hesabın var mı? giriş yap

  • az önce robben'i arayıp, beyler finalde inter'e çakıyorsunuz gözünüzü seveyim demiş. moratti ve mourinho büyük panikte!!!

  • ressamların ürünleri -tuvaller salt yeteneğin en belirgin olduğu yerler olduğu için belki- insanlarda hayranlık uyandırır. ağzınız açık bakarsınız genelde. inceler, yorumlarsınız. hayran hayran bakarsınız ama bir resim çok nadiren bizi duygulandırır, bam telimize basar, moralimizi bozar, mutsuz eder.. edebiyat ya da müzik daha çok duygulara çalışır benim için mesela.

    ama durum bu zat-ı şahanenin işlerinde değişiyor. edward hopper'ın her resmi kelimenin tam anlamıyla "vurucu".
    ister otel lobilerine götürsün bizi isterse rooms by the sea gibi günlük güneşlik deniz kenarı bir odada olalım yine de belirgin bir hüzün vardır hopper'ın eserlerinde. insanın yalnızlığını yüzüne çarpıyor. hayata bakış açısı ve nasıl bir insan olduğu, o resimlerin nasıl bir çerçeve içinde ortaya çıktığı bilindiğinde hopper'ın ne denli büyük bir sanatçı olduğu ortaya çıkıyor.

    "zamanın amerikasını değil kendimi resmettim" diyecek kadar bireyci, dönemin sanat çevresinin çoğunluğu gibi bir dönem paris'e gittiğinde (ki, şatafatlı yıllardı hopper'ın orada olduğu yıllar. çoğu sanatçı bu paris deneyimini uzun uzadıya anlatmış, biyografilerinde hep bir paris çentiği açılmıştır "paris'e xx yılında gitti. orada x'le tanıştı. y'le muhabbet etti. z'den etkilendi vsvs..) bu deneyimi;

    "kimle mi tanıştım? kimseyle. gertrude stein adını duymuştum. ama piacsso'yla ilgili bir şey duyduğumu hatırlamıyorum. geceleri kafelere gider oturur ve etrafı izlerdim. biraz da tiyatroya gittim. paris benim üzerimde harika ya da vurucu bir etki bırakmadı."

    diye anlatabilecek kadar realist ve minimal bir bakışa sahiptir.
    resimlerinde de tam olarak bunları görürüz. bunları diyen bir adamın yaptığı resimler nasıl olmalıysa öyledir. yalın mekanlar, fazla ortaya çıkmayan renkler, resmin ortasında sizinle hiçbir etkileşimde bulunmadan kendi dünyasında tek başına varolan bir karakter- insan, ağaç ya da bir ev?

    sen de kimsin? bile demez mesela hopper'ın resminin ortasında oturan, otel odasına kapıyı çalmadan girdiğimiz kadın. neden bakıyorsun? demez. kendi dışında kimse yoktur sanki dünyada. öylesine sallamaz bizi.
    en azından beni sallamıyo hiç.

  • -sneijder 3.5 yıllık sözlemesini tamamlamadan gider.
    -neye dayanarak söylüyorsunuz sergen.
    -koltuğa dayanarak.

  • büyüklerden kim kaparsa şampiyonlar liginin en büyük adayı olurmuş. ah serie a ah. sakız oldun milletin ağzına. adam sanki siirt jetpa'da oynuyor şimdi. juventus bu juventus.

  • bu adamı olcay'ın sırtına bağlama gibi bir projem var. olcay bundan daha iyi pozisyona giriyor, daha çok kosuyor lakin bitiricilik rezalet olduğu için sonunu getiremiyor. tam pozisyona girdiği zaman sirtini dönüp demba ba'ya bırakacak topu, o da golleri atacak leblebi gibi. tabi lan..

  • maçta şüphesiz ki birçok hüzünlü an vardı ama en hüzünlüsü de; şampiyonlar liginde oynayabilmek için fener'i tercih eden stoch'un; fener 3-0 gerideyken dakika 87' de oyuna girmek için beklerken, çipil çipil gözlerini kırpıştırmasıydı.

  • 2014 yılının yaz dönemi. çanakkale'de bir barda garsonluk yapıyorum. biraların, votkaların havada uçuştuğu hareketli bir cumartesi gecesi. mekan tıklım tıklım dolu.

    bir eleman geldi, tek başına. kendi halinde zararsız bir tip. hepiniz bilirsiniz; tek başına gelen erkekler pek hoş karşılanmazlar böyle mekanlarda. bu yüzden mekanın arka taraflarında bir masaya oturmasını rica ettik. adam hiç ikiletmedi, 'masa masadır' dedi, gitti oturdu. tamamen kendi halinde. söyledi birasını, içmeye başladı. ne yan masasında kimin oturduğu umrunda, ne de mekanda çalan müzikler. kulaklığını takmış, kendi kendine müzik dinliyor.

    3. biranın ortalarındayken; elemana bir şeyler oldu. oturur vaziyette dans etmeye başladı. hepimiz işi gücü bıraktık, lavuğu izliyoruz. gerdan kırmalar, omuz silkmeler, neler neler. sonra oturduğu sandalyeden ayağa kalktı, başladı moonwalk yapmaya. güzel de oynuyor piç.
    ama hiç kimseye bir zararı yok. tamamen kendi halinde.

    bizim patron rahatsız oldu.
    ''kaç kere söylemem gerekiyor evladım. şöyle kekoları mekana almayın bir daha'' diye söylenmeye başladı. ama adamın gerçekten hiç kimseye bir zararı yoktu. kendi halinde eğleniyordu, canı dans etmek istemişti ve kimseyi rahatsız etmeden canının istediği şeyi yapıyordu. ben asla yapamazdım örneğin onun yaptığını. yanlış olduğunu düşündüğümden falan da değil üstelik. utandığımdan, sadece utandığımdan. yan masadaki kız güler mi diye çekindiğimden veya elalem ne der diye düşündüğümden. ama hayatta yapamazdım. eleman dans etmeye devam ediyordu ve müthiş eğleniyordu.

    atın şu kekoyu mekandan dedi bizim yavşak patron. ''burası düğün salonu mu?''

    güvenlikler masaya gittiler ve adamı dışarı davet ettiler. adam hiç istifini bozmadı amk. yerine oturdu, kulaklığını toplayıp cebine koydu ve ''rahatsız etmek istememiştim, kusura bakmayın. hesabı alabilir miyim'' dedi.
    sakince çıkıp gitti mekandan.

    ''yavşaklar ölmez, sadece şekil değiştirir'' der ünlü bir yazar. ve o akşam kendi halinde dans eden o adama 'keko' diyen zihniyetle, dün akşam bu güzel abimize 'sığır' diyen zihniyet aynı yavşak zihniyet.

  • hani sirklerde çalan komik bi müzik vardır ya, neşeli, çocuksu bir melodidir.

    10. saniyeden sonraki kısmı daha tanıdık, şurada dinleyebilirsiniz.

    https://youtu.be/zjedlevgcfe

    işte o müzik aslında 1897’de julius fucik isimli çek bir besteci tarafından gayet ciddi bir zafer marşı olarak besteleniyor, adı da “gladyatörlerin girişi” opus 68.

    ?https://youtu.be/_qbgve198bc

    bir kaç yıl sonra başka biri tekrar düzenliyor, o versiyonun da adı “yıldırımlar ve alevler” (thunder and blazes)

    bir süre sonra nasıl ve nedense artık şaklabanlıkla özdeşleşip bugünkü haline, yani palyaço müziğine dönüşmüş.

  • deminden beridir basın toplantısını izliyorum ve gerçekten bir insan ancak bu kadar akpli gibi konuşabilir.
    "bize gelen haksız eleştirilere gülüp geçiyoruz"
    "biz türkiye'nin en iyi federasyonuyuz"
    "bakın bunlar bizim ne kadar iyi bir federasyon olduğumuzun göstergesidir"
    "ben geldiğimden beri söyle oldu böyle oldu vs"
    bu tarz konuşmalarla sürekli kendini ve federasyonu övmekte. benim bildiğim bir şey varsa kendini böyle öven kişilerin sonuç olarak kötü yönetici çıktıkları.

  • vallahi helal olsun
    sportif rezaletler bir tarafa, uzun zaman sonra yonetim hakkinda helal olsun deyip gururlanmami saglayan bir aciklamadir.

    diger kuluplerden de benzer aciklamalar gelmesini umuyorum

  • çalışan çocuksuz bir çiftin beyi olarak sıralıyorum iyi okuyun.
    aylık 120-130 kw arasında takılıyoruz.
    sürekli çalışan buzdolabı,
    her akşam ortalama 4 saat çalışan tv(hafta içi), hafta sonu daha fazla,
    ayda 8-10 kere çalışan çamaşır makinesi,
    her akşam 1 posta çaycı,
    ayda 15-20 dk çalışan mikrodalga fırın,
    yine ayda 2-3 saat çalışan ütü(iş çıkmasın diye gömlek giymeyi bıraktım amk),
    ayda 3-5 kere çalışan fırın,
    modem,şarj aletleri ıvır zıvır işte.
    tüm bunları takip etmek zor tabi, biz de takip etmiyoruz zaten ama başlığı görünce düşündüm.
    tabi daha kısa bir yolu daha var, o da sandıkları yıka yıka oy vermek.

  • adam tam sözlük formatına uygun şu başlığı (bkz: nike katar 2022 dünya kupası reklamı) açıyor tutmuyor.

    sonra dangalağın biri sözlük kurallarına uygun başlıkların yerine saçma sapan bir başlık açıyor ve tutuyor. sözlükte herkes böyle aşırı yorumlu paylaşsın artık başlıkları madem.

    iyice sosyal medya çöplüğüne benzetin burayı da. neyin ne olduğu karışsın hiç bulmayalım. nike'ın reklamını aramak istersek, böyle dangalakların açtığı alakasız başlıklar yüzünden hiç bulamayalım mesela.

    edit: başlık düzeltilmiş.

  • 40 yaşındayım.
    fenerbahçeliyim.
    fenerbahçe'nin de galatasarayın da kazandığı hem iç saha hem de deplasman maçlarından onlarcasını stadda izledim.
    stadda izleyemediğim için içimde kalan tek maç olan 6-0'lık maç da dahil olmak üzere,
    ben her iki takımdan birinin, rakibine bu denli net üstünlük kurup, yerden göğe kadar galibiyeti hak ettiği bir maç izlemedim.
    sahanın her bölgesinde, hatta saha dışındaki psiklojik savaşta dahil, bu kadar ne yaptığını bilen, planlı, programlı, tertemiz bir galibiyet görmedim.
    hani anelka'lı 4-0'lık galibiyeti izledim sahada, orada bile galatasarayın zaman zaman 3 pas yaptığı, ayaklarının yere bastığı dakikalar olmuştu.
    bu maç fenerbahçe açısından tek kelimeyle bir kepazelikti. bir hoca takımından bu kadar mı habersiz olur, bir hoca rakibine karşı bu kadar mı kibirli olur. pes.
    galatasaraylı tüm yazarları hak ettikleri galibiyetten ötürü kutlarım.