hesabın var mı? giriş yap

  • kadınların teoride hayali, pratikte basit görüp uzaklaştığı erkek tipi.

    not: pi burada 3 alınmıştır. yani küsüratla uğraşmadım, sırf zengin olduğu için bir adamla birlikte olan kadınları hesaba katmadım.

  • üst edit: yüzde 25 olarak açıklandı. sarı sendikanın başkanına gelecek dönem milletvekilliği, biz memurlara da asgari ücretten hallice yeni maaşlarımız hayırlı uğurlu olsun. bu bir şaka olmalı. acı bir şaka olmalı.

    arkadaşın eşi lise matematik öğretmeni. bizim kurumda kapıda bekçilik yapan güvenlik görevlisi arkadaşlar bu matematik öğretmeninden daha fazla maaş alıyor.

    bitti mi? bitmedi.

    bize taşerondan geçme kadrolu işçi arkadaşlar ki aralarında ne konuştuğunu anlamadığımız, okuma yazması bile olmayanlar var, bu matematik öğretmeninden fazla maaş alıyor.

    bu arkadaşların maaşları asgari ücrete gelen zamla şekilleniyor. yani asgari ücret tahminen en az 8500 tl olsa, bu yüzde 60 civarı bir zam yapıyor. memura da %30'dan fazla verilmeyecek gibi bir hava var.

    hani diyoruz ya hep, asgari ücret memur maaşına yetiştirilmeye çalışılıyor falan. onu çoktan geçtik efendim, adamlar bizi çoktan geçti. tur bindiriyor.

    edit: bahsettiğim arkadaşlar asgari ücret almıyor, zamları asgari ücrete göre şekilleniyor. ince ayrıntıya dikkat.

    alınma editi: öğretmen maaşından örnek verdiğim için arkadaş alınmış. öğretmen sadece bir örnek. ben de memurum, laboratuvar personeliyim. kritik pozisyondayim. tüm ülkenin brucella aşısını ben üretiyorum. ben de paspas yaptırdığım taşeron işçiyle neredeyse aynı parayı alıyorum. muhtemelen bu zamlarla beni de geçecekler. arkadaş alınmasın. tüm memurlar, yatanı da bizim gibi gece gündüz çalışanı da aynı potada. masa başı da bizim gibi laboratuvarda hastanede türlü risk altında çalışanı da aynı potada. memur zammı konuşulurken hepimizi ilgilendiriyor. mesele öğretmen, hemşire, laborant, şoför meselesi değil. mesele asgari ücretle memur zammı arasındaki farkın erimesi bir yana artık durumun kabul edilemez bir noktaya gelmesi.

    debe olmama editi: entry'lerim debede yer bulsun diye bir derdim yok, düşüncem neyse onu ifade ediyorum, katılan oluyor, katılmayan oluyor, geçip gidiyor ama yarım günlük sürede 7 ay önce açılmış başlığın en beğenilen entry'si olan ve an itibariyle 542 fav alan bu entry'nin debede son sırada bile kendine yer bulmamasını hiçbir algoritma açıklayamaz. bunun net sansür olduğunu düşünüyorum.

    tahmin editi: başlığı en beğenilen entry'si olmanın getirdiği duygularla bir tahminde bulunmak istedim. artık açıklanmasına saatler kaldı. %25 ile %55 arasında bir zam bekleniyor. benim tahminim en az %40 olacağı yönünde. bu tahminimin sebebi bizzat cumhurbaşkanının kendi açıklaması. eyt açıklaması yaparken mealen dedi ki: artık ülkemiz feraha çıkıyor, zenginliklerimizi kullanmaya başlıyoruz. milletimizi de bundan faydalandırmak istiyoruz.

    böyle bir ortamda memur en az %40 alır diye tahmin ediyorum. inşallah yanılmam. alım gücü zaten yerlerde. yoksulluk sınırı 25 binin üzerinde. ortalama memur maaşı 10 bin civarı. istediğimiz şey yoksulluk sınırına biraz daha yaklaşabilmek. ne kadar acı değil mi? ama buna bile söylenenlerin, zammı bile hak etmediğimizi söyleyenlerin, memur düşmanlarının bu kadar çok olması daha acı.

  • kalede engin, ridvan, oguz ve aykut oldugu surece hic korkmayacagimiz mac. dusundukce heyecanlaniyorum. en az 5 cekeriz.

  • sanırım yapması gerekeni yaptı. meydanı boş bırakmayıp mütemadiyen konuştu -hakaret etmeksizin- ve meydanı boş bulacağını düşünen kişinin duyulmasına müsaade etmedi.

    edeplice yapılacak tek şeydi sanırım.

    https://www.youtube.com/watch?v=hqs69slviq4

    yeğenlerim gibi kotalı filan kullananlar için:

    özetle, güzel güzel başladılar. mirgün bey "2. bölge 7. sıradan adaysınız. bu bazılarına göre keskin bir dönüş. baykal'ın istifa ettiği basın toplantısında sizin haykırışınız, gözyaşı dökmeleriniz, 'babamı kaybetmiş gibi oldum' diyerek bu durumdan duyduğunuz üzüntüyü dile getirmeniz, sonra kılıçdaroğlu'nun seçilmesinden önce baykal adına yaptığınız girişmler herkesin aklında. şimdi chp'nin bir numaralı rakibinden aday olduğunuz zaman bu yadırganıyor haliyle. bunu nasıl açıklıyorsunuz?" diye sorar sakince.

    "net bir şekilde açıklayayım. herhalde benim dönüşüm kılıçdaroğlu'nun cemaate yaklaşması kadar kesin bir dönüş değildir. paralel örgüte yaklaşması kadar keskin bir dönüş değildir. ikincisi, benim ağlamam, ben öyle bir aileden geliyorum ki, benim dava arkadaşlarımı, benim yol arkadaşlarımı makam ve mevki uğruna satmam. sayın kılıçdaroğlu gibi sayın baykal'ın evine gidip... benim ogünkü ağlamamın bir başka sebebi de vardı. ben o günkü şartlarda türkiye'nin geleceğini az çok okuyabiliyordum. sizin medya grubunun chp'nin eline geçeceğini bildiğim için, biraz da ondan dolayuı hıncımdan ağlıyordum. yani.."

    "savcı bey lütfen ithamlarımızda ölçülü olalım ve burada birbirimizi kırmak üzerine, yayına davet edildiğiniz yerde asgari etik kuralları çiğnemeden birbirimizle muhattap olalım" dedi mirgün bey ve adamın "siz doktor değilsiniz benim durumumu teşhis etmek neden bu kadar sizi ilgilendiriyor. çünkü siz yayın grubu olarak bu güne kadar türkiye'nin birliği beraberliği için hiçbir çaba sarfetmediniz ki. ne zaman ki bir nifak sokmak için işinize nasıl geliyorsa onu değerlendirdiniz..." dedi ve koptu mirgün bey.

    ben olsam ben de kopardım, yalan değil. ha o ağzını bozmadı, ben bozardım.

    not: cümlelerin kurulamamasının sorumlusu ben değilim, bizatihi kendisi. ben dediği biçimde yazıya döktüm.

    çok özür dileyerek bir not: gezi olaylarında polis şiddetine maruz kalan, gözü çıkarılan ve yakılan minibüs şoförü hakan yaman "2 çocuğum var, çalışmam lazım" diyerek iş arıyormuş. istanbul'da bir vicdanlı işveren arkadaş bulunur belki diyerek...

    (bkz: hakan yaman)

  • 1790'lı yıllarda polonya( lehistan ) parçalanıp rusya, prusya ve avusturya tarafından pay edilir.
    bu durumu ise o zaman dünya üzerinde bulunan devletlerden sadece osmanlı imparatorluğu kabul etmez.
    lâkin tabii ki bu üç devletle savaşıp polonya'yı kurtarabilecek gücü de yoktur. fakat osmanlı imparatorluğu sağlam bir tavır sergileyerek o tarihten sonra tam 120 yıl boyunca polonya'nın dağılışını protesto eder ve bu yok edilişi tanımadığını ilan eder.

    bunu da şu şekilde gerçekleştirmektedir:

    osmanlı padişahları senede bir gün ülkesine gelen tüm yabancı sefirleri aynı anda ağırlamakta, merasim düzenlenmektedir. işte her sene bu merasimlerde sanki polonya hâlâ varmışçasına sıra bu devletin sefirini anmaya geldiğinde " lehistan sefiriiii! " diye bağırılır ve bir osmanlı askeri " lehistan sefiri yoldadır! " şeklinde bağırarak cevap verir.
    bu, osmanlı imparatorluğu'nun oradaki tüm yabancı sefirlere " biz hâlâ polonya'nın işgalini tanımıyoruz! " şeklinde bir notasıdır aslında.
    bu durum polonya'nın tekrar bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiştir.

    hatta yıllar önce avrupa birliği'ne üye ve üye olmaya çalışan ülkelerin topkapı sarayı'nda düzenlenen toplantısında polonya cumhurbaşkanı kürsüye çıkar çıkmaz ilk sözü " polonya elçisi geldi! " olmuştur.

    pek tabii bizim devlet erkânından kimse bu sözün ne anlama geldiğini anlamamıştır.

    lafa gelince hepsi osmanlı torunu...

  • yer: dördüncü levent migros. keçi sakalli amca kasadadir. kasiyer sorar:

    - migros kartiniz var mi?
    - var.
    - alabilir miyim?
    - unutmusum!
    - hmm.
    - ama unuttum demek bile, onu hatirlamaktir degil mi? ahh hoh hoh.
    - efendim?
    - yani unuttum demek, aslinda unutmadigimi gösterir.
    - yani migros kartiniz var?
    - var da unuttum iste!
    - migros kartiniz yaninizda mi beyfendi?
    - yanimda degil ama hep aklimda. ahh hoh hoh.
    - anladim. biz bu konuda bir sey yapamiyoruz yalniz.
    - biz de.

  • yer: dolmuş. kahramanlar şoför ve yanında oturan paspal bir amca.
    + yarın da 23 nisan şeyler tatil galiba
    - neyler abi?
    + hani çocuklar gidiyo ya sabahları
    - okul mu abi?
    + hah evet okul. şeyler de tatil di mi?
    - ne abi?
    + hani tayyip mayyip
    - resmi daireler mi abi?
    + hah evet resmi..

  • öncelikle, yaşanabilir 7 yeni gezegenin keşfi olayı değildir.

    trappist 1 adı verilen ultra soğuk cüce yıldızın keşfedilmesi. ve bu yıldızın etrafında dolanan 7 adet gezegenin bulunması olayıdır.

    buradaki güneşimizinden bahsedersek; dünyanın etrafında dönmekte olduğu güneşin kütlece yaklaşık %8'ine ve çap olarak %11'ine tekabül etmekte. neden cüce dendiğini anlamışızdır umarım. trappist 1 bizim güneşimizin aşağı yukarı %10'u kadar bir şey.

    gezegenlerimizden bahsedersek; 7 adet bulunmakta. goldilocks bölgesi dediğimiz alanın içinde 3 adet yaşanabilir gezegenden bahsedebiliriz. nedir goldilocks zone? güneşten ne çok uzak, ne çok yakın bir alanda seyri-alem eden ve kuvvetle muhtemel yaşamın temel yapı taşı olarak bildiğimiz su bulunma ihtimali olan bölge. bizim güneş sistemimizde bu tarife uyan sadece bizim dünyamız olduğunu düşünürsek burada 3 adet gezegen bulunması gerçekten ihtimaller açısından muazzam.

    şuraya şöyle bir karşılaştırma da koyayım: veriler

    e - f - g gezegenleri goldilocks zone dediğimiz bölgede konuşlanmış.
    gezegen çapı olarak yaklaşık dünyamızla eş değer diyebileceğimiz çaplarda fakat, kütlece hemen hemen dünyanın yarısına eş değer olduğu söyleyebiliriz. işin bizim için garip tarafı, bu 3 gezegen güneş etrafındaki turunu sırasıyla: 6,10 gün - 9,21 gün - 12,35 gün gibi bir sürede tamamlıyor. yani bizim bir yıllık takvimimiz burada yaklaşık 1 haftada gerçekleşiyor diyebiliriz. dünyada 18 yaşında olan bir kişi bu gezegenlerin birinde yaklaşık olarak 936 yaşında olacaktı gregoryen takvime göre.

    bu 3 gezegen kendi güneşlerine dünyamıza göre yaklaşık 30 kat daha yakınlar.
    şöyle ki; bizim güneşimizin etrafında fıldır fıldır dönen küçücük merkür'den bile 10 kat daha yakınlar kendi güneşlerine.
    düşün ki bu kadar yakın olmalarına rağmen goldilocks zone olarak bahsedebiliyoruz.
    peki neden? çünkü trappist-1 yıldızı bizim güneşimize göre oldukça soğuk ve genç.
    bizim güneşimiz yaklaşık 4.6 milyar yıl yaşında ve sıcaklığı 5778 kelvin olduğunu söylersek, trappist 1 yıldızı en az 0.5 milyar yıl yaşında ve sıcaklığı yaklaşık 2550 kelvin olduğu düşünülüyor.

    cüce yıldızlarına bu kadar yakın olmalarından kaynaklı diğer bir problem ise; (bkz: kütleçekim kilidi)
    bu da demek oluyor ki gezegenlerimizin bir tarafı sürekli gündüz, bir tarafı sürekli gece. ay'ın karanlık yüzü gibi düşünün. merkür'ün güneşe bu kadar yakınken kütleçekim kilidi sebebiyle bir tarafının sürekli karanlıkta kalması, bir yüzü +200 celcius iken diğer yüzü -200 celcius olması gibi. buradaki gezegenlerimiz de koca yürekli merkür'ün kaderini paylaşıyor demek bu. yani şu anda atmosferleri vs net bir şekilde tespit edilmesede bir tarafında sıcaklık değerleri +30 +100 vs iken karanlık yüzünde -30 -100 vs sıcaklık değerleri okunabilecek.
    güneş etrafındaki turlarını 6-12 gün gibi sürelerde tamamladıklarından dolayı mevsimler de bir garip olacak.

    bu 3 gezegenden birinde gökyüzüne bakan biri, diğer 2 gezegenin atmosferini, bulutlarını ve yerküre şekillerini bile görebilecek yakınlıkta bulunuyor. hatta dünyanın aya uzaklığının yaklaşık 1,6 katı olan aralarındaki uzaklık göz önüne alındığında; bazı durumlarda ay'dan daha büyük görünebilecek zamanlar olacak.

    peki bu sistemde uzaylı dediğimiz bir yaşam formu var mı?
    gezegenler incelendiğinde sinyallere yanıt verebilecek veya veren akıllı diyebileceğimiz bir yaşam formuna rastlanılmamış.

    ne zaman gidebiliriz?
    bu yolculuğu gerçekleştirmek için tahmini 100 adet, şu anda mucize diye nitelendirebileceğimiz bilimsel ve teknolojik gelişmeye ihtiyaç varmış.

    trappist 1 kütlece bizim güneşimizin %10'u olduğundan, ve gezegenlerin de bu yıldıza ve birbirlerine oldukça yakın olduğundan, bu 3 gezegenden birinde gün batımı ve gün doğumunu, güneş tutulmasını vs. hayal etmekten garip bir zevk duyuyorum. (gün doğumu ve gün batımı hayal olarak kalırken, ufuk çizgisinde seyahat etmek enteresan olacaktır.)

  • ölümünden bir kaç yıl önce bodrum'daki evinde buluşmuştuk. çalıştığım gazetenin bilmem kaç kupon karşılığı dağıtacağı zeki müren'den fıkralar kitabı'na yazılması için gün boyu fıkra anlatmıştı bana. hayatımda ilk kez yüzlerce fıkrayı aklında tutup ardarda bana aktaran birisiyle karşılaştığım için acayip etkilenmiştim. heee, fıkraların % 99'u da belden aşşa (bkz: belden aşağı) idi. ama, her yaptığı işte olduğu gibi bunu da son derece ciddiye almış ve bana evinin terasında sabahtan akşama kadar fıkra anlatmıştı...o günkü kadar hiç gülmemiştim:)))

    sonra ''zeki müren'den fıkralar'' kitabı bilmem kaç kupon karşılığı dağıtıldı gerçekten....

    - bodrum'da yaşadığı sürece her gün mutlaka bardakçı koyu 'na gittiğine ve saatlerce denizi seyredip çay içtiğine ve orada o anda bulunan tüm vatandaşlarla koyu sohbetlere daldığına da tanığım.