudan muhabbetlerin icinde anlatirsin. aileni, arkadaslarini, kulturunu, gecmisini, kafanin icindekileri.. her seyini dokersin ortaya zamanla. anadilde kelimeler ogretirsin, sevdigin filmleri izletirsin, ulkeni ve tarihini anlatirsin. sende iz birakan kitaplardan bahsedersin, en sevdigin sehirlere, en guzel koselere goturursun. bir de bunun karsiligi vardir elbette, sevdigi her seyde ondan izler arasin. dilini ogrenmeye calisirsin, acilarini anlamaya ugrasirsin. yapacagi sakayi soylemeden bilirsin artik, goz goze gelip gulersin.

    iliski kac senelikse, o yasta bir cocugun vardir sanki. kucukken daha cok ilgi ve sabir gerektiren, buyudukce bagimsizlasip olgunlasan, laftan anlayan... kendine ait alani, oyuncaklari, fotograflari, anilari, dersleri ve notlari olan.

    her sey bittigi an, hayali cocugunu yitirirsin. (gercek hayatta evladini kaybeden insanlar aci bir gulumsemeyle okuyordur bu satirlari. asla bir karsilastirma yapmak mumkun degil elbette ama tesbihte hata olmaz...) onca senedir ustune titredigin, emek verdigin olgu bir anda yok olunca geride buyuk bir bosluk kalir. esyalarina dokunursun, anilarini dusunursun, fotograflarina bakarsin. sevgiliden cok, iliskini ozlersin. cunku iliski, sadece sevgili degildir, iki kisinin harmanlanmasiyla ortaya cikar. kendinin "o" halini ozlersin.

  • fırtına nedeniyle boğaz köprüsü'nün halatlarından birinin koptuğu, tem otoyolunun 17 saat boyunca kapalı kaldığı, hayatımda gördüğüm ve tahmin ediyorum görebileceğim en efsanevî kış idi.

    " 1987 kışı varken bunu konuşmayın " demişler.
    bilmiyoruz ki abi 1987 kışını*

    neyse, 21. yüzyılda istanbul'da bir mahallenin nasıl da 16. yüzyıla geçiş yaptığını okuyacaksınız.

    bu kış, gökgürültülü kar yağışına şahit olunup da kıyamet alameti söylentilerinin ayyuka çıktığı bir kış idi. biz zaten o dönem minibüs, otobüs gibi ulaşım araçlarının geçmediği; topluca ölsek birilerinin bir ay sonra bu durumdan haberdar olacağı bir mahallede yaşıyor olduğumuz için çok daha efsanevî olmuştu bu kış bizim için.

    babam da dahil hiç kimse günlerce işe gidememişti yoğun kar yağışı ve tipi nedeniyle.

    bu kar yağışı akşamüzeri başlamış ve neredeyse günlerce hiç durmaksızın devam etmişti. ilk sabaha uyandığımızda babamın evin önünde neredeyse benim boyum kadar olan kar yığınını temizlemeye çalıştığını hatırlıyorum. daha sonra bahçedeki tavuk kümesine kadar karı temizleyip ancak açabilmiştik kümesin kapısını.
    ancak hiçbiri dışarıya çıkamadı tabii hayvanların.

    elektrikler çoktan gitmişti tüm mahallede. mahalledeki bakkala ekmek getirilemediği için bakkalın önünde un kuyruğuna gitmiştik ve tabii ki mum.

    çocukluk arkadaşlarımla hâlâ bir arada yaşadığımız için ara sıra bu kışı kendi aramızda da konuşup yâd ederiz.

    o vakitler hepimiz yine kahvaltıdan sonra toplanmış ve ne oynayacağımızı şaşırmıştık. tipi sebebiyle yürümekte dahi zorlanıyorduk.
    mahalle kültürüyle büyümüş kişiler bileceklerdir ki çocuklukta böyle dönemlerde mahallenin en gidilmemesi gereken yerlerine gitmek gerekir. biz de öyle yapmış ve normalde ineklerin yayıldığı, mahallenin biraz dışında kalan tepeye doğru yürümeye başlamıştık ellerimizde ortadan ikiye kesilmiş bir varilin iki parçası ile.

    saatlerce tepeden aşağıya kaymıştık bu varil parçalarının içine girip.

    nihayetinde evlerimize dağıldığımızda annemin sacda ekmek pişirdiğini, babamın da anneme yardım ettiğini gördüm.

    karanlık çöktüğünde çay tabağına dikilmiş bir mum, sehpanın üzerinde yanıyor; sobanın üzerindeki güğüm fokur fokur kaynıyordu.
    perdeleri sonuna kadar açmıştık ve çay içerek dışarıdaki tipiyi izleyip bir yandan da sohbet ediyorduk.

    babam, eskiden köyde de böyle kışlar gördüklerini ama istanbul'da böylesine ilk defa şahit olduğunu anlatıyordu. o hikâyelerine hikâye kattıkça ben bir daha asla mahalleden çıkamayacağımızı falan düşünmeye başlamıştım*

    ertesi gün bütün çocuklar yine toplandık ve fark ettik ki o gece her evde aynı tarz muhabbetler dönmüştü.
    artık birbirimizi korkutmaya başlamıştık.
    yolda yürüyen her kedi, bizim için potansiyel bir cin idi.

    mahallenin abileri devasa büyüklükte bir kardan adam yapmaya başladıklarında herkes elini karın altına sokmuş ve ortaya gerçekten çok büyük bir kardan adam çıkmıştı. hatta içlerinden birisi sigara yakıp kardan adamın ağzına tutturmuştu.

    günlerce o kardan adama kimse dokunmadı. özgürlük heykeli gibi yükselmişti mahallede. gelip geçen kişilerden kimisi kardan adamın biten sigarasını yenisiyle değiştiriyordu.
    akşamları buluşma noktası olmuştu bu kardan adamın yanı.
    abiler kendi aralarında konuşuyorlar biz de biraz uzaktan onları dinliyorduk.

    " oğlum bir daha o tepeye gitmeyin ha! domuzlar, ayılar falan geliyormuş oraya " tarzı cümleleri ciddiye almıyor gibi görünsek de ertesi gün kimse tepeden aşağıya tek başına kaymaya cesaret edememişti.

    tipi, hiç susmayan bir uğultu ve yoğun kar yağışı içerisinde geçen bu günlerin ardından nihayet yolun açıldığı haberi geldi.

    sevindik mi üzüldük mü bilmiyorum ama bizim mahallede hâlâ bir efsane olarak anılır bu kış.
    kime sorsak muhakkak kendine özel bir hatırası vardır bu kışla ilgili.

  • birol güven'in pollyannavari öğüdüdür. şunu demiş:

    ''üniversite bitince iş bulacağınızı düşünmeyin. bulamayabilirisiniz.

    iş meselesini öğrencilik yıllarında çözün. öyle bir öğrencilik yılları geçirin ki mezun olunca işiniz hazır olsun.

    eğer fırsat gelirse okulu bırakıp işe girin. okulu nasıl olsa bir gün bitirirsiniz.''

    link

    birol sanırım türkiye gerçeklerinden habersiz. çocuklar duymasını 20 yıldır ülkeye kakalayabilen bir vatandaş olarak plazasında çayını yudumlarken ülkenin içinde bulunduğu durumu pek çözemiyor.

    yanına gidip iş talep ettiğinizde sizi kovacak adamlar gençlere kanaat önderi rolüne soyunuyor ya, çıldırmamak elde değil.

  • açıkçası benim anneannem hiç bir şey öğretmedi bana. kadının hayat felsefesi şu şekilde:

    ''yi, iç, sıcak tut kendini, yi, yat, bismill, yi, çay iç içini ısıt, yimek yi, sıcak tut kendini tirrik olma, bismilll, yi, yavrım, çay iç, bismill, yavrım, foksu aç, bismill...''

    anneanne ne lan öyle? modern gibi takılmalar. bildiğimiz nene bu işte.

  • adamın ünvanları şu;
    * cumhurbaşkanı başdanışmanı,
    * gençlik ve spor bakan yardımcısı,
    * vakıfbank yönetim kurulu başkan yardımcısı

    ve bunları ortaokulu diplomasi ile başardı bir de güreşerek. komedi filmi icin böyle bir senaryo yazsak "absürt komedinin de bokunu çıkarmayın" derler.

    eğer inandığınız cennet/cehennem varsa çok fena yanacaksiniz benden demesi.