hesabın var mı? giriş yap

  • portekizce kader anlamina gelen bir kelime ve portekizlilerin gururu, dünyaca ünlü müzikleri.
    19. yüzyil ortalarinda lizbon sahilindeki izbe gece klüplerinden, kerhanelerden çikmis feryat gibi bir müziktir fado. hüzün, izdirap, hayal kirikligi yüklü ve tüm bunlarla beraber portekizlilere özgü bir kaderciligi isleyen sözler afrika, arap ve iber yarimadasi ezgileriyle; basta gitar olmak üzere flüt, klarnet gibi enstrümanlarla bütünlesmis, bu güzeller güzeli müzik çikmistir ortaya. tüm zamanlarin en ünlü fado sarkicisi, ki fadista denir bunlara, hiç süphesiz amalia rodrigues'tir.
    bugün dulce pontes de basarili bir fadistadir.

  • eğitim sırasında şarjörünü kaybeden asker son derece ciddi söylemiştir;

    "- fazla şarjörü olan var mı?"

    nokia şarj aleti soruyor sanki anten.

  • daha birinci sınıfın ikinci haftasında önündeki kıza "sevgilim" diyen çocuğu kızın öğretmene şikayet etmesi, öğretmenin öğrenciyi çok feci dövmesi akabinde çocuğun "sevmek günah mı?" diye bağırarak ağlaması.

  • gün ortasında cep telefonum çalar.
    -alo, naciye sen misin?
    -yanlış aradınız sanırım beyefendi.
    -niye?
    -çünkü ben naciye değilim.
    -dıt dıt dıt

    iki dakika sonra yeniden aynı numaradan aranırım.
    -alo, naciye.
    -beyefendi siz hangi numarayı arıyorsunuz.
    -napıcan?
    -yanlış mı arıyorsunuz yoksa size yanlış mı verildi o numara onu anlamaya çalışıyorum.
    -ya orası benim on beş yıllık evimin numarası, niye yanlış arayayım.
    -enteresan, bu numara cep numarası ama, evinizde cep numarası mı kullanıyorsunuz on beş yıldır.
    -nasıl (bu ‘’niye’’ ve nasıl’’ sorularını soruşu çok komik olduğu için adama kızamıyorum ve gülmeye başlıyorum)
    -sanıyorum siz başına arayacağınız ilin telefon kodunu koymadan arıyorsunuz.
    -kod mu koyuluyor.
    -evet, hangi şehirdesiniz siz?
    -napıcan?
    -kodunu koyucam, töbe töbe.
    -tamam bi de öyle deneyeyim.
    -bi zahmet.

    on dakika sonra tekrar arar.
    -alo
    -kodunu koydum aradım, doğru demişsin, sağol demek için aradım.
    -rica ederim.
    -benim kafam biraz zor basıyor da bu işlere. telefonu yeni aldım.
    -hayırlı olsun. lütfen koduyla beraber kaydedin, yoksa her seferinde benim numaram çıkar.
    -tamam, hadi görüşürüz
    -görüşürüz (ne, nasıl, niye, yok ya görüşmeyiz, hopp amcaaa…)
    -dıt dıt dıt

  • mekan: sakarya üniversitesi eğitim fakültesi b blok 3102 nolu salon
    ders: eğitim tasarımı

    öğretmen: soru 4 yazın öğretim tasarımına koyulan...
    öğrenci: öğretim tasarı...?
    öğretmen: ...mına koyulan

    2. quiz ve 70 kişilik sınıf iptal oldu.

  • domatesin buzdolabında değil, oda sıcaklığında tutulması gerektiği. bunun sebebi dolapta saklanan domatesin doğal lezzetini kaybetmesiymiş. diyelim ki birkaç gün içinde tüketmeyeceksiniz, bu sebeple dolaba koydunuz. yine de domatesi tüketmeden önce bir gün kadar oda sıcaklığında tutmak lazımmış. bu bir günlük sürede domatesteki bazı enzimler tekrar aktif olur ve lezzeti güzelleşirmiş.
    kaynak

    muz da oda sıcaklığında tutulmalıymış. amma öyle raf üzerinde, hele plastik poşette hiç olmazmış. muz asacaklarını sadece göze hitap eden biraz gereksiz bir aksesuar sanmışımdır hep. halbuki bi işlevi varmış. muzun havayla temasını sağlıyomuş o. asmayıp da bir yüzey üstüne yatırırsak havayla temas etmeyen, yani yüzeye değen kısmı kararır, bozulurmuş.
    kaynak

    ilaveten, meyveler dolaba konurken değil, yenilmeden hemen önce yıkanmalıymış, tazeliklerini daha uzun bir süre koruyabilmeleri için tabi. satın aldığınız meyveyi bir gün içinde yiyecekseniz, çilek gibi çabuk bozulan bir meyve bile olsa oda sıcaklığında bekletmeliymişsiniz.
    kaynak

    patates ve soğan farklı sepetlerde tutulmalıymış mesela. beraber olurlarsa daha çabuk bozulurlarmış.
    kaynak

    aldığı sebze meyvenin yarısını çöpe atan biri olarak ufkumu ikiye katlamış ve muftak harcamamı ikiye bölmüştür. belki çoğunuz bunları zaten biliyodur ama benim gibi mutfak cahillerinin işine yarar, bulunsun.

    bonus olarak, geçmeye başlamış, hepten yumuşamış marul, yapraklarını koparıp yarım saat soğuk suda tutulunca bi silkinip kendini topluyomuş. onun da ömrünü uzatmak için tüyolar var ama bana zor gelir, ister okuyun ister resimlerine bakın şurdan: kaynak.

    edit: bu da fandango'dan gelsin. hafif bozulmuş rengi solmuş kırmızı eti bir süre soğuk suda bekletince taptaze kıpkırmızı etiniz oluyomuş. yalnız kaynak olarak kasabını gösterdi. kanıt olarak kasapla çekilmiş bir resmini istiycem şimdi. resim gelene kadar siz yine de denemeyin.

  • bu baba:

    amerika'da ise; "tabi korunmak şartıyla" diye ekler.
    fransa'da ise; "tabi fransızca konuşması şartıyla" diye ekler.
    rusya'da ise; "tabi ayık olmak şartıyla" diye ekler.
    türkiye'de ise; "tabi bir daha kalkmamak şartıyla" diye ekler.

  • bugün annem " barışma ihtimaliniz yok mu? ben size vereceğim evi hazırlamış, işsiz kalırsanız sermaye veririm iş kurarsınız diye para ayırmıştım." dedi.

    hani donup kalınır ya bazen. kaldım öyle bi an, kafamdan binlerce şey geçti. " aldatıldım, başkasına gitti anne" dedim en sonunda. sonra ağladı annem. bana kıyamazmış öyle dedi. teselli etti beni ağlarken.

    annemi ağlattığın için ilk defa nefret ettim senden. o da bi anlık, "mutlu olmaz umarım" dedim. sonra kıyamayıp "yok yok olsun tabi lan." dedim.

    beni ne hallere düşürdüğünü bilmiyorsun bile belki. onunla mutlusunuz. vicdanınız bile sızlamıyor, biliyorum.

    insan insana bunu yapar mı?