hesabın var mı? giriş yap

  • mükemmel bir herif ya, gece gorusu programını arayıp baglanması yetmiyormus gibi hande firata "e biraz sus da aciklama yapayim" demis bir kraldir.
    hazir aramisken turk medyasinin ne kadar acinasi bir halde oldugundan bahsedip; ayni zamanda fetonun iadesi icin amerikaya resmi bir basvuru yapilmadigini da ifsa ederek telefonu kapatmistir.

  • önce şunu söyleyeyim; şeker, yani bildiğiniz şeker pancarından veya şeker kamışından yapılan şeker ile glikoz şurubu arasında "sağlık" açısından bir fark bulunmaz.

    şeker, insanın beslenme diyetine "yaygın" olarak gireli şunun şurasında 100 yıl dahi olmadı. daha öncesinde şeker sadece zenginlerin ve şanslı bir azınlığın "lüks"ü idi. dolayısıyla insan vücudu şeker tabanlı bir beslenme için gerekli evrimsel altyapıya sahip değildir.

    daha açık ifade edersek, bilim insanlarının söylediği gibi; "eğer şeker bugün icad edilseydi (evet, şeker bir icattır), tıpkı sigara gibi zehir olduğu gerekçesiyle yasaklanırdı"...

    yani öyle glikoz şurubu içermeyen içecekler içtiğinizde sağlığınızı korumuyorsunuz. yediğiniz her şeker vücudunuzu zehirliyor. buna, bildiğiniz en doğal çiçek özlerinden üretilmiş olan "bal" da dahil... arı balı sağlıklıdır, doğaldır diye, her gün kaşık kaşık yemek dangalaklıktır. bal dahi az ve öz tüketilmelidir.

    gelelim glikoz şurubuna:

    şekerin formülü bellidir. evet, şeker kimyasal bir maddedir, fruktoz ve glukoz'un belli oranda karışımından oluşur. bildiğiniz kristal şeker de, glikoz şurubu da tümüyle aynıdır. sadece üretim şekilleri farklıdır fakat ortaya çıkan madde kimyasal olarak birebir aynı şeydir.

    tekrarlayayım: şeker pancarından elde edilen ve "doğal" sandığınız şeker ile glikoz şurubu arasında kimyasal açıdan hiç ama hiçbir fark yoktur.

    peki itiraz niye?

    glikoz şurubunun üretim prosesi sırasında "daha sağlıksız" bir ortamın kullanıldığını mı düşünüyorsunuz? yahut, glikoz şurubunun içine daha farklı "kanserojen" maddelerin karıştığını mı? hayır, böyle bir şey de yok, bu işin standartları bellidir... kaldı ki, sıradan şeker de aynı üretim proseslerinden geçip "katkı" maddeleriyle üretilir.

    sadede geleyim:

    şeker yemeyin olm. şekerli şey tüketmeyin. doğal şekermiş! doğal şeker diye bir şey yok, hepsi şeker pancarı üreticilerin yalanları. şekeri ha mısırdan yapmışsın, ha pancardan. aynı bok... hepsi kimyasal bunların...

    not:
    meyve yiyin. ihtiyacının olan tüm şeker herhangi bir elmanın veya üzümün içinde mevcut. fazlasına insanın ihtiyacı yok...

  • toplanın, bütün sırrı çözüyorum.

    öncelikle tanım ile başlayayım; çok güzel anlamı olan bir atasözü.

    bu atasözünün anlamını öğrenmek için öncelikle tarihe bir bakış atmak gereklidir. bağdat, eskiden bir ilim ve bilim merkezidir. dünyanın en büyük kütüphanelerinden birine sahiptir. şehirde başka yerde görülmeyen bir bilim havası mevcuttur. hatta rivayetlere göre, sora sora bağdat bulunur atasözü de buradan gelmektedir. yani “sorular sorarak bilime ulaşırsın, bilim yaparsın” gibi bir anlam da çıkarılabilir.

    şimdi elimizde olan bu bilginin ışığından yola çıkarak, ane uçurumunun çok tehlikeli ve çetin bir uçurum olduğu, ancak sonunda bağdat gibi bir diyara varıldığını, yani bilgiye giden yolun çetin ve amansız zorluklarla dolu olduğunu, ama sonunda da eşsiz bir şeyi, bilgiyi elde ettiğimizi çıkartabiliriz.

    sevgili sunay akın da ane uçurumunu, hapse atılmak, dışlanmak, baskı görmek olarak tasavvur etmişti.

    işte bu yüzden ane gibi yar(uçurum), ama bağdat gibi de diyar olmaz.

  • beni en çok binanın tepesindeki halıfleks reklamı etkiledi. çok karanlık günlerdi lan halıfleksli günler. ne yaparsanız yapın temizlenmeyen, sürekli yanan, günden güne rengi koyulaşan lanet bir parçasıydı evin onlar. belki teknik olarak temizlenmeleri mümkündü ama kimsenin bir evi baştan başa o kadar eforla temizlemeye mecali yoktu o zaman. hele şimdi hiç yok. viledalamaya üşeniyor insan yeri geliyor.

    iç mimari minimalist akımlara yöneldi de hepsini söküp attık türkiyeden şükürler olsun.

    bir bu, bir de kristal küllük.

    he bir de vitrin.

    televizyon sehpası.

    avize.

  • milliyet'in haberine göre cenazede dayısı demiş ki;

    “hukuk fakültesi’nde okuyan bir çocuktu. bu çocukların bu hale gelme nedenleri nelerdir ? bu çocuklar da bizim canımızdır. biz insan değilmiyiz. bunu terörist diye yazacaklar. bu ülkenin asıl teröristi kimse ona lanet olsun. terörist bu ülkeyi soyanlardır. 30 bin kişinin katiline terörist diyemeyenler bu hukuk fakültesinde okuyan çocuğa terörist diyorlar. buradan ilan ediyorum şafak yayla terörist değildir“

    kafayı yiyeceğim bu gidişle, şehit edilen savcıya üzülüyorum, öldürülen solcu çocuklara içim ayrı yanıyor, ülkücü çocuklara ayrı... allah sonumuzu hayır etsin, umarım sağduyu çağrıları artar ve daha fazla insan ölmez, çok şey mi istiyorum ya rab!

    ağla sevgili yurdum ağla

  • yıl 2004 yılıydı. lise son eğitimim için amerika birleşik devletlerine gidecektim. rahmetli annem uçak biletini bir an önce alalım, dolar 3 kuruş arttı demişti. gidemeyeceğim diye çok korkmuştum o 3 kuruş yüzünden.

    güzel zamanlardı.

    öğretmen maaşıyla, araba almıştık lan daha ne!

  • messi'yi gören nesil, deniz baykal'ın istifasını da görmüştür. resmen gıpta ile bakılacak bir nesiliz.