hesabın var mı? giriş yap

  • sevme beni, sonra devami gelecek sanirim. her telefonun ucunda, her zilin ardinda seni ararim.
    ortaokulda biraktigim gunlugume donerim calakalem, hergun dudaklarimi boyarim, emprime etekleri cikaririm sandiktan, saate bakmaya alisirim. sevme beni, gozum ciceklere takilir, topraga yalinayak basarim, ekmek islarim kuslara, defterimin arasinda sumbul saklarim, bahar gececek kis gelecek diye korkarim. sevme beni, tum baglarindan kurtaririm saclarimi, ruzgarlara salarim, bir gulusun gamzesini gorebilmek icin erken uykulara yatarim, keman calarim bilmesem de, tum avluyu detone sarkilara bogarim. sevme beni, gulmeye alisirim, raki kokarim yaz aksamlari, zeytin cekirdeklerinden kolye yaparim, danteller dikerim gomlegimin yakasina, ipek mendiller kolalarim. sevme beni, hic gitmeyeceksin sanirim, yalanlara kanar, ardindan aglarim. sevme beni, seversen yolcu edemem seni, gitmeyesin diye kendimi azgin sulara atarım, saclarimi yolar, her teline ayri agit yakarim. sevme beni, ben senden beter severim, kul olur, yanarim.

  • r. a. salvatore ilk basılı romanı olacak olan the crystal shard'ı yaratırken, kitapla ilgili kritik bir toplantıya giden editöründen gelen bir telefonla kendisinden acilen wulfgar'a yoldaş olacak bir karakter yaratması istenir. salvatore düşünmek için zaman istese de editörün hiç vakti yoktur. salvatore o anda aklına gelen bir fikirle "bir drow!" der. sadece geçici bir yan karakter olacağını söyleyerek editörünü ikna eder ve karakterin ismi sorulduğunda ağzından drizzt do'urden ismi çıkıverir. editörü "ismi kodlayabilir misin?" diye sorar, cevap kısa ve nettir: "imkanı yok!"

    böylece doğar modern fantastik kurgu edebiyatının ikon karakterlerinden biri olan drizzt.

  • gotye'nin de ayni adda bir eseri var. sabahtan beri dinledigim tek sarki. hala dinliyorum. sozleri;

    now and then i think of when we were together
    like when you said you felt so happy you could die
    told myself that you were right for me
    but felt so lonely in your company
    but that was love and it's an ache i still remember

    you can get addicted to a certain kind of sadness
    like resignation to the end
    always the end
    so when we found that we could not make sense
    well you said that we would still be friends
    but i'll admit that i was glad that it was over

    but you didn't have to cut me off
    make out like it never happened
    and that we were nothing
    and i don't even need your love
    but you treat me like a stranger
    and that feels so rough
    you didn't have to stoop so low
    have your friends collect your records
    and then change your number
    i guess that i don't need that though
    now you're just somebody that i used to know
    now you're just somebody that i used to know
    now you're just somebody that i used to know

    now and then i think of all the times you screwed me over
    but had me believing it was always something that i'd done
    but i don't wanna live that way
    reading into every word you say
    you said that you could let it go
    and i wouldn't catch you hung up on somebody that you used to know

    but you didn't have to cut me off
    make out like it never happened
    and that we were nothing
    and i don't even need your love
    but you treat me like a stranger
    and that feels so rough
    you didn't have to stoop so low
    have your friends collect your records
    and then change your number
    i guess that i don't need that though
    now you're just somebody that i used to know

    (somebody)
    i used to know
    (somebody)
    somebody that i used to know
    (somebody)
    i used to know
    (somebody)
    now you're just somebody that i used to know
    i used to know
    that i used to know
    i used to know
    somebody

    --

    youtube'den dinliyebiliyorum sarkiyi ve sarkinin altina girilen su yorum insanin suratina bir tebessum getiriyor.

    i spent 3 days listening to this song, smoking cigarettes and drinking cheap beer. at 5am this morning i stood up, put on my jacket, cycled to my ex girlfriends house and stood outside for an hour. when she seen me she came out. i walked over to her i said "i love you, i want you back and i am sorry" she said "i love you too". i am tired and off to bed now. thank you gotye i am? in your debt you opened my eyes. she is someone i will always know. zoe i do love you x

  • soğuk savaş döneminde rusya'da görev yapan/yapacak yüzlerce amerikan casusunun sadece zımba teli yüzünden yakalanmış olması.

    rus pasaportundaki zımba kolay paslanır türden olmasına karşın amerikalılar paslanmaz çelik zımba teli kullandıklarından pasaportun sahte olup olmadığı ortaya çıkıyormuş. yazılı olmayan bu püf noktayı bilen bazı rus yetkililer yüzlerce amerikan ajanının kodese tıkmış sayın seyirciler.

    amerikalılar da olayı çözemediklerinden "lan nası anladılar olm yav? adama yüzbinlerce dolar harcadık, özel bir kampta büyüttük, ingilizce bilmiyor anadili bile rusça oldu, özel eğitimlerde yıllarca eğittik gönderdik daha moskova havaalanından otele gidemeden enselendi amk! şşş canıtın? sen rus ajanımısın lan yoksa? hepsinin adını mı veriyosun adamlara düdük?" diyorlardır. eheheh!

    1

  • günlük hayatta yaşanılan olaylar beyinde kısa süreli belleğe giriş yapar. daha sonra bu olaylar yani görülen yerler, yaşanılan haller kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe geçiş yapar. bu işlem esnasında ortaya çıkan yolak problemi deja vu hadisesini oluşturur. normalde beyine giden bilgiler kısa süreli bellekte bir süre tutulurlar. deja vu oluşmasında bilgiler kısa süreli bellekte tutulmayıp uzun süreli bellekten gelince yolak problemi oluşur. işte deja vu hissinin oluşması tamamen bundan ibarettir.
    bilimsel olarak deja vu 2 şekilde gerçekleşebilir. birincisi dejasenti olarak adlandırılır ve daha önce yaşanmayan bir hissin anımsanması söz konusudur. yani daha önce tecrübe edilmemiş bir durumun tekrar etmesi diyebiliriz. dejavizite dediğimiz hadise de daha önce gidilmemiş bir yere gidilmiş hissine kapılma halidir.
    ayrıca deja vu'nun yan lop epilepsisi (temporal lobe epilepsy) isimli bir hastalıkla, doğrudan ilişkisi olduğu keşfedilmiştir. bu ilişkiyi irdeleyen bilim insanları, deja vu'nun aşırı nöral elektrik boşalması sonucu oluştuğu fikrini ileri sürmüşlerdir. normalde, epileptik olmasa da, her insan orta düzeyli epileptik nöbet geçirebilir. bu tip bir elektrik boşalması, herhangi bir bireyde hafıza hatalarını doğurabilir ve deja vu'yu tetikliyor olabilir. deja vu'nun görülme sıklığının, 10. kromozom üzerinde bulunan lgıı isimli bir genle de alakalı olabileceği düşünülmektedir. bu geni taşıyan insanlarda, orta düzeyde epilepsi durumu görülebilir.

  • thy veya anadolu jet'in web sayfalarından bilet bakıyorsunuz diyelim, tarihi seçtiniz, baktınız, tamamen örnek veriyorum 59 lira promosyon bilet. "dur bi de başka saate bakayım" deyip geri döndünüz, beğenmediniz, 59 lirayı alayım lan dediniz, girdiniz bi baktınız aaa o 59'luk promosyon sınıfı "dolu" gözüküyor.

    panik yapmıyorsunuz.

    tarayıcınızı kapatıyorsunuz. chrome ile girdiyseniz internet explorer'ı açıyorsunuz, girip aynı işlemi yapıyorsunuz 59 liraya biletinizi alıyorsunuz. bu çakallık ile en az 10 kez karşılaştım. yemezler. yemeyin.

    düzeltme: seçili biletin / koltuğun x dakika saklı kalması neticesinde dolu göründüğüne dair mesajlar alıyorum. yukarıda bahsettiğim şey 1-2 haftalık bir olay değil. yani önümüzdeki hafta şuraya gideyim deyip yaşadığım bir hadise değil. ben il dışında yüksek lisans yaptım, haliyle her dönem asgari 8 kere gidiş dönüş bileti aldım, 8 dönem de yüksek lisans yaptım. ve bunu hemen hemen her seferinde yaşadım. dönem başında 8. haftanın biletlerine bakarken de yaşadım, millerimle ödül bilet alırken de yaşadım. daha komiği ekonomi sınıf için gereken milin yarısı mille sınırlı businnes class bilet aldım. usta bunların yalnızca 1 tane mi promosyon koltuğu var? ve ne yazık ki başka kişilerin de başına geldiğine dair mesajlar alıyorum.

    ve debe editi:

    şiiri sevin, kimseyi incitmeyin. (bkz: #44015756)
    murathan özbek'i şimdiden bilin (bkz: #46266564)

  • filmi beğenmediğini söyleyenler "biliyorum çok tepki alacağım", "çok kızacaksınız bana" falan diyor. arkadaşlar size bir şey söyleyeyim mi? sizin film hakkındaki görüşlerinizi zerre sikine takan yok. sanırsın ki adam film eleştirmeni, akademi üyesi falan. sana niye tepki gösterelim amk, sen kimsin? iyi ya da kötü eleştirini yap filme sonra çek git. çok tepki alacakmış. evet sinema dünyası karışacak sen filmi beğenmediğin için, izleyecekler izlemekten vazgeçecek, "x adlı sözlü yazarı beğenmemiş, o zaman bu film iyi değildir." diyeceğiz. tövbe tövbe ya.

  • gercekten para verebilecek durumda olmayanlari anlarim da, her boka para harcayip bunun gibi seylere aylik uyelik ucreti odemekten cekinen insanlarin psikolojisi su sekilde sanirim;

    asgari ucretten biraz fazla paraya calisan bir kuzenim var, aileden zengin falan da degil.

    kendisi yeni iphone cikinca 24 ay vadeye girip napar eder alir.
    2 kez araba degistirdi 26 yasina kadar.
    her hafta sonu bilmemnerde pazar kahvaltisi qeyfi turk kahvesi qeyfi bilmemne.
    kuafore gidip 450 liraya sacini sariya boyatir.
    olmayan parayi harcayan, orta sinif olmayi kabullenememis bir stereotype kisacasi.

    gecende geldi yine "ya ben bu itunes'tan nasil aticam bu sarkilari bilgisayarimdakileri sildim falan filan". dedim spotify diye bisey var gosterdim begendi baya. ama tabi ayda 10 lira gibi astronomik (!) bir ucret oldugunu duyunca vazgecti. 2 saat itunes'la cebellestik.

    bir onceki iphone'u bozuldugunda yuzlerce fotografi da telefonla birlikte tarihe gomulmustu. bilgisayarda yer olmadigi icin bilgisayara da atmamis. la dedim cloud kullansana hangi devirdeyiz. 50 gb ayda 3 lira gibi yine astronomik (!) bir rakam oldugu icin hic sicak bakmadi.

    sanirim bu insanlarin tek para harcama amaci cevresindeki insanlara hava atabilmek. onun disindaki hic bir seye para harcamayi sevmiyorlar, ne kadar cuzi bir miktar olursa olsun. o anda fakirlikleri aklina geliyor ama statu yukseltmeyle ilgili her seye sinirsiz para harcanabiliyor.

  • dinleyeni, seveni, sayanı gözümde otomatik olarak kalitesizleşen kişi. adına aşk dedikleri ve büyük çoğunlukla salt aşk ile zerre alakası olmayan taklit ve kopya ilişkileri hayatının merkezine koyan zavallılarca girdiği o ağır abla tripleri karizmatik bulunur. "ah ulan biz neler çektik be" temalı leş arabesk kültürün on yıllardır genelde erkeklere hitap etmesi ulaşılmamış kitleler doğurdu, bu durum da aynı kültürün pop soslu lacivertini günümüzde doğurdu. benzerleri hep vardı ancak imaj olarak bu en güncellenmişi ve genele hitap edeni. sürekli bir dert hali, 1.çoğul şahıs ekli kopya sözler. "'rakı candır'cı kadın modeli" de bunu dinleyen kitle işte. erkekler de geri kalır mı tabii modern arabeskten, hemen nasipleniyorlar.

    özet tanım: türkiye'ye yakışan kalitedeki pop yıldızı.

  • bir takım adaletsiz ve aynı zamanda dini istismar eden bir kalkınma modeli benimsemiş bazı party'lerin son zamanlarda ısrarla savunduğu çok çocuk yapın, en az 3 çocuk, artık çamaşır makinesi de var beş çocuk vs gibi argümanların bir zamanlar romanya'sında kanun ile zorla uygulandığı, ve ülkede adeta psikolojileri tamir edilemez nesiller yarattığı gerçeği...

    tavşan gibi üreyen suriyelileri de buna eklediğimizde ülkemizi bekleyen korkunç karanlık ile ilgili olarak, daha önceden bizzat yaşanmış olan bu akıl almaz örneği açalım...

    kendime not: sözlükten bir arkadaşım ile 1997 doğumlu bir suriyelinin ikinci çocuğu olmasını konuştuktan sonra aynı gün bu bilgiye ulaşmak da ironik oldu.

    önce müzik: https://www.youtube.com/watch?v=qfg9adar8yy

    regl polisleri

    evet yanlış okumadınız, regl polisleri.

    romanya’nın diktatörü nikolay çavuşesku'nun size çok enteresan gelecek bir özelliğini söyleyelim önce. iktidarı sırasında ihtişamlı konuşmalar yapmayı çok severdi..ihtişam merakı çok fazlaydı. kendine saraylar inşa ettirmişti. .. karısı dahil kendi ailesinden 40 kişiyi hükümette yetkili makamlara getirdi. ne kadar tanıdık değil mi, ha karısı ha kızı.

    çavuşesku, 1966 yılında, yani iktidara gelişinin ertesi yılında kürtajı yasakladı. ana hedefi aynı grupta yeni oy potensiyelleri yaratmak ve ‘nüfusu hızla arttırarak’ romanya’yı güçlendirmek idi. sanırım o da her kurt politikacının kendi cahil oyveren kesimine yaptığı gibi; dış güçlerin romanya'yı güçsüz bıraktığını ve ülkenin güçlenmesi için nüfusunun da artması gerektiği argümanını savuruyordu sürekli...çavuşesku da 5 çocuk istiyordu ve 5 çocuk yapmayanlar ağır vergilere tabi oluyordu.

    regl polisi dediğimiz hükümet ajanları, jinekologlar ise belirli yaşa ulaşmış kadınları kontrol edip yeteri kadar çocuk doğurup doğurmadığını tespit etmeye başladılar... herşeyi hükümete ispiyonlayan ajanlar. ben sanki bu ispikçileri de hatırlıyorum bir yerden.

    çavuşesku’nun bu önlemleri istenen sonucu verdi. kürtaj yasağının ardından bir yıl içinde romanya’da doğum oranı iki katına çıktı. ..fakat bir sorun vardı. yaşam standartları çok düşük olan romanya’da aileler o kadar çocuğa bakamıyordu... allah allah, hem yaşam standardı düşük hem de deli gibi ürüyorlar, bak bu da tanıdık geldi.

    bu durum karşısında, daha çok yakın bir zaman önce ülkemizde duyduğumuz "tecavüz edilen kişi çocuğunu doğursun, o bakmazsa devlet bakar" cümlesinin neredeyse aynısı bundan 40 yıl önce bir romanya politikacısı tarafından fakir romanyalılara karşı söylendi.

    "devlet sizden iyi bakar. doğurup yetiştirme yurtlarına bırakın.”

    yetimhanelerdeki çocuk sayısı hızla artmaya, hatta yeni yetimhaneler açılmaya başlandı ülkede.

    ...ve dananın kuyruğu kopmaya başladı.

    zira, çavuşesku yönetiminin devrildiği 1989 yılında, yetimhanelere terkedilmiş çocuk sayısı inanılmazdı.

    tam 170 bin çocuk.

    üstelik bu çocukların yaşam şartları oldukça kötü durumda idi. boston çocuk hastanesi çocuk hastalıkları bölümünde dr. charles nelson, bu yetimhaneleri ilk kez ziyaret ettiğinde gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı. küçücük çocuklar, herhangi bir dış uyaran olmadığı halde parmaklıklı bebek yataklarında tutuluyordu. her 15 çocuğa bir bakıcı düşüyordu, ve bakın burası çok enteresan, bu bakıcılara kesin talimatlar verilmişti:

    "çocuklar ağlasa bile kucağa alınmayacak, yakınlık ve şefkat gösterilmeyecek"

    zira yakınlık ve şefkat çocukları daha fazlasını istemeye yönlendirecekti ve böylesi bir ihtiyacın karşılanması ise sıkı bir disiplin ile yürütülen bu yerlerde imkansız idi. çocuklar tuvalet ihtiyaçlarını yan yana dizilmiş lazımlıklarda hep birlikte gideriyor, hepsi tek tip giysi giyiyordu.

    ağlamaları karşılıksız kalan çocuklar bir süre sonra ağlamamayı öğreniyordu. kimse onları kucağına almıyor, kimse onlarla oynamıyordu. temel ihtiyaçları (beslenme barınma temizlik giydirilme vs) gideriliyor ama çocuklar duygusal yakınlık, destek ve herhangi bir duygusal uyarandan yoksun yaşıyorlardı.

    tanık oldukları karısında epey şaşıran bu batının ahlaksız kişisi, 'bükreş erken müdahale ekibi' denen bir ekip kurdu. baktı ki bu çocukların ortalama ıq puanı 100ün epey altında 60lar 70ler civarında idi. beyinlerinin eeg'si çıkarılmış ve nöral etkinlik çok düşük düzeyde bulunmuştu.

    ...ve bu nelson denen pezevenk, çok ahlaksız bir program başlattı. yetimhanede büyümenin kişilik gelişimine etkisi ortaya çıkarıldı. hükümet politikası eşliğinde yeniden biçimlendirildi. romanyalı kimsesiz çocukların çoğunluğu ya yeniden ailelerinin yanına yerleştirildi ya da hükümetçe denetlenen programlarla evlatlık olarak verildi. uyguladıkları program kapsamında yaşları 6 ay ve 13 yaş arasında değişen 136 çocuğu aile sahibi yaptı.

    2005 yılına gelindiğinde, ciddi düzeyde engeli engeli olanlar dışında, çocukların 2 yaşından önce bu tür kurumlara verilmesi kanun ile yasaklandı.

    *

    son olarak bir haber vererek bitireyim de ufkunuz 2 katına mı çıkar kaç katına çıkar siz karar verin. romanya'da yetimhanelerde 170 bin çocuk var demiştik ya...şubat 2016 itibariyle türkiye'deki zor şartlar altında doğan suriyeli bebek sayısı (resmi açıklanan rakam): 150 bin...yukarıdan verilen emir ile zor şartlarda doğan türk bebeklerinin sayısı dahil değil buna.

    ...and counting very fast.

    sadece 3 hafta sonra gelen edit: tavşan gibi ürüyorlar efendim, durduramıyoruz. 2016 yılı eylül ayı sonu rakamı: 177 bin
    (bkz: nur topu gibi 177 bin suriyelimiz oldu)

  • birinci dünya savaşı, o günleri yaşayanların deyimiyle cihan harbi başlayınca dedemin dedesini askere almışlar. kastamonu'daki hemen her erkek gibi, uğruna türküler ağıtlar yakılan çanakkale'ye göndermişler. büyük dedem o ayrılık gününü anlatmıştı bir kere; babasını uğurlarken sadece helva yapabilmişler yolda yesin diye. kendi yememiş, dört yaşındaki oğluna, büyük dedeme vermiş. köyün tozlu yolunda yürüye yürüye uzaklaşmış. "bubamdan kalan tek hatıra bu" derdi büyük dedem. zaten ilk başlarda bir iki mektup gelmiş, sonra mektuplar kesilmiş. bu arada dayısını da çağırmışlar askere. yaklaşık iki sene sonra da, sadece künyeleri geri gelmiş gelibolu'dan, ikisi de şehit olmuşlar.

    gelibolu'dan gelen o mektupların birinde duymuş dedem ilk mustafa kemal'i. hep merak etmiş o büyük adamı. işgal olmuş, isyan başlamış, savaşlar bitmiş, kurtuluş gelmiş. herkesin dilinde yine kemal paşa. derken "cumhuriyet" ilan edilmiş. bir gün, duymuş ki inebolu'ya gelecek mustafa kemal paşa. çok istemiş, evin tek erkeği olarak anasıyla ninesini bırakıp gidememiş, gidenleri dinlemiş. sonra işte, tesadüf ki yaşı gelince onun da askerliği ankara'ya çıkmış. çankaya'daki o eski köşkün bahçesinde çok nöbet tutmuş. yemin ederek anlatırdı "atatürk geceleri hiç uyumaz, ışığı hiç sönmezdi" diye. öyle bir sevmiş ki o günleri, askerliği bitince memleketinden bile vazgeçmiş. kocasıyla kardeşini savaşta kaybetmiş elif anasını da almış, yeni ülkenin başkentine, umutla ankara'ya gelmiş.

    mustafa kemal bu toprağın insanına özgürlük, medeniyet, barış vermedi sadece. o, belki de en çok, yüzyıllarca bitmeyecek umut ve inanç verdi. dünyanın en çorak coğrafyasına cumhuriyet ağacını dikti. her şeye rağmen içimizdeki bu bitmeyen umut ve susmayan direniş, o koca ağacın dallarıdır, şehit dedelerimizin mirasıdır.

    nur içinde yatsınlar.

    (bkz: #63766047)

  • türk ordusu rusya ordusu'ndan güçlüdür şeklinde zırvalıklarla elestirilebilen bölgesel güç.

    bir de demiş yeni doktrin falan.

    doktrin dediği de sadece zayıf ordu ve militanlara karşı etkili olabilecek olan sihalar.

    nükleer silahın yok, kendi üretimin uçağın tankın yok, bir aydan uzun sürecek topyekün savaşı kaldırabilecek petrolün yok ama rusya ordusundan güçlüsün.

    yaramıyorsa içmeyin...

    edit: rusya ukrayna savaşı gösterdi ki rusya ordusu tam bir fıs. nükleer gücümüz yok, petrolümüz yok ama savunma savaşında rusya'yı her türlü yeneriz.