hesabın var mı? giriş yap

  • mactan önce galatasaraylı futbolcular siyah bir formayla, ellerinde çiçekler taraftara vermek niyetiyle ısınmak için sahaya cıkmıslardır. 40 bin kisi önünde galatasaray cok akıllı oynamıs yakaladığı iki pozisyonuda cok iyi değerlendirmisti. hagi su anda hâlâ leeds takımında oynayan bir siyahi oyuncunun belini kırarak hakan sükür'e öyle bir pas atmıstıki, hakan onu gol yapamasaydı yazık olurdu yani.

  • adamımız ömer üründül 'ün "4 gol atmak dışında pek birşey yapmadı" şeklindeki eleştirisine maruz kalmıştır.

    bundan sonraki maçlarda kendisine, her maç 4-5 gol atması yanında en az 2 penaltı kurtarması, sakatlanan oyuncuları tedavi etmesi ve devre arasında da tribünleri eğlendirecek şovlar yapmasını öneriyorum ki ömer abisi performansını yeterli bulsun.

  • geçen eşim tutturdu aya gidelim. peki dedim kıramadım atladık mekiğimize. normalde hep marsa gidiyoruz da benim hanım evlenmeden önce ailesiyle yazları hep aya gidermiş. neyse efendim aya indik. bir baktım her yer çekirdek. bizim hanım eğildi birkaçını topladı. dedi şimdi kafada faunus var, mekiğe dönünce yeriz. lan meğer ayçekirdeği bildiğin ay çekirdeğiymiş. yemin ediyorum aklım çıkıyordu.

  • 7 yıllık evliyim. (edit 15 yıl oldu)

    biraz uzun bir yazı olabilir. olmayadabilir.

    sevdiğim adam da ben de dinimiz, ailelerimiz, geleneğimiz, kültürümüz gereği gayriihtiyari evlendik.

    evet evet ne bir evlilik sözü geçti, ne bir hayali ne de evlilik teklifi.. biz çok sevdik. çok aşık olduk. hep birlikte yaşlanma hayalleri kurduk.
    "o zaman" dedi "aileler tanışsın", "tamam" dedim. "aileler kaynaştı, hatta öyle kaynadılar ki artık adı konsun" dedi "şu gün olsun" dedim. formaliteden siparişler verildi alınacaklar alındı. bir anda evli bulduk kendimizi.

    ilk sene aileden kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuş hissiyatı oluşuyor. öğrencilikte ailelerinden ayrı yaşayanlar bile hala* birinin/birilerinin gözetimi, sorumluluğu altındadır kim ne derse desin. artık o yok*. bildiğin uzay boşluğunda gibisin. batarsan batarsın, çıkarsan çıkarsın uçuyomuş gibi bir boşluk hissi. hatta çok severim ibo ile güllüşah filminde ibo ile nazlının filmin sonunda düğün salonunda kalmış[(bkz: bok gibi ortada kalmak)*] bi halleri vardır aynen öyle oluyor insan. buyrun buradan görebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=3tsxfplruuq

    sonra bir silkelenme, bir kendine gelme. herşeyi kendi zevkine göre şekillendirme.

    yani ölene kadar hayatını şekillendirmeye giriş a102.

    daha sonra gelgitler başlar, "doğru insan mı? doğru zaman mı? noluyor? aslında benim istediğim bu muydu?"lar.

    arkadaşlar! insanoğlu herşeyi bir menfaat uğruna yapar. hani bazı arkadaşlar yorumlar yapmışlar ya kadın ekonomik olarak garanti ister erkek bakım ister hede hödö diye doğrudur. dünya üzerinde herkes herşey bir menfaat uğruna varlığını sürdürmek için yaşam mücadelesi verir. doğaya özen gösteririz çünkü bize yemek verir, oksijen verir. hayvana saygılı davranırız çünkü ekolojik düzende bir yeri bir görevi vardır. arkadaşlar edinir onların dertlerine çareler buluruz çünkü bizim de canımız yandığında onlar da bizim yanımızda olacaktır. falan falan...

    ama sevgi, aşk mucizevi duygulardır. hani tanımlanamayan*.. din'e, çocuğa, sevgiliye olan aşkı tanımlayamazlar ya hani bu yüzdendir. açıklaması tarifi yoktur. sabah 5 te kalkıp hiç uyumadan ertesi güne kadar çocuk peşinde koşan canı çıkmış bir anneye anne olmak nasıl bir duygu diye sorduğunuzda büyük ihtimalle "harika" yanıtını verecektir. çünkü sevgi öyle bastırır ki diğer bütün duyguları o kötü anılar hiç yaşanmamış gibi hissedersiniz. üstüne basa basa söylüyorum doğru insanı bulduğunuzda evlilik de böyle bir duygudur. doğru din'i ya da inancı bulduğunuz da da yine aynı duygu.

    evlilik sebebi olarak "yaşlanınca yanında birinin olması", "üremek" falan bunlar hikaye.. ne belli yarın ölmeyeceği? çekip gitmeyeceği? ya da bizim ölmeyeceğimiz? yaşlandığında sevdiğin insanla huzurla* yaşama hayalleri ütopyadır. hayat bir mücadeleden ibarettir. son nefese kadar da mücadele devam edecektir. hiçbir zaman "oh be hayat tam istediğim gibi oldu. şimdi huzurla gidip gezebilirim/durabilirim." demeyeceğiz. bu net.

    o zaman "şimdi"yi değerli kılacak mutlu kılacak davranışlarda bulunmak "an"dan keyif almayı öğrenmek gerekli. ve bunu tek başınıza yapamıyorsanız evet hayatınıza bunları öğretecek birini sokmanız gerekli.

    benim geçerli sebeplerim:

    1- çokkültürlülük: başka bir kültürden başka bir ailenin eğitiminden, soyundan, terbiyesinden, coğrafi konumundan gelmiş biri ile bir oluyorsunuz. dolayısıyla çokkültürlülüğü deneyimleyerek hem kendi soyunuza hem onun soyuna eşlik ediyorsunuz. çok güzel bir duygu. düşünsenize bambaşka bir yörenin yemeklerini, yaşam geleneklerini sanki siz de onlardanmış kadar iyi bilir hale geliyorsunuz. ve o kültüre / kültürlere saygı duymayı öğreniyorsunuz*

    2- öğrenme hızlanıyor: bilmediğiniz bir çok şeyi, sevdiğiniz ve beraber yaşamaya karar verdiğiniz insandan öğreniyorsunuz. hayat boyu sadece kendi deneyimlerinizden değil onun deneyimlerinden de faydalanarak yaşıyor hayata karşı motoru turbo güçe alıyorsunuz. ayrı bedende yaşadığınız deneyimleri gün sonunda birleştiriyor, kazanılanlar kutusuna atıyorsunuz. "ben olsaydım öyle yapmazdım" dedikleriniz gün geliyor "iyi ki öyle yapmış, bir bildiği varmış"lara dönüşüyor. alternatif çıkış yolu bulmayı öğreniyorsunuz.

    3- çift anadal yapmış oluyorsunuz: sadece sizin okuduğunuz ve deneyimlediğiniz hayat bilgisinden daha fazlasına sahip oluyor onun da okuduğu okullara, topladığı bilgilere sahip oluyorsunuz. siz ressamsanız ve o bir bilim adamıysa artık siz de yarı yarıya bir bilim insanı sayılırsınız tebrikler* bilmediğiniz dikkatinizi hiç çekmemiş matematiksel olaylara karşı önyargısız yaklaşmaya hatta biraz biraz öğrenmeye başlıyorsunuz.

    4- umut: hani basit bir drama dersi örneği vardır: gözlerinizi kapatıp arkanızdaki insanın sizi tutacağına inanarak kendinizi arkaya doğru bırakırsınız. neden yapılır? çünkü gerçekte birebir yaşanmadan sözle anlaşılmaz bazı şeyler. arkandaki insanın tutacağına inanmak başka bir şeydir, kendini gerçekten bıraktığında tuttuğunu görmek bambaşka bir şeydir. gerçekten olay olmuştur. ve o kişi sizi tutmuştur. bunu deneyimlemek bile insanı insanoğluna güvenmeyi öğretir. hala umut var dedirtir. doğru insan sizi zaman zaman şaşırtsa bambaşka fikirlere sahip olsa da düştüğünüzde yaralanmanıza izin vermeyecek hayata karşı güveninizi tazeleyecektir.

    5- sabır: siz kırdığınız çiçeğin dalını neresinden kessem diye düşünür ağlanırken, o binbir çaba ve özenle, sevgiyle o dalı yerine sabitleyip, sulayarak severek kırılmış daldan çiçek çıkartır. hayranlıkta başka bir boyuta geçer sabrın sonunun güzelliğini keşfedersiniz. (tabi bu eğer sorunlardan kaçan, kesip atmaya çalışan sizseniz çözüm bulup sorunu aydınlığa kavuşturan karşı tarafsa böyle, tam tersi ise merak etmeyin onun da size öğreteceği aklınızın ucundan bile geçmeyecek çözümleri olacaktır.)

    6- küçük mucize yani çocuk: tarif edilemez dedim ama tarif etmeye çalışacağım. hani kendinizde eksik yönler bulurda onu tamamlamak istercesine insanlar seçeriz ya kendimize. çocuğunuz olduğunda kendinize bulduğunuz eksikleri keşke şöyle olsaydım dediğiniz şeyleri çocuğunuzda var olarak (sevdiğinizin genleri vasıtasıyla) görürsünüz. şükretmek için muhteşem bir oluşumdur. onun bir parçası olmasından, o sevdiğiniz insanın aynısının çocuk halini yetiştiriyor olmaktan gurur duyarsınız.

    7- eksikleri tamamlama: sağlıklı beslenmiyor olabilirsiniz, sevdiğiniz bunun için yanınızda. birlikte ilk evlendiğiniz yıllar g.tü göbeği salmışken birinizden biriniz sağlıklı beslenmeye geçiş sürecini başlatır ve diğerini de buna ikna etmeye çalışır. farkındalık yaratır. onun beslenişinden, onun kendine doğal bakmasından, onun saflığından, içsel temizliğinden ister istemez etkilenirsiniz. ve kimse size bişey demeden eksi yönlerinizi artıya çevirmek için çaba göstermeye başlarsınız. kendi annenize ve babanıza bile saygısızca davranıyorken onun ailesi ile dialoglarını gördükçe kendinizi düzeltme yoluna gidersiniz.

    bunlar benim tespitlerim. düşünsem daha da çıkar eminim. benim gibi düşünmüyor, yaşamıyor olabilirsiniz. hatta hikayedeki öğretici kişi siz, öğrenen kişi eşiniz olabilir. birincisi mutlaka onun da size katacakları olacaktır. ikincisi ise düşünsenize belki de dünyada bir insanda farkındalık yaratıp onun içgörüsünü güzelleştirme görevi size verilmiştir. ve bu çok kutsal bir görevdir. bir de böyle düşünün derim.

    not: kötü tespit ya da negatif yorumlar yapmak isteyenler evlenmemek için geçerli ve güzel sebepler başlığı açsınlar ve bu başlığın kafasını karıştırmasınlar.

    not 2: uzun bir yazı oldu.

  • çok üzücü bir durumdur. neden kullanıyorsunuz? diye sorulmuş.

    insanlar maalesef genç yaşlarda bu illete başlıyor. bu tozun tüccarları, bodi salonlarındaki gençlere yaklaşıp çat diye portein hapı iğnesi basıyor ve illet sürekli yayılıyor. geçen hafta maalesef bir arkadaş daha bu sebepten dolayı hayatını kaybetti.

    olay samsun'da gerçekleşiyor. akşam 21.00 sularında bodicilik salonunundan eve gelen r.s, annesinden acilen para istiyor. parayı alamayan genç önce annesinin bacağını ısırıp kandaki tozları çekmeye çalışıyor.

    yaralı annesinin bağırışlarını dinlemeyip toz tüccarlarını eve çağıran genç, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi eşyaları değerinin çok altında satarak karşılığında portein tozlarından alıyor. komşuların iddiasına göre tüccarlar evden çıkarken ''yarasın koçuma, sütle iç tamam mı?'' gibi ifadeler kullanıyorlar. fakat toz bağımlısı genç kendisinden geçiyor ve porteinleri burundan çekince maalesef hayatını kaybediyor.

    tedavisinin ardından yerel basına konuşan anne e.s ise zehir tüccarlarının bir an önce yakalanmasını istedi. oğlu r.s'nin protein tozuna karşı verilen amansız mücadelede unutulmamasını temenni etti.

  • kesinlikle kınıyorum. konuşmacıları tehdit etmek, sesini kesmek gibi topluma örnek olacak eylemler yerine su içmesi büyük ayıp gerçekten.

    edit: imla

  • hepimiz, özellikle 2000'li yıllarda çekilmiş kore filmlerini izlemeye bayılırız. az çok sinemayla aşina olan herkes, en az on tane kore filmi sayabilecek sinema bilgisine sahiptir. peki kaçımız kore sinemasındaki önemli bir ayrıntıya dikkat edebilmiştir. o bayılarak izlediğimiz kore filmlerini kafamızda tekrar canlandıracak olursak en beğendiğimiz sahneler genel olarak şiddet katsayısı yüksek sahnelerdir. çoktan efsaneleşmiş olan ajeossi, dalkomhan insaeng ve oldeuboi gibi kore filmlerindeki dövüş ve kovalamaca sahnelerini benim gibi defalarca kez izlemişsinizdir. peki sinematografi açısından harikulade olan bu sahnelerde nasıl olur da kötü adamlar silah kullanmaya tenezzül etmezler. neden sürekli ellerinde bıçaklar, baltalar ve sopalarla filmimizin yürek yemiş kahramanlarını kovalar dururlar. hiç mi akıllarına gelmez şu adamın kafasına bir el kurşun sıkalım da tüm film boyunca oradan oraya koşturup durmayalım.
    başlarda şiddetin etkisini artırmak amacıyla yönetmenler tarafından bilerek tercih edildiğini düşündüğüm bu sahnelerin altında aslında bambaşka bir sebep yatmaktadır. sebebi çok basittir aslında. tüm bu sinemasal şölen, benzeri japonya'da da uygulanan bireysel silahlanma yasağından kaynaklanmaktadır. kore'de bu yasağın ihlal edilmesinin çok sert cezaları vardır. ülkede spor ve av amacıyla bile silah bulundurmak inanılmaz zordur. ancak av sezonlarında, silah taşıyabilir ruhsatı alabilen avcılara silah taşıma hakkı verilir. av sezonlarının bitmesi halinde kullanılan silahlar geri polis merkezlerine iade edilmek zorundadır. ayrıca, 15 cm'den büyük bıçak ve havalı tüfekler de yasaktan nasibini alan silahlar arasında yer almaktadır. silahlanma yasağı o kadar sıkı uygulanmaktadır ki 2016 yılında yalnızca 5 kişi silahlı cinayetle hayatını kaybetmiştir. anlayacağınız kore filmlerinde gördüğümüz o çeteler, silaha erişim konusunda oldukça zorlanmaktadırlar. elde edebilenler de doğal olarak yasa dışı şekilde ateşli silahlara erişebilmektedir.

    kaynak

    -spoiler-

    hatırlarsınız ajeossi filminde kahramanımız filmin sonlarında silah çıkardığında kötü adamlardan biri çok şaşırmıştı. hatta "bu adam nasıl silah edinebilmiş" diye bir laf etmişti. yine dalkomhan insaeng filminde de silah kullanıldığına filmin sonlarına kadar şahit olmayız. filmin sonlarına doğru ancak yaşa dışı yollardan silah tedarik edilir ve kahramanımız tarafından filmde kullanılır. aynı şekilde oldeuboi filminde de pek çok dövüş ve kovalamaca sahnesi olmasına rağmen bir tek tabanca görebilmek için filmin sonlarını beklememiz gerekmiştir.

    -spoiler-

    1982 yılında kore'de yaşanan ve silahlanma yasağına büyük etkisi olan (bkz: uiryeong katliamı)'na da ayrıca değinmek gerekmektedir.

  • mühendisten çok kazanan manav, doktordan çok kazanan oto al-satçı, öğretmenden çok kazanan emlakçı gülüşüdür.

  • bankanızı aradığınızda müşteri hizmetlerine direkt bağlanmak için, sesli komut sistemi “yapmak istediğiniz işlemi birkaç kelimeyle özetleyiniz.” dediğinde cevap olarak “beni aramışsınız.” ya da “kampanyaları öğrenmek istiyorum.” demeniz yeterli.

    ufku iki katına çıkartmaz elbet ama gününüzden giden zamanı yarıya indirir, sinir sisteminizi de refaha kavuşturur :)

  • gerçek gs gurmeleri bilir ki, rakibi uça kaça gidiyorum havasında iken kendi rolantide giden gs rakibi tökezleyince yılın topunu oynar ve rakiplere ızdırap olur öyle bi akşam bekliyorum.