hesabın var mı? giriş yap

  • büyük bir sirketin üst düzey yöneticilerinden biri bir gün new york üzerinde balonla dolasmaya cikar. aksilik bu ya, pusulasini asagiya düsürür ve kaybolur. inmek icin uygun bir yer ararken bir gökdelenin tepesinde sigara icen bir adam görür ve alcalir:

    "pardon. ben neredeyim acaba?" diye sorar.
    "yerden 500 feet yükseklikte bir balonun icindesin" der adam.
    yönetici sinirlenir:
    "sen mühendissin degil mi?" diye sorar.
    "evet." der adam. "nereden bildin?"
    "cünkü basim belada ve sana bir soru soruyorum. verdigin cevap 100% dogru fakat hic bir isime yaramiyor."
    "sen de yöneticisin degil mi?"
    "evet sen nereden bildin?"
    "cünkü yerden 500 feet yükseklikte bir balonun icinde kaybolmussun, pusulan yok, berbat durumdasin. fakat bu simdi benim sucum oldu."

  • ya bu hep şeyden oluyor. soruyu duyunca gerçek dünyaya en yakın cevabı verme isteğinden. ingilizce kursunda müzik hakkında konuşuyorduk. teksaslı bi hoca vardı. bana dönüp "ne tür müzikler dinlersin?" dedi bi gün. dünyanın en bayık muhabbeti. 90'lar pop dinlerim ben. 90's pop, dedim. hoca ne bilsin bizim 90'lar muhabbetini? izel'i, çelik'i, ercan'ı? woow dedi, benden çok sevindi. "what is your favourite band?" dedi. sanıyor ki şimdi ben 90'lardan dünyaca ünlü bi grup söylücem, hatta belki birlikte bi şarkısını mırıldanıcaz. çocuk gibi bakıyor gözlerimin içine. sıçtık. içimden şöyle düşünüyorum: ablacım sen yannış annadın. band felan yok. şarkıcı söylesem, tanımazsın da şimdi. of ya. nerden bulcam ben şimdi sana grup? ayna'yı bilir mi lan acaba? bari sen unutma beni? queen mi desem ki? o zaman da muhabbet uzar felan derken eeh diyip "mfö." dedim ben. evet ö ile. sınıf koptu. hoca uzun uzun baktı bana. anlamaya çalıştı: em ef öööögh? hee dedim: mazhar fuat özkan. gene anlamadı tabii.

    ne biçim şeyim lan ben hep yaşım oniki?

  • fular takınca yakıştırmak. fakirde at sikinde kelebek şeklinde duran fular aksesuarı zenginde direkt kalantor entel intibaı uyandırmaktadır.

  • farklı tipleri olabilen fakat yaygın olarak manyetik pusula ve cayro pusula olmak üzere iki ana tipi olan yön bulma gereci.

    bu iki ana tip pusulanın çalışma prensipleri haricindeki ana farkı cayro pusulanın gerçek kuzeyi gösterirken manyetik pusulanın manyetik kuzeyi göstermesidir. bunun sebebi ise cayro pusulanın çalışma mantığında gizlidir.

    cayro pusula aslında basitçe önceden belli bir yöne doğru (gerçek kuzey) ayarlanmış ve hareket verilmiş bir jiroskoptur. kurulum ve çalıştırma aşamasından sonra marka modeline göre değişmekte olsa da kabaca 1 gün çalışmasının ardından momentumunu maksimuma çıkartıp hatasını minimuma indirerek gerçek kuzeyi göstermeye başlar. cayro pusulalar çalışma prensipleri gereği kurulum aşamasında belli bir yöne doğru ayarlanmaları gerektiğinden dünyamızın sürekli değişen manyetik kuzeyi buna uygun değildir bu sebeple gerçek kuzeye doğru ayarlanmışlardır. cayro pusulalar manyetik pusulaların aksine geminin manyetik alanından, dünyanın manyetik alanından, güneş fırtınalarından, dünyanın çeşitli yerlerinde görülen manyetik anomalilerden etkilenmediklerinden ve mekanizmalarından dolayı çok düşük hata payına sahiptirler ( +- 1 derece) ki düzenli bakım görmelerine rağmen göksel seyir hesaplarıyla ulaşılabilinecek pruva değerinden +- 1 dereceden çok sapma gösteriyorlarsa servis çağrılılarak düzeltilmelidirler.

    manyetik pusulalar ise dünya denizcilerinin yüz yıllardır çok çok ufak modifikasyonlar ile neredeyse değişmeden günümüzde bile kullandıkları en basit pusulalardır. artı ve eksi düzeltmeler için yanlarında birer top bulunur ve bunlarla mümkün mertebe düzeltme yapmaya çalışılınır fakat manyetik pusulalar neredeyse havadan nem kapan nitelikte cihazlar olduğundan artık günümüz denizcisi için sadece ara sıra miyar güveretede bakımları yapılan ve külfet haline gelmiş cihazlardır. hemen bir örnekle ne demek istediğimi anlatayım fakat öncesinde manyetik pusuladan gerçek değere gidilen bir formülü anlatmam gerek; ''c d m v t''. burada c compass yani manyetik pusulada okuduğumuz değer, d deviation yani geminin manyetik sapma değeri, v variation yani bulunduğunuz pozisyona ve rotanıza bağlı olarak değişen sapma, m magnetic bu iki sapma değerinin toplamı ve t hakiki değeri temsil ediyor. variation değerini şimdilik bir kenara bırakalım, deviation yani geminin kendi manyetik alanından doğan sapma değeri manyetik pusulanın neden çok da güvenilmeyecek bir cihaz olduğunu bize anlatacak zaten. bu deviation denen arkadaş o kadar çok şeyden etkileniyor ki anlatamam; geminin tersanede yapım halindeyken omurgasının baktığı yön ve dünyadaki pozisyonu, geminin metal gövdesine vurulan çekiç darbeleri veya herhangi başka bir kuvvetli darbe, uzun süre demirde veya herhangi bir bakım için tersanede kalınırsa geminin pruvasının yönü ve dünyadaki pozisyonu, geminin genel metal kütlesi (sonradan eklenen veya çıkartılan herhangi bir parça bunu değiştirir) vs. deviation'ı hesaplamak için gemi 8 yöne de en az dörder dakika saldırır ve bir tablo oluşturulur. bu tablo gemilerin ticari yükümlülükleri sebebiyle çok sık hazırlanamaz ve geminin arızi sapmasındaki (deviation) değişiklikler göz ardı edilir. yani manyetik pusulaya neden çok güvenmememiz gerektiğinin ilk sebebi bu. ikincisi ise variation ve deviation kaynaklı yüksek manyetik sapmalar. örnek olarak atlantik'de 270 rotasında doğru 70 batı boylamı ve 40 kuzey enleminde seyreden bir geminin variation'ı yanlış hatırlamıyorsam -17 yani 17 batıdır. buna sizin geminizin arızi sapmasından kaynaklı 1 veya 2 derece batı daha eklersek toplam 19 batılık bir sapma elde ederiz. okyanus seyirlerinde değil 19 derece 1 derece bile önünüzde daha 2000 mil yol varken varış noktanızda onlarca mil sapmaya sebep olurken varın manyetik pusula sapmaları ile neler olabileceğini siz düşünün. tabii yukardaki ''c d m v t'' formülü ile bu sapmalar göz önüne alınıp minimuma indiriliyor fakat bu kadar çok değişken varken ne kadarını hesaplayabildiğimizi bilmiyoruz.

    toparlamak gerekirse siz siz olun biz gemilerde kullanılan devasa manyetik pusulalara bile güven(e)miyorken dağ yürüşü, orman gezileri vs outdoor aktivitelerde kıçı kırık ufak manyetik pusulalara güvenmeyin. en temizi ortalama bir gps cihazı alarak gps destekli pusula kullanmaktır.

  • yerden göğe kadar haklı olunan bir hususta, oldukça zahmetli bir süreç sonunda varılan noktadır. çelik gibi sinir ve kırılmaz bir azim gerektiren mücadelenin buruk zaferidir. sonuca ulaşmak için benim başımdan geçen olaylara bakıp ibret alınabilir:

    sene 2011, bizim küçük baldız elinde güzelim samsung telefon varken tutturdu “nokia isterim de isterim” diye. ben de o aralar vakit bulup ona uygun bir telefon araştıramadım. aradan da zaman geçince eniştem benimle ilgilenmiyor diyerek büyük baldızla birlikte gidip bir telefon almışlar. izmit real avm’de gold bilgisayar’dan... aldığı gün eve gelip kullanmaya başlayınca telefon açılıp kapanmaya başlamış şarj olurken de açılıp kapanıyormuş. ertesi gün telefonu aldıkları şubeye gidip durumu izah ederek yeni sağlam bir telefon istemişler. tabi ki yetkili arkadaşlar hemen servise sevk etmişler hastayı. değişim ve para iadesini servis karar veriyormuş???

    zira olay bana birkaç gün sonra intikal etti. benden habersiz cep telefonu almaları yetmiyormuş gibi aldıkları telefonu da benden habersiz servise yollamışlardı. en iyi ihtimal ile 45-60 gün sonra hiçbir şey düzelmemiş olarak geri gelecekti. daha sonra da lanet olsun deyip yeni bir telefon alınacaktı. olay bana intikal edince fatura ve servis formu ile gold bilgisayar’a gittim. telefonun yerine daha üst model bir telefonu arada ki fiyat farkını ödeyip almayı teklif ettim. arızalı bir telefona 430 tl verip bir gün bile kullanılmadan servise gitmesinin insanın kanına dokunduğunu, kendi başlarına gelse ne düşüneceklerini sordum. tabi ki hepsi hak verdi fakat bunun yapmaları geren bir işlem olduğu, özellikle telefonların kanunen böyle işlem görmesi gerektiği gibi pek çok zırvalık anlattılar. sonra tv’de radyoda hep adından söz edilen tüketiciyi koruma kanunu ve tüketici hakem heyeti aklıma geldi. biraz araştırdım, bu heyete başvuru ilçe kaymakamlıklarında yapılıyormuş. dedim bir bakalım neymiş ne değilmiş.

    gittim izmit kaymakamlığı’na, sordum soruşturdum ve sonunda buldum yerini… baktım iki kişi daha var sırada, anladım ki mağdurlar çok. mevzulardan biri beyaz eşya, diğeri de cep telefonu idi. onların işlemler bitince sıra bana geldi. anlattım yukarıdaki olayı. fatura ve ödeme yapılan slipi yanına da telefonun arızalı olduğu için servise gönderildiğini gösteren gold bilgisayar servis formu’nu istediler. burada dikkat edilecek en önemli husus firmadan böyle bir belgeyi alabilmek. tabi bize bu belgeyi kendileri verdiği için rahat bir işlem oldu. eğer “abi ben gelince ararım seni al bu benim kart ara sıra ara sor” deseydi ne yapardık bilmiyorum. gel zaman git zaman olayı anlatan bir dilekçe ile istedikleri belge ile başvurduk. “3 ay sonra bir zarf ile sonuç gelir” dediler; dumur oldum. zira zaten 1 aya yakın zaman başvursak mı başvurmasak mı slip nerede fatura kimde diye geçmişti. sonra “alacağım ulan bu parayı sizden!” deyip baldızı da tembihledim: “sakın ararlarsa gold’dan yeni telefon verelim diye kabul etme…”

    aradan 1 ay kadar geçti. baldızı gold bilgisayar’dan aramışlar. telefonunuz geldi gelin alın diye. bizimki tabi atlamış hemen “ben paramı istiyorum” diye. . demişler ki “ama bu yeni yepis yeni walla bak”. tabi tembih ettik ya tutturmuş “isterim paramı” diye. gold mağazasındaki arkadaş da çıkarmış ağzındaki baklayı: “bizi tüketici hakem heyeti’ne şikayet etmişiniz” demiş. o da “evet ettik, oh olsun” demiş. karşıdaki de “peki öyleyse al sana telefon” deyip kapatmış.

    aradan 1 ay daha geçtikten sonra tüketici hakem heyeti’nden bir mektup geldi. para iadesinin haklı bulunduğunu, gold bilgisayar’ın parayı ödeyeceğini belirtip, gold’un yaptığı komik savunmayı da eklemişler. savunmaları aynen şu şekilde: “biz telefonu servise gönderdik, 30 iş günü geçti ama hala bize servisten gelmedi, biz ne yapalım…” anlayacağınız adamlar neden şikayet edildiklerini bile fark edememişler. neyse ki bu mektup gelince gold’dan ararlar paramızı nereye yatıracaklarını sorarlar diye düşündüm.

    1 ay geçti arayan soran yok. gittim gold’a bak dedim “hakem heyeti böyle bir yazı gönderdi, verin paramızı” dedim. onlar da kibarca “bize öyle bir yazı gelmedi, tüketici hakem heyeti de kimmiş hadi ikile bakiiim” dediler. ben de “kaymakamlık’da tanıdıklarım var, görürsünüz gününüzü” diyip çıktım. kaymakamlığa dedim “bu kağıdı hiç sallamadılar, onlara gitmemiş bu kağıttan” dedim. sonra baktılar tebligatı alan kişinin adı imzası falan hepsi dosyada var. yani yalan söylemişler. git bir daha konuş ödemeye yanaşmazlarsa ver icraya dediler. tekrar gold’a gittim, müdür olacak adamla görüştüm. arkadaş bana yapabileceği bir şey olmadığını gold ödeye de bilir ödemeye de bilir, isterseniz icraya verin dedi. ben de gittim adliye icra müdürlüğü’ne danışayım diyerek. fakat avukat tut diyen de oldu boş ver iş açma başımıza bilmem kaç yüz bin dosya var bir de sen çıkma diyen de. 430 tl avukat tutmak için pek uygun bir bedel değil zaten, öğrendim ki; 1000 tl altı tüketici hakem heyeti kararı bağlayıcılığı var, üstü için mahkemeye vermek gerekiyor. baktım olmuyor çıktım dışarıdaki arzuhalcilere danışayım dedim. adliyeden emekli bir arzuhalciye danıştım, “hemen yazalım bir dilekçe git başvur” dedi. anlattı süreci de. fakat bunu neden adliyedeki memurus arkadaş anlatmadı avukattı savcıydı yokuşa sürdü anlamadım.

    ertesi gün baldızı aldım yanıma arzuhalci amcaya geldim. doldurdu güzel bir dilekçe (bu dilekçe kolay kolay bir kerede kabul olmuyormuş anladığım kadarı ile fakat bu amca usta olmuş işinde) dilekçe ile gittik icra müdürlüğü’ne. yarım saat bir bayanın pc’sine usb bellekten attığı resimleri düzenlemesini bekledik. şahsi resimlerini yanındaki kızı ile düzenledikten sonra sıra bize geldi. 15 dakika da bilgisayarın bizi bir icra müdürlüğüne atamasını bekledik. aklıma harry potter’da seçici şapkanın büyücülük okulundaki atamaları geldi aklıma. bir an gryffindor diyecek sandım ama 3. icra müdürlüğü dedi. bu arada saat 3.30 falan olmuştu. 3. icra müdürlüğü’ne çıktık. harala gürele bir çalışma herkes ellerinde dosya bir şeyler yapıyor. ne kadar çalışkan memurlarımız varmış diye iç geçirerek bir masada oturan bir şeyler yapan bir bayanın başında 15 dakika bekleyip “icra takibi başlatacaktık bizi buraya gönderdiler” dedim. hanım meğer memur değilmiş. bildigin pc, yazıcı, daktilo olan ve memur masasına benzeyen tüm masaları tek tek dolaşıp bir muhatap aradım. ama ya tüm işler iş takipçileri tarafından yürüyor ya da tüm memurlar bana aynı numarayı çekiyordu. herkes masalarda oturmuş harıl harıl bir şeylerle uğraşıyor ama ortada memur falan yoktu, kendin pişir kendin ye hesabı…

    sonunda kapısında müdür yazan bir oda gördüm, artık müdür koltuğunda da iş takipçisi olacak değil ya deyip girdim içeri. dedim “böyleyken böyle, bir iş geldi başımıza ne yapalım?” o da eliyle birini işaret etti, “git buna işlemini yapsın” dedi. ayakta gezinen bir arkadaştı ve kendini çok iyi kamufle etmişti, fakat onu müdür ele verdi. gittim yanına dedim böyle böyle. o da “nerde dosyan hani” dedi. meğersem adliye veznesinden bir dosya alınması gerekliymiş önce. gittim aldım, saat 4 oldu. vezne 4’de kapanıyormuş bu arada. zar zor 25 kuruşluk karton, ilkel ve bir ton ağaç israfına yol açacak bir dosya aldım. koştur koştur kamufle olmuş memuru aradı gözlerim ama bulamadım. “müdüre bir umut gideyim, belki bu kalabalığın içine bir tane daha memur saklanmıştır” dedim. fakat müdür: “artık saat 4 oldu bu saatten sonra icra olmaz” dedi. mesai 5.30’da bitiyor. tüm öğleden sonra bir icra dairesine atanıp bir memur bulamamıştım, suç benimdi... adamlar 2’ye kadar çay-kahve molası yapıp, 4’e kadar kalabalıkta ilahi bir derviş misali bir görünüp bir kayboluyordu. 4’den sonra icra mı olurmuş benimkisi de densizlikti. akıllandım tabi, ertesi gün sabahtan gittim. 3. icra dairesini de iyice çözmüş, en azından içeride bir müdür ve 1 memur olduğunu biliyordum. o memuru sabahtan yakaladım benimle birlikte resmi kıyafetli bir uzman çavuş da başka bir firmadan aldığı telefon yüzünden icra takibi başlatıyordu. ama onun işi daha karmaşıktı; zira tayin olmuş ve şehir değiştiriyordu. süreç burada başlarsa nerede biterdi memur bile bilmiyordu. ayrıca dilekçesi de hatalıydı. “nerden hazırlattın” diye sordu uzman çavuş’a memur ve “arkadaş orası bilmiyor hep yanlış yapıyor” dedi. tarif ettiği kişi benim adliyeden emekli olan amca idi. neyse ki benimkini kabul etmişti. üstelik ben 15 tl vermiştim, uzman arkadaş 20 tl… memur bana bir numara ve bir pc çıktısı verdi. “1 ay sonra gel takip et, bu numarayı da kaybetme” dedi.

    ömürden 1 ay daha geçti. gittim baktım para falan yatmamış. “haftaya gel” dedi. 2 hafta sonra gittim. yine para yok. gold bilgisayar’a iletilen “icraya geliyoz bak heee…” tebligatının üzerinden 1 ay geçmişti. “eğer haftaya da yatmazsa gel, icraya gideriz fiili olarak” dedi memur arkadaş. sevindirik olmuştum; gözümde canlandırıyordum: “şu plazmayı alın, şu laptobu alın, bir de iphone 4 alın” ne bilelim icrada kaça satılır değil mi???

    haftaya gittim bir de ne göreyim, artık zerre ihtimal vermediğim halde parayı yatırmışlar. 6 ay sonunda 430 tl’lik telefonu 474 tl ödeme ile iade etmiştim. sanırım masraflar falan katılınca faizi ile böyle olmuştu. fiziki olarak gidip müdürü bir daha göremediğim için çok üzülmüştüm. sonunda parayı almıştık ama sevinememiştim. gold bilgisayar gibi bir firmanın işi bu noktaya getirmesini ise bir türlü anlayamadım…

  • cumhuriyetimizin kurucusu ebedi liderimiz mustafa kemal ataturk'un 30 agustos 1925'te soyledigi gibi kapatilmayacak tek tarikat uygarlik tarikatidir.

    geri kalan hepsi kapatilmalidir.

    --- spoiler ---

    “ey millet! iyi biliniz ki, türkiye cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.”

    --- spoiler ---

  • evlenebilmek için belli bir kilonun üstünde olmak gereken ülke.

    geleneksel sebeplerle; evlilik için kadının en az 60, erkeğin de en az 100 kilo olması gerekmektedir.

    açlık ve kuraklığın hakim olduğu toplumlarda şişmanlık bir refah sembolü sayıldığı için moritanya'da evlenmek isteyenlere leblouh ismi verilen zorla besleme ve şişmanlatma uygulamaları yapılmaktadır. evlenecek kızlar bolca keçi sütü, zeytinyağlı ekmekler, keçi eti ve bazen de günde iki defa öğle yemeği yiyerek şişmanlamaya çalışmaktalar. özellikle kadınların bir çoğu bu uygulamayı bir işkence olarak nitelendirse de direndiklerinde şiddete maruz kaldıkları için şişmanlık diyetini uygulamaya devam etmek zorunda kalıyorlar.

    leblouh aslında batılı ülkelerin baskıları sonucu yasaklanmıştı çünkü anlayacağınız üzere çok insani bir pratik değil. fakat 2008de askeri cunta ile gelen yeni hükümet uygulamayı yeniden başlattı

  • bir gün t-shirt yıkamam lazımdı. çekmesin hesabına elde yıkıyım dedim. beyazdı t-shirt. neyse leğene koydum t-shirt'ü içine su doldurdum, ariel kutusundan da bir avuç detarjan aldım, sonra attım leğene bi baktım içinde renkli boncuklar var detarjanın. dedim herhalde bunları renkliler için koymuşlar. oturup ayıklamıştım ne kadar renkli boncuk varsa. t-shirt'ün üstündeki renkli yazılar için 3-5 boncuk bırakmıştım ama.

  • selam, ben saçını kızıla boyatmış obez kız. birilerinin evladıyım ve tahminen seviliyorum. katletmek için geleceklere mesaj yoluyla adresimi verebilirim. ömürlerinde mutfakta et doğramamış insanlar olarak, beni nasıl öldüreceksiniz çok merak ediyorum.

    faşizme faşizmle karşılık vermek gerekirse, şişman insanları sırf şişman oldukları için katletmek isteyenleri, ben de gaz odasında boğmak istiyorum. ama ne gerek var bunlara? dünyada yeterince oksijen var, bir kısmını da onlar ziyan etse mesele olmaz.