hesabın var mı? giriş yap

  • kenan sofuoglu'nun onemsiz bir klasmanda dunya sampiyonu olmasi unvaniyla goklere cikarildigi uzere dogru olan onermedir.

    surda yine konu isitilinca bir bilgilendirme yapmak geregi duydum: hakan çalhanoğlu'nun kenan sofuoğlu'nu tanımaması

    kenan sofuoglu dunya sampiyonu mudur? evet, hem de 4 kere.

    ama sorulmasi gereken sey su: kenan sofuoglu neyin dunya sampiyonudur?

    on bilgi:

    motogp: ozel uretim 1000cc motorlarin yaristigi, motorsiklet grand prix'si.
    moto2: motorcularin motogp oncesi deneyim kazanmasi ve kendilerini gostermesi icin yapilan 600cc'lik motorlarin kullanildigi hazirlik sampiyonasi
    superbike: modifiye edilmis seri uretim 1200 cc'ye kadar motorlarin yaristigi dunya sampiyonasi.
    supersport: genclerin superbike oncesi deneyim kazanmasi icin, seri uretim 650-750cc'lik motorlarla yaristigi hazirlik sampiyonasi (ingilizce'de support class diye geciyor).

    gectigimiz yil 31 yasindaki kenan sofuoglu, coluk cocugun ve kendisi gibi buraya capa atmis birkac veteranin arasindan siyrilip supersport sampiyonu olmustur. kendisinin ardindan ikinci gelen motorcu 22 yasindadir. 18'lik adamlar falan var yarisci listesinde.

    ayrica genelde supersport klasmaninda kendini ispatlayanlar ust klasmanlara geciyor. mesela 2014 sampiyonu michael van der mark gecen yil superbike'a katildi ve honda ile sezonu 7. olarak bitirdi. 2013 sampiyonu sam lowes ise moto2'yi 4. olarak tamamladi. 2012 sampiyonu yine kenan'di. 2011 sampiyonu chaz davies ise gecen yil moto2'de 2. oldu. 2010 sampiyonu yine kenan. 2009 sampiyonu cal crutchlow ise yillardir motogp'de yarisiyor. gecen yil 8.olmus.

    peki kenan sofuoglu diger klasmanlarda ne yapmistir?

    2008'de honda ile superbike'ta yarisip 18. olarak tamamlamistir. sezon icerisindeki en iyi derecesi ise fransa'da aldigi 9.luktur.

    2010'da ise moto2 ile 2 yarisa cikip birinde 5.olmus digerinde yaris disi kalmistir. bu sezonu saymayalim.

    2011'de ise moto2'de butun sezon yarismis ve 18. olarak tamamlamistir.

    sonuc ortada. kenan sofuoglu'nun sampiyonlugu, tff 3.lig'te sampiyonluk yasayan 30'luk futbolcularin yasadigi sampiyonluk gibi bir seye tekabul ediyor.

    ek: evet kenan sofuoglu ozel hayatinda buyuk acilar yasamistir ve olanaklarin kisitli oldugu bir yerden gelmistir. fakat konu bu degil. konu bu adamin bir naim suleymanoglu, bir hamza yerlikaya gibi muamele gormesidir.

    ek2: urfa'da oxford vardi da biz mi okumadik tarzi bir savunma yapilmasi da komik. bu adam zaten firsat bulup diger klasmanlarda yarismis. ama tutunamadigi icin yine kucuk denizlerin buyuk kaptanligina geri donmus. sorun bunun millete okyanuslarin buyuk kaptani olarak tanitilmasi, tanitmasi. ayrica bu adam gillette, casper, surat kargo, integral menkul degerler gibi sirketlerin reklamlarinda oynayip sponsorluklarini almis durumda. iddia'dan gelen 1.5 milyon lirayi da gunah oldugu gerekcesiyle reddettigi yazilmisti birkac yil once. yani oyle gariban bir konumda degil.

    ek3: yeni motorcular yetistirsin ve bu cocuklar kendisi gibi olmayip motogp'de falan yarissin, o zaman tabiki takdir ederiz.

  • sıkmabaş ile ağır askeri efor eğitimlerini, kampta yaşama,doğa şartlarıyla mücadele etme vs nasıl tamamladı acaba? saçının telinin görünmesi bile yasak olan erkeklerle beraber nasıl kan ter içinde savaşacak? resmen arapçı siyasal islam showudur. 2000 yıllık mete hanın ordusu ne hallere düştü

  • hiç duyar kasacak değilim.
    beleş paraya hallenene kadar eşşek kadar tipler. gitsinler, çalışsınlar.
    çocuk yazıp da insanların duygularıyla dalga geçmeyi bırakın. ağzı burnu dağılmış insan şov peşine düşmez.

  • halk derken dersim halkını kastediyor sanırım. zira sosyal medya kullanmayı bilmiyor olamaz. yoğun tepkiyi görüyordur. olan bizim kara dantelli gençliğimize oldu. mabel matiz'den alıntı yaptım. belki debeye girerim.

  • j.k. rowling'in yazdığı ve sonunda david yates'in rezil bir filme imza atarak bitirdiği fantastik seri.

    hollywood yönetmenleri ve senaristlerinin orjinali bilinçli olarak ve amaçsızca bozma gibi bir alışkanlıkları var. sanki kendi yazamadıkları senaryolar için yazarlardan intikam almak ister gibiler. bir kitap okursunuz, detaydaki ve akıştaki bir çok özellik nedeniyle seversiniz ancak filme aktarımını izlediğinizde özellikle sevme nedeniniz olan güçlü özelliklerin tamamının değiştirildiğini görürsünüz. harry potter da bir yerden sonra bunlardan birisi oldu. sayısız örnek verilebilir ama şimdilik iki örnek vereceğim.

    asaların kilitlenmesi ve ardından gelen tersine büyü etkisi yani priori incantatem. ateş kadehi kitabında mezarlıkta harry ve tom riddle ilk defa karşılaşırlar ve aralarındaki düelloda asaları birbirlerine kilitlenir. bu noktada tom riddle aslında ikinci hatasını yapmıştır. ilk hatasını biraz önce açıklamışken ikinci hatayı yine harry üzerinden yapması gerçekten ironik. harry'yi öldürmek için evlerine gittiğinde annesinin bir tür hayatına karşı hayat da diyebileceğimiz fedakarlık-sevgi büyüsü yaptığını anlamıştı tom riddle. gerçekten büyük bir büyücü burası kesin. yani lily potter ölürse mühürlenmiş bir tür büyüyü tamamlamış olacaktı ama kadın da aradan bir türlü çekilmiyordu. o an işte hatalı bir karar vermiş, lily potter'ı öldürmüş ve tabi bilgisinin getirdiği egoyla karşısındaki koruma büyüsünün limitlerini çok düşünmeden harry'ye öldürme büyüsünü yapmıştı. tabi sonunda bedenini de kaybetmiş ve yıllarını yitirmişti. işte mezarlıkta yani o evden sonraki ilk karşılaşmalarında yine benzer bir hata yaparak harry ile düello yapmak istiyor. ancak bu sefer evde olanlar kadar bilgi sahibi değil, harry ile asalarının aynı çekirdeği paylaştığını biliyor muydu tom riddle ? bence bilmiyordu. bilseydi vazgeçer miydi ? bence yine vazgeçmezdi. işte düelloda ilk büyüleriyle birlikte asaları kilitlenmiş ve henüz yeni bedene kavuşmuş ve ruhsal dengesizlikler yaşadığı kesin olan tom riddle'ın asası bu mücadeleyi kaybetmiş ve tersine büyü etkisi ortaya çıkmıştı. bu mücadele riddle bedenini kaybetmeden önce yaşansaydı aynı akıbetle muhtemelen harry karşılaşacaktı. ancak iki asa arasındaki bu mücadelenin galibinin harry'nin asasının olması tüm serinin gidişatını değiştirecek ve tom riddle'ın bir türlü harry'yi eline de fırsatlar geçmesine rağmen öldürememesine neden olacaktı.

    yukarıda koca bir paragrafla anlattığım bu olayı kitaptan öğreniyoruz. bu bir tür fenomen. çok nadir rastlanan ve özel bir olay. zevk alıyorsunuz okurken bunu öğrenmiş olmaktan. hayalgücüne hayranlık duyuyorsunuz. sonra filmi izliyorsunuz ve asasını kaldıran herkesin asalarının kilitlendiğini görüyorsunuz. neden ? diyebiliyorsunuz sadece, neden ? neden sıçıp batırmak zorundasınız her şeye ?

    dumbledore. sakinlik abidesi. kendine güvenin kalesi. dumbledore olay yerindeyse kitapta özellikle rahatlıyor ve işlerin bir şekilde yoluna gireceğini düşünüyorsunuz, öyle etkisi olan bir karakter. düellolarında sakinliğinden ödün vermeyen ve deha seviyesinde zeki olan bu adam aynı derecede nazik ve eğlenceli de bir tip. harry ile olan bir konuşmalarında ona bir gece çok sıkışmış bir şekilde uyandığından ve tuvalet için koridora çıktığında içinde muhteşem tuvaletlerle dolu bir odaya denk geldiğinden bahsediyordu. sonra da ne yazık ki bir daha o odayı bulamadığı için çok canının sıkkın olduğunu söylüyordu. kastettiği o henüz bilmiyor olsa da ihtiyaç odasıydı aslında bu ve bunun gibi öğrenciler ve öğretmenlerle dialoglarında asla gerilmeyen ancak otoritesini bilgisi ve hareketleriyle herkese kabul ettiren muazzam bir adam dumbledore. kesinlikle de biraz deli.

    peki filmde nasıl dumbledore ? ilk 3 filmden sonra, nevrotik, kısmen paranoyak, tezcanlı, öğrencilere bağıran çağıran, düellolarında yere düşen, rezil olan, çaresiz kalan yaşlı bir adam. kitabı birazcık bilen bir adamın (1. 2. ve 3. filmin yönetmenleri) dumbledore'u böyle aktarmasının imkanı olmadığını izlediğimiz için biliyoruz. o halde sonraki filmlerde neden böyle oldu ? ya bu karakteri çok bilmiyorlardı ki bu olanaksız çünkü rowling bile devamlı sete falan geliyor senaryoya yardımcı oluyordu. ya da dumbledore bir sebepten bulunduğu tahttan indirilip fanilerin arasına düşmesi planlandı. ancak öyle kötü düştü ki öyle kötü düşürüldü ki filmi izleyen herkesin dumbledore ile taşak geçtiğini farkettiler. melez prens filmiyle biraz toparlamaya çalıştılar ve dumbledore öldü. muazzam ve akıl almaz bir sçış.

    spesifik bir sçışa da şöyle bir örnek vereyim. muazzam bir yönetmenlik ve senaryo hatası. 4. filmde amaçsız bir çalı labirente girer şampiyonlar. amaçsız diyorum çünkü kitapta bu labirentte sayısız büyülü yaratık ve canavarlarla karşılaşıyorlar ve onlardan kurtulmaya çalışıyorlar. filmde ise çalı labirent sadece hareket ediyor. fleur, cedric ve krum o çalılardan unicorn yapar üzerine biner uçarak kupaya giderler. harry bile çalıları yakıp biçim değiştirerek istediği yere gidebilir. ancak sebepsiz bir biçimde şampiyonlar çalıdan korkuyor. çünkü yönetmen öyle olmalarını istiyor çünkü yönetmen bu evreni anlamamış. anlamadığını aslında düellolardan biliyoruz çünkü özellikle 4. filmden sonraki düellolarda asalar tabanca gibi kullanılıyor. sıkıyorlar. ancak büyücü düellolarında, eşyalara biçim değiştirtilir, masalar hareket ettirilir, ateşler yakılır, yılanlar atılır, heykeller canlandırılır...vs yani çevreyi kullanır hepsi. ama bunu anlamadıkları için ve asaların sadece ateş eden silahlar olduğunu düşündükleri için şampiyonları hareket eden büyük çalıların durduracağına kanaat getirmiş olmaları çok da şaşırtıcı değil. ama neyse. dumbledore'a açıklattırılan bu görevde dumbledore diyor ki "labirentte insanlar kendini kaybedebilir" gibi bir laf ediyor. yani aklınızı yitirebilirsiniz, benliğinizi yitirebilirsiniz...vs gibi. labirentin böyle bir özelliği var mı ? yok. peki aklını yitiren var mı ? var. kim ? krum. neden ? dumbledore bu lafları söylerken arka plandan labirentin içinden moody çıkıyor asasını cebine koyarak; krum'a o arada imperius laneti yaptı çünkü ve o anda da krum farkedip arkasını dönüyor. saçmalığı farkettiniz mi ? labirentin böyle bir özelliği olmadığını biliyoruz, o sadece hareket eden bir çalı o kadar. peki dumbledore neden böyle bir şeyden bahsetti ? çünkü dumbledore karakteri burada senaryodan çıkıp birazdan olacaklara anlam veremeyecek izleyicilere krum'un değişimini açıklamaya çalışıyor. labirent yüzünden olacak gibi ucu açık bir olta atıyor. resmen skandal.

    3. filmin yönetmeninin yani alfonso cuaron'un tüm filmleri yönetmesini isterdim. çalışkan ve yaratıcı ama aynı zamanda da tatmin edici bir tarzı olan yönetmen.

  • burak topal isimli arkadaşın yorumlarda konuyu özetlediği yobaz zırvası.

    hadi bunu da açıklayın yobazlar.

    "bir toma 5.650 litre su almakta.
    gezi olayları kapsamında sadece taksim'de 14 adet tomayı ben gördüm. bu ülkede 77 şehirde eylem yapıldı ve neredeyse hepsinde tomalı müdahale oldu. çok düz bir şekilde 200 adet toma eylemlerde müdahalede bulundu diyelim.
    200*5650= 1130000 litre su yapar.
    bu miktar neredeyse günlük tomalarımızın yapmış olduğu müdahalede harcanan su miktarıdır.
    bunu sadece 1 hafta devam ettirmek 7910000 litre suya tekabül eder.
    mininmum hesapla ülkemizdeki tomaların tükettiği su ile:

    tanesi 10 litre su alan kovalardan 791.000 kova su dökülebilir.
    internette o kadar ıcebucketchallenge videosu maalesef yok.

    ki bu müslüman dostlarımız maalesef suyun buharlaşıp yağmur olarak geri yağdığını da bilmiyorlar."

  • sadece bu olaya bakılarak atatürk'ün ne kadar kıymetli bir adam olduğunu anlayabilirsiniz. burada din satan, bilhassa kadınların buna çok dikkat kesilmesi lazım. aklınızı başınıza alın. şöyle bir durum bu memleketin başına gelse ; öyle kıçınızda kot pantolon, başınızda türban gezemezsiniz. cumhuriyet değerlerine bu sebeple sahip çıkın.

    ayrıca destek verdiğiniz şahsın “taliban'ın bu görüşmeleri türkiye’yle çok daha rahat yapması lazım, çünkü türkiye'nin taliban'ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok.” dediğini de unutmayın.

  • en rahat izlediğim uzak doğu dizisiydi..

    yarışmacıların numaraları vardı, şirketin çalışanları ise hep maskeliydi.

    kimseyi ayırt etmek gibi zorluğa düşmedim.

  • sanırım erkeklerin kabul etmeseler de hoşuna giden hilelerdir. zira timsah gözyaşları dökmeyen, zengin koca bulmak gibi bir amacı olmayan, bebek sesi çıkarmayan ve çözemedikleri durumların üstesinden kendisi gelmeye çalışan, makyaj sevmeyen ve topuklu ayakkabıyı gündelik yaşamda tercih etmeyen kadınların başka başlıklarda "bizim mahmut abiden ne farkı var yaaa ekieki" şeklinde incelendiğini görebilir ve pek revaçta olmadıklarını söyleyebiliriz.