hesabın var mı? giriş yap

  • kendini değerli hissetmek için. dikkat ederseniz değerli hissetmeleri aldıkları telefonun değeri ile doğru orantılı zira ülkede zenginler ile paylaşabilecekleri en yüksek fiyatlı ürün bu.

    bu durumun suçlusu fakir olan değil, sosyoekonomik anlamda bir uçurum olması ve bu uçurumun açılmasıdır. bunu eleştirenlere mantıksız gelse de bunu yapan insanların çoğu toplumdaki yerinin buna (çoğunlukla) bağlı olduğunu düşünür. arkadaşları arasında bir farklılık yaratacağı gibi karma insanlarla beraber olduğu ortamlarda da (iş, okul, kurs vs.) kendi yerini kendi gözünde yükseltecektir.

    bunu yapmaya ihtiyaç duymayan kimseler (yani ya iphone almayan ya da iphone'u sadece beğendiği için alan, bir hava atma aracı olarak görmeyen kişiler) ise kariyerleri, ekonomik durumları, başarıları veya kişilikleri ile kendilerine o toplumda kabul edilebilir bir değer biçmişlerdir. bu yüzden iphone onlar için ekstra bir anlam ifade etmez.

    bu demek değildir ki iphone'u sadece fakirler bir değer göstergesi olarak kullanıyor, ekonomik durumu itibari ile zaten iyi olan kişiler de bunu kanıtlamak ve göstermek için iphone'nun son modellerini deli gibi takip edebiliyorlar. burada kapitalizmin en tatlı amacına ulaşan bir firmanın başarısını rahatlıkla görebiliyoruz. marka satmak.

  • bugün gerçekleştirdiğim eylem.

    ülkemizde home office mantığı 7/24 çalışmak olarak anlaşılıyor sanırım.
    3 kişinin yapması gereken işi tek kişiye yaptır,
    asgari ücretin biraz üstünü üniversite mezunu bir insana öde.(50-100tl kadar) hem de 7/24 hafta içi/haftasonu çalışmasını bekle çünkü zaten evdesin. hazır yasaklarda var. ne yapıyor olabilirsin ki?
    üstün sana istediği saatte yazsın, senden dosya istesin cevap vermezsen arasın. yaptığın işi küçümsesin. bu kadar manyaklıkla uğraşmanın sağlığıma vereceği zararı düşünerek, bugün istifamı vermiş bulunmaktayım. mutluyum.

  • ergen hater'ı ne kadar çok olsa da, bu türün tanımını ve karakteristiğini tam anlamıyla karşılama açısından, en başarılı temsilcisi, wolves in the throne room'dur. tabii, kendileri arz-ı endam edene dek, bu ünvanın sahiplerinin summoning (tema olarak epic olsa da icra, fazlasıyla atmosferik) ve drudkh olduğunu söyleyebiliriz. zira drudkh da sonradan nsbm-folk ve post karışımına kayarak ile saf abm'den uzaklaşmıştır. çoğu zaman folk türleri ile iç içedir ancak dengeyi yakalamak, her baba yiğidin harcı değildir.

  • dün akşam kaldığım otele yemek söylemek istedim.
    otel restorantlari şirket bütçesini aşıyor. dışarıya çıkıp tanımadığın şehirde iyi bir restorant bulmak günün yorgunluğunu ile çok makul gelmiyor. bu yüzden yemeksepeti'nden yemek söylüyorum seyahatlerde.
    işimi şansa bırakmamak için en yüksek puanlı restorantlardan birini seçtim.

    kurumsal olmayan lokantalar genelde yazar kasa fişi kesmiyorlar. şirket harcaması olduğu için fiş ibraz etmem gerekiyor. yemeksepeti siparişinin not kısmına sürekli yazarım. "lütfen yazarkasa fişini unutmayın" diye.
    çoğu zaman buna rağmen koymuyorlar. bu harcamalar da cebimden gidiyor.
    artık bu iş can sıkmaya başlayınca not açıklamasını değiştirdim.
    "yazar kasa fişi yoksa ödeme yapılmayacaktır"
    bu notu da ciddiye aldiklari söylenemez.
    siparişlerim geldi yine fiş yok. kurye, sen ödemeyi yap ben geçerken fiş bırakırım dedi. çok başıma geldi bırakmıyorlar. cepten gidiyor yine.
    siparişimi bırak, fişi getirdiğinde ödeme yaparım dedim. para almadan paketi bırakmayacağını söyledi.
    siparişi almayacagimi söyledim. dur bı arama yapayım dedi. aradı birini karşı tarafa izah etti. not kısmına da yazmış dedi.
    konuştuğu kişi beni istedi.
    siparişi iade ediyormussunuz, size özel hazırlanmış paket neden almıyorsunuz, dedi.
    durumu anlattigimda, muhasebecileri bu ay fiş kesmeyin çok vergi çıkar demiş, o yüzden fiş kesemezlermis.
    komediye bakar mısın.
    adamı yasalara ikna etmeye calisiyorum. fiş kesmesinin zaten talep olmadan zorunlu bir durum olduğunu söylüyorum. adam hiç fiş kesmedigi için bunu zorunluluk değil müşteri talebi olarak algılıyor. 100 tl'lik yemekte 8 tl vergi ödeyeceksiniz, ben bunu iade edince 100 tl zararıniz olacak, dedim.
    sonuç, talimat böyle fiş kesemem, iade edebilirsiniz, dedi.
    çoğu şirket çalışanıyla da bu durumu paylaştığımda, otele yemek söyleyecekleri zaman bu tür sorunlarla sıklıkla karşılaştıkları için zincir firmalardan yemek söylemek zorunda kaldıklarını öğreniyorum.
    vergi daireleri bir dönem tüm internet satış sitelerinden satış yapan kullanıcıların hesaplarına gittigidiyor ve n11 gibi sitelerden yatan paraları baz alarak kestikleri faturaları kontrol ettiler.
    kesmedikleri her müşteri için yüklü cezalar kesildi.
    aynı uygulamanin yemeksepeti üyelerine de uygulanmasını ve aynı cezalari çekmelerini temenni ediyorum. yemeksepeti'nden alacakları bilgilerle ceza kesip bu işi düzene sokabilirler.

    düzeltme 1 :gelen yoğun mesajlar üzerine anladım ki çoğunluk banka pos cihazından çıkan mali değeri olmayan slibi fiş sanıyor. o fiş değil resmiyette hiçbir anlamı yok. yazarkasali pos cihazı olmadıktan sonra bankaların verdiği pos cihazından çıkan belge sadece bilgilendirme belgesidir. her kurye yazarkasali pos ile gezmiyor. banka poslariyla geziyorlar.

  • 99 yazindan beri almanya'da yasiyorum. oglum burda dogdu. önümüzdeki ay ilkokula baslayacak. evet, okul agustosta basliyor.
    dün kreste son günüydü. özel falan degil, standart, devlete bagli bir kurum.
    iki koca klasörle eve geldi cocuk. 4 sene boyunca yaptigi bütün resim, karalama, yazi vs ne varsa güzelce dosyalayip vermisler.
    bir de 54 sayfalik rapor. cocugun fiziksel gelisiminden tut, dilbilgisi, kelime hazinesi, diger insanlarla iliskiskisi, matematiksel zekasi, müzige, spora, dansa ilgisi ve yetenegi, rasyonel düsünebilme yetenegi vs vs, daha aklima gelmeyen bir ton sey. bunlari 4 yil boyunca incelemis, raporlamis, yildan yila degisimi gözlemlemis, gereken yönlendirmeleri yapmislar.
    yuh dedim. kres falan yoktu bizim cocuklugumuzda, olsa bile lükstü, evin karsisindaki arsada büyüdük. ama ilkokul ögretmenime sorsalardi, herhalde 54 sayfayi birak, hakkimizda anlatacak 54 kelime bulamazdi.
    nasil bulsun anasini satiyim, 60 kisilik, bir sirada 4 kisinin oturdugu sinifta kadincagiz neyin gözlemini yapacak.
    seviyorum seni iftinur hocam:)

  • 2 sene evveline kadar yaptığım şey. şimdi öyle demiyorum, keza eşimin mecburi hizmeti dolayısıyla sıklıkla gittim geldim. gitmiş birisi olarak söylüyorum isteyen alabilir, ben hakkımı helal ediyorum şahsen.
    edit: ironi içerir, şakadır... :)

  • içinde yaşadığımız dünyanın dertlerinden kederlerinden endişelerinden uzak diyalog türleri.

    *

    - çay içer misiniz?

    - tazeyse alayım.

    - değil. 4 saat 27 dakika oldu yapılalı, bokum gibi.

    - ouuvv anlıyorum, almayayım o zaman tişkürler.

    *

    - seni başka kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum ve bir ilişkiye başlamamız için bu yeterli sanıyorum.

    - madem seviyorsun çıkalım o zaman, tamam.

    *

    - pike vereyim mi oğlum üşüme öyle.

    - yok anne iyi böyle istemem pike.

    - tamam.

    *

    - pike vereyim mi oğlum üşüme öyle.

    - yok anne, puyol ver.

    - puyol gerçekten bir efsane ya, puyol bir giggs iki. bu ikisini çok seviyorum. atalım mı bir pes?

    *

    - bence beni işe almalısınız, işsizlik çok canımı sıkıyor, üzülüyorum. para da lazım.

    - haklısın valla, tamam işe alındın, hayırlı olsun.

    *

    - alo show tv mi? sizin doktorlar diye bir dizi vardı ya eskiden, onu artık her gün yayınlar mısınız? günde 10 saat doktorlar verin, bol bol kutsi verin, dayayın kutsi'yi olur mu?

    - olur.

    *

    sonuncusu araya karışmış olabilir ama yine de can sıkan her diyalogun bizim için ideal olan bir başka dünyada karşılığı olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor, mutlu oluyorum. leibniz, haksızdın dostum diyorum, seviniyorum.

  • işlek caddede büfe değil benimki. "badanacılık".

    oysa ne heveslerim vardı benim, ne heveslerim. türkiye derecelerim mi yoktu, olimpiyatlara mı katılmamıştım, daha lise sıralarında herkes tarafından geleceğin akademisyeni gözüyle mi bakılmıyordu bana... sonra okula geldim. okuldan kaynaklı da değil aslında ya, bölüm diyeyim. bilenler var, psikoloji okuyorum. ama bezdim. ben ne kadar hayat dolu ne kadar yerinde duramayan bir insandım da deliler gibi istediğim bölüme gelince delilendim?

    nasıl oldu anlamadım. ama kafama girdi.

    badanacı olmak istiyordum lan. cidden. bunu istiyordum ben.

    internetten boya kartelalarına, fırça modellerine, badana tekniklerine bakmaya bir türlü doyamıyordum.

    zonguldak'ta bi' evimiz var bizim. babaannemlerin evi işte. ne yaptım ettim ikna ettim dedemi bu yaz. aldım fırçalarımı. ince iş fırçam en incelerindendi, korniş kenarlarını rahat rahat boyayabilmek için. önce mutfağın tavan boyasını yaptım. o rulo fırçayı kullanmak konusunda çok acemiydim, yüzüme patpatpat diye tavandaki boya dökülüyordu, ben mutluluktan neredeyse kahkaha atıyordum. sonra mutfağı "istanbul pembesi" denilen bir renge boyadım. sen hiç boya kartelası inceledin mi? şiir gibidirler. roma sarısı vardır mesela, bizans kırmızısı vardır. mutfağın boyası bittiğinde oruç halimle hışırım çıkmıştı ama nasıl da mutluydum lan. aradan 3 hafta geçmiş ama şimdi düşününce bile çok özledim. sonra ver elini salon. aman o pervazların ince işi, aman o priz kenarları, ahh. nerede o akademik kariyer isteyen silverleaf, nerede? nerede o kitapların arasından zorla alınan kız?

    ben değil miyim tavandaki boşluklar badanayı kötü gösteriyor diye önce onlar için alçı hazırlayıp, onunla kapatıp sonra üzerine çift kat boya çeken? eski karpuz lambaları çıkarıp avize delikleri açıp yeni lambaları takan, elektrik bağlantısını yapan kimdi?

    ben bir inşaat ustası olmalıydım ve görünen o ki psikolog olacağım. derdini alıp gelenlere "al bu malayı bütün yaralarını alçıyla kapa" mı diyeceğim ben, ne yapacağım lan?

    bir gün bir ev alacağım ama.

    ev bomboşken içinin komple badanasını yapacağım. bir günde bitmez elbet. ama acelem de yok. bir gün biter. akşam ev bomboş. bir iskemleyi balkonuma çekeceğim. evimin ilk eşyası da teleskop. bu da benim hayalim. teleskopu yerine kuracağım, radyoyu açıp termostan bayat çay içeceğim. bir gecem böyle geçsin başka bir şey istemem.

    akademik kariyermiş.