*

  • konrad lorenz'in kitabı. almanca özgün adı: er redete mit viehen, vögeln und den fischen (1949). çev. evrim tevfik güney. yay. cumhuriyet kitapları. kitap adının mota mot çevirisi: "sığırlarla, kuşlarla ve balıklarla konuştu"

    "gri gerdanlı yaban kazları temizlik açısından asla evcilleştirilemezler!" konrad lorenz - hz. süleyman'ın yüzüğü

    "uçabilen ama insandan ürkmeyen bir kuşu, belli bir yerden uzak tutmak, deveye hendek atlatmaktan zordur."

    "zarar verme yeteneği ve eğilimi, yüksek düzeyde gelişmiş hayvanlarda, ne yazık ki artan zeka düzeyleri ile doğru orantılı olarak artar."

    "genç bir üniversite öğrencisiyken ailemin viyana'daki konutunda ihtişamlı, büyük yeleli, gloria adlı dişi bir başlıklı maymun (cebus fatuellus) besliyorduk; gloria benim çalışma ve yatak odamdaki çok geniş bir kafeste kalıyordu; evdeysem ve onu göz önünde bulundurabilecek durumdaysam, kafesinden çıkartıp serbest dolaşmasına izin veriyordum. (...) gloria (nasıl yaptıysa kafesten çıkmış), bronz masa lambasını durduğu yerden çekip indirmiş, odanın bir ucundan öteki ucuna sürüklemişti; ama o bunu yaparken lambanın fişi takılı olduğu yerden çıkmamıştı; gloria lambayı en üstteki, içi deniz suyu dolu akvaryumun olduğu yere çıkarmış, bronz lambayı çekiç gibi kullanıp akvaryumun kalın kapağını parçalamış, lamba suyun içine düşmüştü. kısa devrenin nedeni işte buydu!"

    "özgür yaşayan bir kuşla bu derece yakın bir ilişki kurabilmiş olduğumu düşününce şaşıp kalıyorum: ve bu olguyu, cennetten kovulma sürecinin bir parça da olsa yavaşlatılmış, hatta geriye çevrilmiş bir biçiminin verdiği tuhaf bir mutluluk hali, bir çeşit tatmin olarak yaşıyorum."

    "doğru dengenin sağlanması halinde, akvaryumun bakıma falan ihtiyacı yoktur! daha büyükçe balıklardan, özellikle şu akvaryum diplerini karıştıranlardan feragat edilecekse, hayvanların dışkılarından ve ölen bitkilerin parçalarından peyderpey oluşan çamurun da bir zararı yoktur. aksine, başlangıçta steril olan tabanı verimli kılacağı için iyi bir şeydir bu."

    "büyüklüğü, avlanma hırsı ve öldürme yönteminin incelikleri diğer avcı hayvanlarla kıyaslandığında, kaplan, aslan, kurt, katil balina, köpekbalığı ve eşekarılarının bütün o şanları, şöhretleri bir anda eriyip gider; bunlar kuzu gibi dağılırlar bizim dytiscus larvasının yanında."

    "yırtıcı larvaların bir diğer örneği de, daha az cani, daha nazik, hatta mavi-sarı renkleriyle daha güzel diyebileceğimiz bir larva ve gene bir çeşit yusufçuk olan büyük kız böceği larvasıdır (aeschna cyanea). bu böcek erişkin haliyle bir uçuş ustasıdır; böcekler arasında bir şahin..."

    "gelgelelim büyük kızböceğinin "bumerangı" bir dil değil, yapı değişikliğine uğramış, birbirinden bağımsız iki parça ve bir de kerpeten benzeri tutamaçtan ibaret alt dudağıdır."

    "fakat bu bağlamda -yabani kanarya hariç- hiçbir hayvan, sıcakkanlılık ve ateşlilik konusunda, kızışma dönemindeki eril dikence balığının, bir siyamlı kavgacının ya da kuluçka dönemindeki bir çiklit balığının eline su dökemez."

    "çoğu dövüşçü balıkta olduğu gibi siyamlı kavgacının saldırıları da aslında ısırarak değil, dikenlerle yapılır."

    "tıpkı kendisine yakın akraba başka türlerin yaptığı gibi siyamlı kavgacının havadan yapılma satosu, suyun yüzeyini bir parça aşacak biçimde birbirine sıkı ve sağlam bir şekilde eklemlenmiş, ağda gibi yapışkan tükürüğüyle sıvadığı küçük hava baloncuklarından, köpüklerden ibarettir."

    "dişi balıklardan daha güzel olanını, yani daha önce elde etmek için çabaladığı dişiyi alan erkek takastan memnundu. fakat diğeri, güzel eşini elinden aldığım ve yerine daha önce bizzat reddettiği dişiyi koyduğum erkek balık, tek kelimeyle, öfkelenmişti."

    "pek az kuş, hatta gelişmiş pek az hayvan (koloni kuran böçekler başka bir yazının konusu), kargalarda görülen derecede gelişmiş bir aile ve topluluk yaşamına sahiptir."

    [kipling'in (ormanlar çocuğu) kahramanı mowgli'nin kendisini "kurt" olarak görmesi gibi. çok* da -tabii konuşabilseydi- kendisini insan olarak tanımlardı kesinlikle. ama çırpılan kara kanatların verdiği işaret, bireysel deneyim sonucu edindiği değil, doğuştan getirdiği bir itkiye yol açıyordu: "beraber uçalım!"]

    "örneğin şu sıralar baktığım -ve onun da mensubu bulunduğu- toplam altı kazdan oluşan bir sürü arasında, kanatlılara özgü bir verem enfeksiyonundan kurtulabilen tek dişi kaz, hayatının şimdiye kadar olan kısmını tavuklardan oluşan bir topluluğun yanında geçirdi."

    "dişi hayvanların kendilerini erkek cinsiyetindeki insanlara, erkeklerinin de kadınlara yakın hissettikleri yönündeki "çaprazlama kuralı" denen şey, kuşlar için geçerli değildir; genellikle öne sürüldüğünün aksine, papağanlar için de geçersizdir bu kural. (...) küçük kargalar ağızlarında tuttukları besini, dilleri aracılığıyla, beslediği yavrularının ya da dişilerinin gırtlağına kadar iterler. gene de bu beslenme hırsına kapılmış karga, kulaklarımı, sadece ben ağzımı ona sunmadığım zamanlarda, daha doğrusu şansını önce ağızdan yana denedikten sonra "kullanıyordu"."

    "bu kuşlarda doğuştan gelen, devralınan içgüdüsel düşman aşinalığı, bizim küçük kargalar için geçerli değildir, onlar bunu bireysel deneyimleriyle öğrenmek zorundadırlar. hem de bunu ilginç bir şekilde, tam bir gelenek gibi devrederek yaparlar: ebeveynler bireysel deneyimlerini çocuklarına, nesilden nesile devrederler.

    küçük kargalar düşmana karşı tepki olarak, bir tek şeyi doğuştan "bilirler": üstünde siyah, sallanan ya da çırpınan bir şey taşıyan canlıya öfkeyle saldırılır; bu esnada hayvan, bedeni öne eğik, yarı açık kanatlarıyla titreyerek, keskin metalik yankısı insana bile amansız bir öfkeyi anlatan, çığırtkan bir uyarı sesi çıkarır."

    "kökeni açısından bakıldığında "çığrışma-tepkisinin" anlamının, bir yırtıcı tarafından saldırıya uğramış türdeşlerini korumaya yönelik olduğu su götürmezdir. eylemin amacı mümkünse türdeşini kurtarmak ya da en azından, yırtıcıya, ileride karga avlamasını tamamen imkansız kılacak raddede avı zehretmektir."

    "küçük kargalar, doğumlarını izleyen ilkbahar aylarında nişanlanmış olurlar; oysa çiftleşecek olgunluğa ancak bir sonraki baharda erişeceklerdir. yaban kazları da aynı şekilde. (...) genç karga aşırı bir güçle etrafa "tafra" atmaya başlar; bütün hareketlerinde bir kasıntı hali gözlenir; etkilemeye yönelik davranışlar sergilemekten bir türlü vazgeçmez ve sürekli olarak omuzlarının iki yanı birleşik, boynu dik dolaşır."

    "yaşlı erkekler* bütün bu prosedür süresince, bildik kısa, alt perdeden seslendirdikleri ince uçuş çağrısından, derin tınısı ve uzunluğuyla belirgin bir şekilde ayrılan esrarengiz bir çağrı yapıp duruyordu. diyelim ki uçuş çağrısı ince bir "kya" gibiyse, diğer özel çağrı bir "kyuh" ya da "kyoh" gibiydi. çağrıyı daha önce duymuştum, bunu hemen hatırladım zaten, ama anlamını yeni keşfediyordum."

    "köpekleri iyi tanıyan herkes, akıl almaz bir kesinlikle efendisine sadık bir köpeğin sahibinin odayı, köpeği hiç ilgilendirmeyen bir niyetle mi terk etmeye hazırlandığını, yoksa hayvanının can attığı gezintinin mi başlamak üzere olduğunu akıl almaz bir kesinlikle efendisinin yüzünden okuduğunu bilir."

    "pür dikkat kesilmiş, sahibine hizmet etmeye hazır, sahibinin ağzından çıkanı duymaya hazır bir köpek, akıl almaz işler yapar. (...) bizim kültütel coğrafyamızı tanıyanlar "akıllı hans" adını hatırlayacaklardır. bir sayının "küpünü" bile hesaplayabilen başka atlar da vardı; hatta bir airdale-terrier'i olan harika köpek rolf, işi, sahibesine kendi vasiyetnamesini yazdıracak kadar ileri gitmişti."

    "dostum otto köhler'in, neredeyse çırılçıplak kalana kadar tüylerini yolan "geier" (akbaba) adında çok yaşlı bir gri papağanı vardı. öyle ahım şahım bir yanı yoktu bu papağanın, ancak dil konusunda gösterdiği yetenekle kendini bağışlatmıyor da değildi. "iyi sabahlar" ve "iyi akşamlar"ı tam yerinde kullanır ve evdeki misafirleri ağırlamak için ayağa kalktıklarında memnun ve kalınca bir sesle "eh, artık güle güle" derdi. unutmayalım ki sadece gerçek bir ziyarette, gelenler gerçekten gitmek üzere ayağa kalktıklarında ve vedalaştıklarında yapıyordu bunu."

    "kuşlar yüksekte, yukarıda olan şeylerden hemen korkuverirler; bu korku, yüksekten gelen yırtıcı kuşlarla ilgili olarak doğuştan gelen (orta beyin programlarında yerleşmiş) bir davranıştır."

    [hayvanın ister istemez kafeste esir yaşadığı bu dönem boyunca hansl'ın* insanı şaşkınlığa uğratan bir konuşma ustası olduğunu öğrendim. neler demiyordu ki! en başta da, hemen köye giden yolun kenarındaki bir ağaca tüneyen serbest bir gri kargayı gören köy çocuklarının gelip geçerken söylediklerini tekrarlıyordu. yaşadığı aşağı avusturya'nın o yöresine özgü deyişlerle "na işte, duydun mu, gel bi, bak hele, bak şurda tünemiş, duyuyor musun, ferdl, na bak, na şurda tünemiş!" vb. vb. deyip duruyordu. (...) ortadan kaybolduğu o uzun sürenin ardından tekrar ortaya çıktığında daha önce bilmediği yepyeni bir cümle öğrenmişti: haşarı köy çocuklarının sesiyle şöyle diyordu: "demir çubukla yakaladık!"]

    "kuzgunlar, küçük kargaların "hadi birlikte uçalım" anlamına gelen "kya" sesine karşılık gelen sesler çıkartırlar: kalın, gür, ekolu ve biraz da metalik bir "rakrak" ya da "krakkrak" sesidir bu. (...) belirtmem gereken önemli nokta, o kalıtımdan getirdiği, kendine miras kalmış bu davranış tarzını (programlanmış bir şekilde) tekrarlarken türünün bireylerine kalıtımla geçmiş ses tonlarını çıkarmıyor, bunun yerine tam bir insan sesiyle "roa! roa! roa!" diye bağırıp, uyarıp duruyordu. (...) eşine "kalk gidelim" demek istediğinde "krakkrakkra" diye bağırması, insan dostuna karşı ise "insan" diliyle konuşması ilginçti..."

    "evet *tek gözle bakıyordu, çünkü gri kazlar, diğer birçok kuş gibi, bir şeye dikkatlice bakmak istediklerinde tek gözlerini odaklarlar."

    "bunun üzerine küçük bir hareket yaptım; ağlamayı kesti; boynunu uzatmış hevesle selamlar vererek bana doğru geldi: "vivi, vivi..."* bunun çok etkileyici olduğunu inkar edemem, ama anne kaz rolü üstlenmeye de hiç niyetim yoktu doğrusu."

    "kısa zaman içinde hiç uyanmama gerek kalmadan, uykumda "gangangang" demeyi öğrendim. hatta sanırım bugün bile deliksiz uyurken birisi gelip de bana "vivivivivi?" diye fısıldasa aynen böyle cevap veririm."

    "çalışkanlığın simgesi haline gelmiş arılar ve karıncalar bile günün büyük kısmını miskin miskin geçirirler; bu üçkağıtçılar, çalışmadıkları zamanlarda yuvada olduklarından, göze görünmezler sadece, o kadar."

    "küçük kaz yavrularına ihtiyaç duydukları huzur verilmezse, hem fiziksel hem de ruhsal yönden fazlasıyla zorlanırlar. örneğin ben, hayatının ilk günlerinde küçük martina'ma aşırı yüklendim, şüphesiz; bu yüzden ufaklığın gelişimi biraz gecikmişti; zayıfladı ve sinirli, huzursuz oldu."

    "hangi hayvanı seçmek gerektiği, çeşitli faktörlere bağlıdır; bunlardan öncelikle önem taşıyanlardan biri kişinin seçim konusu olan hayvana yönelik beklentileridir. ama daha da önemlisi kişinin günde bu uğraşa ayıracak zamanının ne kadar olduğudur; bunların arasında ayrıca hayvanı edinecek kişinin gürültüye karşı hassasiyetinden tutun da eve giriş çıkış saatlerine kadar benzer birçok başka unsur yer alır."

    "kentteki bir evde köpek beslemenin gaddarlık olduğunu sanma. köpeğin mutluluğu senin onunla birlikte ne kadar zaman geçirebileceğine, sana eşlik edebileceği yolların sayısının çokluğuna bağlıdır. ardından ödül olarak şöyle on dakikalık ortak bir gezinti gelecekse, çalışma odasının önünde saatlerce beklemesi onun için dert değildir. kişisel dostluk bir köpek için her şey demektir. ancak böyle bir dostluğun sana o ölçüde az bir yükümlülük ve görev yükleyeceğini de sanma ve bunu unutma; çünkü sadık bir köpekle kurulmuş dostluk bozulması artık imkansız bir dostluktur. bu dostluğu bitirmek, onu birilerine vermek, bir cinayet işlemek ile eşanlamlıdır."

    "tanrı bu hamsterleri sırf kentte yaşayan zavallı hayvanseverler için yaratmış herhalde. en azından bu nadide sanat eserine, evde bakılabilecek hayvanların sahip olması gereken bütün hoş özellikleri vermiş, rahatsız edici olanların tamamını da itinayla seçip çıkarmış. hamsterler ısırmaz, daha doğrusu kobay fareleri ya da evcil tavşanlar ileri gitmezler bu konuda."

    "en gelişmemiş hayvanlar hariç diğer bütün hayvanlar alışkanlıklarına bağlıdırlar; bir kez alıştıkları yaşam biçimini hiçbir şekilde değiştirmeye yanaşmazlar. bu nedenledir ki, uzun süreli bir esaretten sonra ansızın serbest kalan her hayvan, kafesine giden yolu bulabilmesi halinde, kafesine geri dönmek ister. gelgelelim, küçük kuş türlerinin çoğu bunu başaramayacak kadar aptaldır."

    "gelgelelim insan hayvanın duymaktan korktuğu bu emri verir vermez bir pişmanlık hisseder, çünkü sessiz sedasız, adeta sürünerek kafesinin yolunu tutan hayvan, emre karşı gelmek için aslında can atmaktadır, ki böyle bir durumda eğiticilik açısından bakıldığında geri adım atmak asla doğru olmayacaktır."

    "aslında yırtıcı kuş sınıfı mensubu bütün kuşlar, örneğin ötücü kuşlarla ya da papağanlarla kıyaslandığında, oldukça aptal hayvanlardır; özellikle de dağlarımızın ve kurmaca edebiyatımızın o en "kartalı" olan kaya kartalları, bütün büyük yırtıcı kuşlar arasında en aptal olanlarıdır."

    "kuzgunlar, malezya papağanları ve şahinler zevk için uçan kuşlardır; uçma yeteneklerinin onlara kattığı zenginliğin tadını oynaya oynaya çıkarırlar."

    "erken taş devri ile geç taş devri'nin kesiştiği zaman diliminde bir yerlerde, palustris canis familiaris adı verilmiş, ufak tefek, şüphesiz çakaldan türemiş ve yarı evcilleştirilmiş bir hayvan olan pomeranya köpeğinin izlerini buluruz. bulguların çıkarıldığı kuzeybatı avrupa'da o zamanlar büyük olasılıkla herhangi başka bir çakal türü kalmadığından ve ayrıca bu hayvanın ev hayvanı olarak kullanıldığına ilişkin belirgin izler bulunduğundan, taş devri'nin, kazıklar üzerinde inşa edilmiş evlerinde yaşayan insanlarının kuzeybatı avrupa'ya gelirken onları beraberlerinde getirdikleri konusunda şüpheye yer kalmıyor."

    "damarlarında çakal (canis aureus) kanı yanında bir de yeterli ölçüde kurt (canis lupus) kanı dolaşan köpek cinsleri, bugüne dek tanıdığım bütün köpekler arasında, türün en sadık örnekleridir. kuzey kurdu cinsi, aureus-köpeklerinin kendi aralarında çaprazlama yöntemiyle çoğaltılması sonucunda, yani dolaylı olarak evcilleştirilebilmiştir."

    "köpeğin yaşamının en önemli süreci olan bu "bağlanmaya yatkınlık ya da isteklilik dönemi", aureus kanı taşıyan ırklarda çoğunlukla sekizinci ay ile on sekizinci ay arasında, lupus kanı ağır basan köpeklerde ise altıncı ay civarındadır."

    "lupus kanı taşıyan köpekler seçkin, özel bir topluluktemeline dayanan, dövüşürken ölümüne bir dayanışma gösteren hayvanlar oldukları için ve bundan dolayı insanlarda hayranlık uyandırdıklarından, kim olduğuna fazla aldırış etmeden tasmasının ucunu tutan herkesin peşinden gidebilen aureus köpeklerinden kayda değer biçimde ayrılırlar."

    "ayrıca lupus köpekleri sınırsız sadakatlerine ve bağlılıklarına rağmen boyun eğici hayvanlar değillerdir. seni kaybederse kahrından ölür, ama sen onu onursuz bir ölüme sürükleyecek hiçbir buyruğuna boyun eğdiremezsin; en azından ben bunu beceremem -belki de daha iyi bir köpek eğiticisi bunu yapabilir. (...) lupus köpeği, kişisel olarak sana olan bağlılığından asla vazgrçmeyecektir, ama buna rağmen her zaman belli bir çerçevede kendi özel yaşamını sürdürecektir." konrad lorenz - hz. süleyman'ın yüzüğü
hesabın var mı? giriş yap