• araştırmacı gazeteci yazar:
    -sayın meslektaşlarım şimdi kürt sorunuyla ilgili yazdığım kitap hakkında soru ve görüşlerinizi bekliyorum.
    2. sınıf özel üniversite mezunu torpilli kırmızı ojeli saçları yapay sarı ve fönlü salak muhabir:
    -şimdi ben kürt sorunuyla sizin kadar ilgili değilim ama bu sabah kahvaltıda kürt böreği yedim bi sorun olur mu?
  • konunun kendisi yeterince karışık, derin bir tarihi geçmişe sahip ve birden çok değişkene bağlı olmasına karşın, ısrarla tek taraflı biçimde anlaşılma(ma)ya çalışılan, tarihsel veriler, olgular, hadiseler üstünden konuşmaktan ziyade, aristo mantığıyla üretilmiş eksik önermeler ve kıçı başı ayrı oynayan çıkarımlarla muğ[t]laklaştırılmaya çalışılan bir sorundur kendisi. ki böyle hassas konularda, hangi verilerle yola çıktığınız, hangi verileri gözardı ettiğiniz, kullandığınız verileri hangi maksatla ve nasıl değerlendirdiğiniz fazlasıyla hayati meselelerdir, konunun tümüne hakim olmak için yapmamız gereken de, birkaç cümleyle ifade edilebilecek ve çoğunlukla tek taraflı ve eksik, kendi konumunu haklı çıkarmak için işine gelen verileri gene işine geldiği biçimde kullanarak yaratılan çıkarımları, sayfalarca yazmak, birden çok başlıkta defalarca dile getirmek, yani zaten kafanızda şablon biçimde geliştirdiğiniz birkaç önermeyi her defasında haklı çıkarmak için, tümdengelimciliğin ve tümevarımcılığın en fütursuz, kolaycı ve klişeleşmiş söylemleriyle konuyu laf salatasına boğmak, böylece eksik ve havada kalan kısımların üstünü örtmeye çalışmak değil, meselenin tüm boyutlarını konunun ciddiyetinin gereketirdiği biçimde, gerekli çalışma alanlalrı ve disiplinleri içinde değerlendirerek objektif olmadı en azından makul bir şekilde sonuca bağlamanızdır. bu sadece akademik bilinçlilik ya da etikle ilgili değildir, konunun kendisinin gerektirdiği ahlaki ve toplumsal sorumlulukla, kendinizi ne kadar doğru ve haklı bir tarafa yerleştirmek istediğinizle ilgilidir.

    konu hakkında neyin ne olduğunu tartışmak için, öncelikle bahsi geçen eksik, hatalı, bir ölçüde hastalıklı ve bozuk plak gibi tekrarlanan çıkarımları ortaya koymak gerekiyor.

    1)türkiye'de demokrasi sorunu olsa da, kürtlerin gösterdiği tavır, dış mihrakların etkisiyle bunu bahane ederek isyan etmek ve ihanet içine girmektir. kürtler'in ya da başkalrının varlığından bahsettiği sorunlar çoğunlukla gerekçi ya da haklı temellere dayanmamaktadır.

    2)bu sorun aslen dış mihrakların yarattığı ya da gelistirdiği bir sorundur, bu yüzden de türkiye'inin iç meselesi olmaktan ziyade, türkiye dışındaki güçlerin türkiye'ye karşı geliştirdikleri oyunların ürettiği yapay bir sorundur.

    3)kürtler'in feodal yapısı yani bunun ima ettiği şekliyle geriliği ve çağ dışılığı bu sorunun körüklenemesinde önemli bir etkendir ve kürtler bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmamakta, ısrarla bu yaşayış tarzlarını sürdürmektedir.

    1)türkiye cumhuriyeti devleti bir ulus devleti olarak, modernleşmeyi ve batı dünyasıyla entegrasyonu önüne hedef koyarak kurulmuş bir devlettir. dünyadaki tek örneği olmadığı gibi, kendisiyle yakın zamanlarda ya da öncesinde kurulmuş benzeri devletlerin gelişim süreçleriyle fazlasıyla paralellik gösterir. akademik literatürde bunun açıklaması(kendi entrymden alıntılayarak) şöyle yapılır:

    "ilk modelde milliyetçilik ve ulus inşa etme kendisini modernleşmeyle özdeşlestirir. bu modelde milliyetçilik geleceğe dogru, teknokratça(tepeden) inşa edilir ve uluslararasi bir yönelime dayanır. uluslararası topluma entegre olarak ulusal gelişme ve kalkınma hedeflenir, toplumun düzeni ve kültürü varolan çağdas değerler ve kavramlarla biçimlendirilir. bunun için eskiye ait olan değerler ve temeller yıkılır, toplum hızlı bir dönüşümle çağdas olarak adlandirilan değerlere yönlendirilir. üretim ilişkileri, çağın kapitalizmine uygun hale gelir ya da en azından, ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde şekillenir."

    türkiye cumhuriyeti tıpkı diğer benzerleri gibi bu radikal, hızlı dönüşümün sancılarını yaşamış, kendine göre siyasi tercihler yapmıştır. bunun dışında, etnik milliyetçilik sonucu gelişen çözülmelerle(yunanlılar, sırplar, araplar vs.) dağılan bir imparatorluğun mirasçısı olması yüzünden de travmatik biçimde korumacı ve güvenlik paranoyasına saplanmış bir zihniyet rejimin karakteristik özelliklerinden biri olmuştur. bütün bunların sonucu olarak, uluslaşma ve ülke güvenliğine verilen hayati önem için zorunlu vatandaşlık yani tepeden inmeci, dayatmacı bir kimlik ortaya çıkartılmıştır.

    bu tarihsel gerçeklerin kürtler'le olan ilgisi de kürtlerin türkiye topraklarındaki konumuyla ilgilidir. türkiye'de diğer birçok etnik gruptan farklı olarak kürtler gerek nüfuslarıyla, gerek belirili topraklar üzerinde geçmiş tarihlerden beri çoğunluk olmaları nedeniyle, gerekse de etnik özelliklerini(dil, kültür vs.) korumuş olmalarıyla, rejimin toprak kaybı ve bölünme hassasiyetlerinde üzerinde durulması gereken öncelikli sorunlardan birisi olarak yer almıştır. sevres anlaşmasında yer alan kürdistan tanımı, bu dönemde çıkan kürt isyanları bu hassasiyeti daha da pekiştirmiş, zorunlu vatandaşlığı daha katı ve sekter biçimde uygulanmasını getirmiştir.

    tam da bu dönemlerde ortaya çıkan dağ türkleri gibi söylemler, kürt kelimesinin kullanılmasının ismi konmamış biçimde yasaklanması, yakın tarihlere kadar kürtçe'nin kullanımının ve geliştirlmesinin anayasa dahilindeki maddelerle ve pratik kimi uygulamalarla önüne geçilmesi bütün bunların sonuçlarıdır. bunun dışında teoride birleştirici olduğunu iddia eden ve aslen ırkçı olmayan türk üst kimliği kavramı, pratik anlamı ve uygulamalarıyla fazlasıyla etnik bir vurguya işaret eder olmuştur, cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 türk devletini simgeleyen 16 yıldız, resmi tarihin sadece türk etnik grubunun(ve de islam) tarihinin anlatımıyla sınırlı kalması, türk kimliğinin parçası olarak kabul edilen rum, ermeni gibi azınlıkların karşılaştığı ayrımcılıklar ve türk milliyetçiliğinde ötekileştirilmesi, yıllar boyu hem resmi ağızlarca, hem türkiye'deki akademik çevrelerde ısrarla ve yagın biçimde dile getirilmiş olan kürtler'in de aslında türk olduğu, yani böylece kürtler'in zaten doğal olarak türk kimliğinin parçası olduğu iddiaları bunun en somut belirtileridir.

    2)dış mihrak meselesi konunun parçası olsa da tamamiyle konuyu açıklayacak bir veri değildir. uluslarası ilişkilerin doğası ve kuralsızlığı bu tür yöntemleri meşru kılar ve çeşitli sebeplerle hemen hemen her devlet, kendi çıkarları doğrultusunda başka ülkelerin meselelerinde muhattap ya da yönlendirici olur, hatta karşı faaliyetlerde bulunur. bu yüzden de, kimi ülkelerin, pkk konusunda, kürt sorununda geliştirdiği tavırlar şaşılacak ya da hiddetlenilecek olaylar değildir. ki dış mihrakların, konunun bir parçası ve etkeni olduğu kabul edidliği halde, ısrarla aynı kelamları edip, amerikayı yeniden keşfetmiş gibi işte dış mihraklar yapıyor her şeyi demek, çalaklaem birkaç cümleyle tüm konuyu dış mihrak faktörüne bağlamak zorlama olduğu kadar da akıldışı bir tavırdır. ancak zaten asıl sorun da uluslararası politikayı bilmemek ya da ısrarla öğrenmemiş gibi yapıp, aynı laf salatasını yapmak değildir. dış mihrak meselesinin bu kadar öne çıkartılmasının nedeni, kürt sorununun varlığının her türlü vurgusunu dışarda arama gayreti ve yukarda bahsedilmiş tarihsel süreçleri ve yaklaşımları yok sayma ve herşeyi güllük gülistanlık gibi gösterme isteğidir. böylece birçok konunun üstü kapatılmış olacak, konu hakkındaki tek taraflı yaklaşımlar haklı çıkarılacaktır. ki tarihte de görüldüğü üzere, kendi iç sorunlarıyla boğuşan hemen hemen her rejim, örgüt, parti lideri, sıkışmaya başladığı an dış güç jargonuna başlar, böylece üzerindeki yükü hafifletip, kendi konumunu ne kadar hatalı ya da eksik olursa olsun güçlendirmeye çalışır. asıl mesele dış güçlerin yaşanan sorunlarda parmağı olup olmadığını anlamak, varsa buna karşı ne yapılabiliri tartışmak değil, bu söylemi demoklesin kılcı gibi insanların üzerinde sallandırıp, asıl meseleleri hasır altı etmek, gündemden düşürmektir.

    3)cumhuriyet devrimi yapısı itibariyle tepeden inmeci ve modernisttir ve modernizmin ekonomik olarak anlamı da eski üretim ilişkilerinin yerini kapitalist üretim şekillerine bırakmasıdır. ayrıca cumhuriyet devrimleri ve birçok reform halkın iradesi ya da yaygın talepleriyle gerçekleşmemiş, modernist elitin halka rağmen halk için mantığıyla hayata geçirilmiştir. şapka ve kılık kıyafet kanunu, latin alfabesine geçiş, laiklik, kadınların seçme, seçilme hakkı ve diğer birçok kanun ve uygulama bunlara örnektir. ancak türkiye'de özellikle, feodal düzenin etkin olduğu, topraksız köylülerin yaygın olduğu güneydoğu ve doğu anadolu bölgelerinde bu düzeni ortadan kaldıracak toprak reformu gerçekleştirilmemiştir. bu bilinçli bir tercihtir, birçok yasayı halkın tepksine rağmen hayta geçiren rejim bu reformu yapmamıştır, zira eşraf denilen kesim ve toprak sahipleri ile rejim rasında sıkı bir işbirliği vardır. bu sınıfsal durumu bilmeden kürtler hakkında feodal ve gericilik suçlaması yapıp, sonra da bu bilgi karşısında, yuh artık bunun için de devleti suçluyorsunuz, höönkürüyorsunuz gibi ucuz, ajitataif laflarla en iyi savunma saldırıdır düsturuyla harekete geçmek de asıl gerçeği değiştirmemektedir(konu hakkında ajitasyon ve ipe sapa gelmez sataşmalar yapmadan önce, çağlar keyder, korkut borotav gibi türkiye'nin sayılı profesörlerinin yaptığı çalışmaların okunması tavsiye edilir öncelikle). bu tarihsel bilginin önemi şudur; modernist yapıya sahip cumhuriyet devrimi, yani ülkenini birçok yerinde kapitalist üretim ilişkilerine uygun yapıları ortaya çıkaran, bunun kültürel altyapsını sağlayan kurucu elitler dayandığı sınıfsal işbirliği ve karakteristik nedeniyle bölgede varolan çarpık ve modernizm karşıtı yapıyı değiştirmek için hiçbir şey yapmamış, hatta tam tersine devamlılığı için bölgedeki ağalara, toprak sahiplerine destek sunmuştur. ki bu durum, rejimin jakoben yapısıyla, yani birçok devrimi tepeden inme geçekleştirmiş olmasıyla beraber düşünülünce daha anlamlıdır. çarpıcı bir örnek olarak da; şu alıntı verilebilir:
    "...chp 1950 seçimlerinde en yüksek miktarda oy oranına ülkenin en geri kalmış feodal ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı bölgelerinde erişmiş, toprak reformu gibi bir sorunu olmayan gelişmiş bölgelerde oy oranı türkiye ortalamasının altında kalmıştır."

    yani toprak reformunun bilinçli biçimde yapılmadığı, ağalık düzeninin desteklendiği bir ortamda, hiçbir bilgi sahibi olmadan, bu da mı devletin hatası gibi sığ yaklaşımlarla konuyu bulandırıp üste çıkma numaraları hiçbir anlam ifade etmediği gibi, konu hakkındaki bilgi eskikiğini daha da fazla gözler önüne sermektedir. toprak sahiplerinin, ağlarının, rejimle yaptıkları işbirliği ve ortaklık sonucu devamını sürdürmüş olan bir düzeni kürtler'in üstüne yıkmak sadece ve sadece sığlık ve kürtlerin her şeyi sorumlusu olarak görme hastalığının belirtisidir. hangi kürt buna karşı çıktı diyerek, olayı sanki tüm kürtler bu düzenden memnunmuş gibi çarpıtarak, yılllardır doğudan batıya yapılan göçlerin nedenlerini bilmeme cehaletini ya da kurnazlığını göstermek de tutarsızlık değilse eğer, sadece ve sadece ülke gerçeklerine olan yabancılaşmanın en önemli göstergesidir. bütün bu cehalet ve sığlık, aynı kelamların farklı kelimlerle ifade edilerek yeni bir şeyler söyleniyormuş gibi yapılması ihtiyacını da daha anlaşılır ve daha açıklanabilir kılmaktadır.

    yani kısaca özetlemek gerekirse, modernleşme ve ulusallaşma sonucu gelişen tarihsel süreçler ve hem resmi ideolojinin hem de kürtler'in kendilerinin konu hakkındaki tarafgirlikleri ve yanlış politikaları, kürtler'in taleplerini bir türlü net ya da gerçekçi biçimde ortaya koyamamları konuyu günümüze kadar taşımış ve büyütmüştür. kürtler açısından reddedilen kimlikleri ve yoksayılan varlıkları ve zorla kabul edilmeleri istenen türk kimliği, rejim açısından geçmişten gelen bölünme korkusu ve ulus devleti her pahasına koruma güdüsü karşılıklı olarak sorunu beslemiş, resmi ağzıların ifadesiyle 29 kürt isyanın çıkmasına neden olmuştur. bölgeninin ekonomik geriliği, yapılmayan toprak reformu ve desteklenen feodal ilişkiler bütün bunların katalizörü olmuş, sorunun daha da katmerleşmesini sağlamıştır

    bütün bunlardan çıkacak sonuç, konunun tek bir tarafın hataları ya da yaptıklarıyla anlaşılamayacağı, konunun derin tarihsel olgulara dayandığıdır, geçmişi yargılamak, şu hatalıydı, bunlar ihanet etti demek yerine günümüzde geçmişte tekrarlanan olayların nasıl önüne geçilebilceğini, demokrasinin bu ülkede yaşayan her insan için nasıl daha işlevsel olabileceğini, tam anlamıyla gerçekçi ve diğer tüm alt kimlikleri kapsayacak bir üst kimliğin nasıl yaratılabileceğini tartışabilmek, bu ülkedeki her insan için zorunlu vatandaşlık yerine gönüllü vatandaşlık anlayışını yerleştirebilmek ve bütün bunları somut projelerle ortaya koyabilmektir.
  • öncellikle sorunun tespiti ve konu hakkında bilgi için

    (bkz: kürtler/@galatyphoon)

    (bkz: kürt feodalizmi)

    özellikle kürt feodalizmini anlamadan bu sorunu çözmek mümkün değildir.

    kürt sorunu, kürt feodalizminin, merkezi yönetim ve kendi arasındaki mücadelede, merkezi yönetimin elini zayıflatmak için bizzat emperyalist devletler ve kürt feodalleri tarafından icat edilmiş bir sorundur. böylece kürt feodalleri merkezi yönetimin gazabından kendilerini korumuş, sömürüye dayalı düzenlerinin devamını sağlamıştır. bu düzen dolaylı da olsa kürtlerin asimile olmasını ve ulus devlete entegre olmalarını engellemiştir.

    türk tarafı da, bu düzene hizmet edecek yanlış politikalar gütmüş, hem feodal düzenin devamını sağlamış hem de dolaylı da olsa kürt milliyetçiliğinin gelişmesine sebep olmuştur.

    aşiretler, merkezi yönetim ne zaman bölgede aşiret çıkarlarına ters hareket etse kürt milliyetçiliği kisvesi altında isyan çıkarmış böylece merkezi yönetimi bölgede sindirmiştir. merkezi yönetim de, bu oyuna gelmiş, güya kürt milliyetçisi aşiretlere karşı yine güya devletçi aşiretleri kollamıştır. mesela korucular bu politikanın bir eseridir. bir aşiretin kürt milliyetçisi (barzanici) yada devletçi olması tamamen konjonktüre bağlıdır. bu seçimin altında fikri derinlik aramak bölgeyi tanımamak demektir. şöyle ki;

    söz gelimi hakkari’de 6 tane büyük aşiret vardır*. bunlar;

    baskê çep (sol kanat)
    ertuşi
    jirki
    diri

    baskê rast (sağ kanat)
    pinyanişi
    oramari
    dorski

    burada sol-sağ siyasi anlamda sol-sağ değil, aşiret gruplaşmasını gösterir(milan-zilan hikayesi). pinyanişi aşireti isyanlara katılmamış bunun karşılığında devletten çıkar elde etmiştir. buna karşılık diğer cenahtaki aşiretler ise zaman zaman kürt milliyetçiliği gütmüşlerdir. fakat zaman zaman devletçi göründükleri de olmuştur. pinyanişi aşireti ile aynı tarafta olan oramari aşireti 1930’da oramar isyanını çıkartmış olsa da artık devlete bağlıdır. işte bu nokta bize aşiretlerin devlet tarafında yada pkk tarafında olmalarının tamamen konjontürel nedenleri olduğunu gösteriyor. oramari vaktinde isyan etmiş bile olsa şimdi devlet tarafında olabilirken, ertuşi şimdi kürt milliyetçisi olarak bilinse bile duruma göre her an devlet tarafına geçebilir. yani ne devlet ne de pkk hiçbir zaman aşiretlerin tamamını kendi taraflarına çekemeyecektir. bu düzenin tabiatına aykırıdır. çünkü aşiretlerin çıkarları çatışır. bu yüzden hiçbir zaman hepsi aynı tarafta olamazlar. işin ilginç yanı pkk da, devlet de bunu bilir ama her ikisi de sadece kahrolsun aşiret düzeni diye slogan atsalar da, düzenin devamına politikaları ile destek verirler.

    görüldüğü gibi sorunun çözümü için bölgede feodalizmin yıkılması gerekir. kürt feodalizmi yazısında, bu düzenin en altında kadınların olduğu belirtilmişti. işte bu nokta kilit noktadır. aşiret düzenini yıkmak isteyenler (gerek devlet gerek diğer güçler) hep piramidin en tepesine yani aşiret liderlerine odaklanmıştır. halbuki bir lider gider diğeri gelir. eşek çok olduktan sonra ona semer vurmak isteyen eksik olmaz. aşiret düzenine karşı uygulanacak strateji kadınlar üzerine ve sülale tipi aile yerine çekirdek aileyi kurmak üzerine olmalıdır. yani kadınlar statü atlatılmalı, böylece piramidin yapısı bozulmalıdır. bu beslenme piramidinin en altında bulunan bitkilerin yok edilmesi (benzetmede kadın sömürüsünün durması) ile bütün ekosistemin yok edilmesine benzer. aslanları tek tek öldürerek, aslanlar yok edilemez. bir aslan gider diğeri gelir. aslanlar azimle yok edilse bu sefer sırtlanlar meydana çıkar. fakat bitkileri yok ederseniz, geyikler yok olur. geyikler yok olursa, aslanlar da yok olur. benzetecek olursak burada bitkiler kadınlar, geyikler hane reisi erkekler, aslanlar ise aşiret liderleridir.

    kadınların bu çarktan çıkarılması ve düzeninin yıkılması için bölgenin hayvancılık ekonomisinden kısmen sanayi ekonomisine geçirmemiz gerekir.

    bu amaca ulaşmak için artık elimizde daha önce olmayan bir silahımız var. tekstil sektörü ve diğer emek yoğun sektörler !

    bu sektörlerin yapısı itibariyle maliyetleri daha çok emek bedelidir. bu yüzden çok büyük istihdam sağlarlar (türkiye genelinde 3 milyon kişi, 10 milyon kişiye de dolaylı ekmek) türkiye’nin batısında kurulmuş bu sektör artık emek maliyetlerinin artması yüzünden tabir caizse can çekişmekte, diğer ülkelere* kaçmaktadır. halbuki, bu ülkenin doğusu halen söz konusu ülkeler ile emek maliyeti bazında rekabetçidir. fakat asgari ücretin, sanki bütün ülke aynı kalkınmışlık seviyesindeymiş gibi her yerde aynı seviyede olması, bu bölgenin istikrarsız olması ile de birleşince yatırım için cazip olmaktan çıkarmaktadır eğer asgari ücret, die tarafından her şehrin şartları gözetilerek açıklanır ise bir çok tekstil yatırımı yurtdışı yerine bu bölgeye gidecek ve bölgenin sanayi toplumuna geçiş süreci başlatılacaktır. bu sürecin bir kere başlaması yeterlidir. kendi kendine yeterli bir süreç olacaktır. asgari ücretin her yerde eşit olmaması bir çok eleştiriye yol açacaktır. kesinlikle bu eleştirilere kulak tıkamalı, politik doğruluk zaman zaman sonuca ulaşmanızı engeller. unutmamalı ki, cehnneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir. bazen pragmatik olmakta fayda vardır.

    devlet bölgede tekstil fabrikaları için merkezi yerlerde (şehir merkezlerinde) organize sanayi siteleri kurmalı ve bu sitelerin güvenliği ne olursa olsun sağlanmalıdır. zaten pkk’nın da artık bu sitelere eskisi gibi ağır silahlar ile saldırması pek mümkün değildir. saldırsa bile bu onları 20 yıl geriye götürecek tekrar bölge halkı ile karşı karşıya kalacaktır.

    1- kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanmalı, fabrikalarda kadınlara 50-60 % kontenjan şartı getirilmelidir. böylece kadınların para kazanması onların toplum içinde statüsünü artıracak, eskisi gibi statülerini artırmak için doğurganlıklarını kullanmayacaklardır. çekirdek tipi aileye dönüşüm başlayacaktır.

    2- fabrikalar aynı zamanda birer eğitim merkezi olmalı, fabrikalarda türkçe kursları, aile sağlığı ve doğum kontrol dersleri düzenli olarak işçilere verilmelidir. böylece bir şekilde feodal düzen tarafıdan bypass* edilmiş türk eğitim sistemi ve medeniyet arka kapıdan bölgeye girecektir.

    3- koruculuk sistemi mümkün olan en kısa zamanda kaldırılmalı, silahlar toplanmalıdır. koruculara maaş verileceğine, türkçe kurslarına** gitmiş ve akabinde sınavlarda başarılı olmuş insanlara tek seferlik ücret verilmelidir. (bu tip uygulamalar avrupa’da da vardır)

    4- fabrikalarda ve bölgede çocuk işçi çalışıtırılmasına kesinlikle engel olunmalıdır. bu hayati bir meseledir. bölgede tam bir çocuk sömürüsü vardır. eğer çocuk işçi sorunu çözülmez ise, kontrolsüz çocuk yapmak bütün bu önlemlere rağman yine de cazip kalacaktır. çocuklar medeni dünyada olduğu gibi okutulmalıdır, sömürülmemelidir. bu da çocukların haneye gelir getirici halden, gider sebebi haline getirecek, feodal sistemin altını oyacaktır.

    5- zamanında batıya göç etmiş yada köyleri boşaltılan insanlara, bölgeye geri dönmek şartı ile fabrikalarda işe girmek konusunda öncelik verilmelidir. böylece hem köy boşaltma sonucu mağdur olan insanların mağduriyeti giderilir hem de batıya göç etmiş kürtlerin batıda feodalleşip, tepki olarak, ırkçılığın ülkede gelişmesi önlenir. bu da gayet önemli bir maddedir

    6- toki bölgede konut projeleri gerçekleştirmelidir. böylece köyden kente göç eden insanlar için medeni yerleşim imkanı sağlanmalıdır. bu konutlar çoğu zaman 2 odalı olmalı dolaylı olarak yine çekirdek aile dikte ettirilmelidir.

    görüldüğü üzere bölgede insanlara türkçe öğretmek en çok üzerinde durduğumuz konulardan biri. bu çok önemli. tek bir ulus olacaksak, aramızda dil birliğinin bulunması şarttır. sakın yanlış anlaşılmasın, kürtçe yasaklansın demiyorum ama desteklensin de demiyorum. yasaklar ile asimilasyon olmaz. kürtçe serbest olmalı ama türkçe devlet eliyle desteklenmelidir.
    (eğer birisi olurda “ba ba ba, resmen asimilasyon istiyor, ayıp ayıp” diyecek olursa, seni kiniyorum ve sana laflar hazirladim, haberin olsun.)

    peki, bu yol garantili mi ? hayır değil. açıkçası bu süreç çok zorlu bir süreçtir. daha önce, kürt feodalizminin hem kürt milliyetçiliğinin ana damarı olduğunu ama aynı zamanda da bir kürt devleti önündeki en büyük engellerden olduğundan bahsetmiştim. eğer, kürt feodalizmi yıkılırsa ve kürt toplumunun ulus develete entegrasyonu ve sanayi toplumu olma süreci başarılı olmaz ise işte o zaman tam bir felaket olacaktır. bu sürecin sonu #7928096 nolu yazıda belirtilmiştir. kürtler, kürt milliyetçliğinin kucağına itilecek, tabir caiz ise, eskiden sadece elimiz kangren iken kangren tüm vücudumuza yayılacaktır.

    böyle bir risk varken, bu yola girmek toplumun bütün kesimlerinin onayının alınması gereken bir konudur. giderek bu yapının içinde olmadığı halde mağdur konumuna düşen batı insanı ödeyebileceği bedeli bilmeğe hakkı vardır. zira tek çözüm yolu bu değildir !
  • çözümünün federalizm yolundan geçtiğine inanan insanları çelişkiye düşüren sorun. federalizm, coğrafi olarak ayrılmış kültürel - etnik gruplara belli yetkilerin devrini ve bu yetkilerin anayasal yolla koruma altına alınmasını gerektirir. avrupa veya ortadoğu'daki birçok devlette görülen etnik-kültürel grupların, ülkemizde coğrafi açıdan kesin bir bölünmüşlük içerisinde olmadığını söylemek yanlış olmaz. söz konusu bir federal anayasanın çözüm vaadiyle yürürlüğe girmesi durumunda kürt nüfus'un yoğun olduğu güneydoğu bölgesine devredilecek yetkiler ve özerklik, türkiye çapında bir kürt sorununa değil, yalnız ve yalnız güneydoğu anadolu bölgesi'nin sorunlarına yönelik olabilir. bu bölgenin dışında ege'de marmara'da karadeniz'de yaşayan milyonlarca kürt'ün kültürel haklarına bir katkı sağlamaz.

    merkeziyetçi yönetime sahip bir devletin ise etnik ve kültürel gruplara ahlaksal özerkliklerini koruyan haklarını teslim etmesinin üniter yapıyı bozacağı inancını destekleyecek her hangi bir bulguya da rastlanmamıştır. yüzyıllardır süren etnik çatışmaların doğurduğu acı sonuçlardan yeni yeni kurtulan avrupa'da kültürel hak devrini gerçekleştiren nice üniter yapılı devlet vardır. korsika ve güney fransa'daki azınlıklarına kültürel haklarını teslim eden fransa'nın üniter yapısına zeval gelmediği gibi tabandan gelen taleplerin karşılanması yönetsel yapıyı daha da güçlendirmiştir. türkiye'de ise halkların ırk ve coğrafi temelli bir azınlık statüsüyle anayasada belirtilmesi gibi bir yöntemin çözüm olacağına inanmamakla beraber, kültürel hakları tanınmış vatandaşlık ekseninde tasarlanan bir çözümün ırkçı bir bölünmeden daha çağdaş olacağını düşünmekteyim.
  • ahmet insel radikal2 de cok guzel yazmis;
    **
    bugün türkiye'de elinde silahla dağda dolaşmak, yasallığı bir kenara bırakalım, hangi meşruiyete tekabül edebilir? hiçbir silahlı eyleme girişmeseler bile, pasif savunma adı altında silahlı ünitelerin kırsal bölgelerde varlığını sürdürmelerine asgari demokratik bir yapıda kabul edilebilir, göz yumulabilir mi? bir kişi veya bir toplumsal grup, talep ettiği hakları almak için silahlı mücadele yöntemini seçtiğinde ve katıksız terör eylemi olarak tanımlanacak eylemlere giriştiğinde, "karşılıklı ateşkes" çağrısı türünden girişimler meşru olabilir mi?
    türkiye'de kürt kimliğinin en ufak bir ifadesinin bile yasak olduğu, en küçük bir girişimin devlet şiddetinin zincirlerinden boşanmasına yol açtığı bir dönemde, bu baskıya isyan edilmesi ve bu isyanın elde silah direnmeye dönüşmesi, yöntem olarak desteklenmese bile, anlaşılabilir bir tepkiydi. bugün ise, kürt sorununun türkiye'deki açılımlarının geldiği ve yeni açılımların gelmesinin kısa vadede olanaklı olduğu bir ortamda silahlı bir varoluş tarzının gereklilik ve meşruiyetine inanmak, bunu bir kazanım olarak algılamak, kürt sorununun giderek daha fazla kanayan bir yaraya dönüşüp, kangrenleşmesinin baş nedenlerinden biri olmak anlamına geliyor.
    1 eylül dünya barış günü vesilesiyle demokratik toplum hareketi adlı partileşme girişimini yürütenlerden bir grup, bir demeç yayımladılar. açıklamada, "başbakan erdoğan ve hükümeti, cesur ve kararlı olmaya, demokratikleşme programını açıklamaya, operasyonları durdurma iradesini göstermeye, güvenlik güçlerini, toplumun demokratik tepki ve reflekslerine karşı şiddet kullanımı yerine hoşgörülü olmaya, başta halkımız olmak üzere, türkiye toplumunu provokasyonlardan uzak durmaya ve sağduyulu olmaya davet ediyoruz" denildi.
    bu bildiride eksik olan önemli bir yan vardı. hükümeti operasyonları durdurma iradesi göstermeye davet ederken, silahlı biçimde örgütlenmiş bir grubun türkiye cumhuriyeti toprakları üzerinde bulunma hakkı ve bu varoluş tarzının meşruiyeti sorgulanmıyordu. içlerinden çoğunun iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bu kişilerin demeçlerinin gözler önüne serdiği düşündürücü nokta, güvenlik güçleri ile pkk'nın halk savunma güçleri adını verdiği, kendilerini gerilla olarak tanımlayan ünitelerin bilinçli veya bilinçsiz biçimde aynı düzlemde algılanmasıydı. bu da bir kez daha açıkça gösterdi ki, türkiye'de kürt sorununun çözümsüzlük batağına saplanmasına yol açan ve orta vadede, bugüne kadar yaşananlara benzemeyen türden vahim ve kanlı mecralara girmesini istemeden de olsa olgunlaştıran bir zihniyet ve değerler sorunu var. türkiye'de kürt sorununun şiddet yöntemiyle çözüleceğine aklen inanmasa bile, -ki belli ki bir kesim akıl yoluyla da buna inanıyor-, bu yöntemi benimseyenlere kalben bir yakınlık duymanın tarif ettiği bir zihniyet ve değerler sorunudur bu.

    nasıl yurtsever?
    almanya'da yayımlanan özgür politika gazetesi, 23 ağustos tarihli sayısında mezopotamya haber ajansı kaynaklı şu haberi yayımladı: "hpg anakarargah komutanlığı, 12 ağustos'ta mersin il merkezinde bir otomobilde meydana gelen patlama sonucu yaşamını yitiren şeyhmus sarı ile ilgili açıklamada bulundu. hpg anakarargah komutanlığı'nın açıklanmasında şunlara yer verildi: 'mersin il merkezinde yaşanan bir kaza sonucu değerli bir yurtseverimizi kaybettik. şeyhmus sarı isimli yurtseverimiz kürt özgürlük hareketine ve mücadelesine bir çok katkıda bulunmuş ancak yaşanan kötü olay onu daha fazla çaba vermesinden alıkoymuştur. ailesi, yakınları ve kürt halkına başsağılığı diliyoruz'."
    mersin'de arabanın içindeyken üzerinde taşıdığı bomba patlayan kişi nasıl bir mücadelenin temsilcisiydi? bu "yurtsever kişinin", eğer bomba elinde patlamasaydı, kürt özgürlük hareketi mücadelesi için vermeye devam edeceği çabalar ne türden çabalar olacaktı? kısaca sorarsak, mersin'de elinde patlamaya hazır bomba ile dolaşan bir "yurtsever" ne yapmaktadır, yaptığını nasıl tarif edebiliriz?
    maçka'da kent merkezine alışveriş için inen üç pkk-hpg'linin, şüphe üzerine kaçarken çatışmaya girmelerini pkk yayın organları, "eylemsizlik kararı vermiş militanların yargısız infazı" olarak sundular. eylemsizlik kararı vermiş militanlar silahlarıyla maçka'da ne arıyorlardı? bu yayın organlarının iddia ettiği gibi, silahlarını gömüp kasabaya gelmiş militanlar, polisle nasıl çatışmaya girer ve onları yaralayabilirlerdi?
    bismil çevresinde güvenlik güçleriyle çatışmaya giren pkk grubu, orada piknik mi yapıyordu? pkk medyasında ifade edildiği gibi, "çatışma başlayınca halk destek için cepheye mi yürümüştü?" cephe ne demektir? çatışmada ölen türkiyeli yurttaşlarımızın cenazelerini almaya gidenlerden bazılarının, "burası kürdistan, türkiye değil" diye bağırmalarını yeni bir "serdilhan" olarak yayın organlarında sunanlar, gerçekten de bir filistin intifadasına öykünmüyorlar mı? önce yaşar büyükanıt dile getirdi diye, türkiyeli demokratların neden bu tespiti geçersiz kabul etmeleri veya yokmuş gibi davranmaları gereksin?

    duygu boşalması mı?
    çatışmada ölenlerin arkasından ailelerinin, yakın çevresinin yas tutması, üzüntülerini bazen aşırı davranışlarla dile getirmeleri anlaşılır bir olgudur. ama bu kişilerin "kürt özgürlük hareketinin şehitleri" mertebesiyle türkiye toplumu tarafından tanınmalarını talep etmek ve bu talep en temel demokratik hakmışcasına bunu ifade etmek ne demektir? benzer biçimde, abdullah öcalan'ı bugün kürt sorunun yegane muhatabı olarak kabul edilmesini talep etmek, sorunun çözümü yolunda güvenli adımlarla ilerlemek olarak değerlendirilebilir mi? bu bir aymazlığın mı, yoksa türkiyelilik olgusuyla kafasında köprüleri bütünüyle atmış olmanın mı işaretidir? ya da sıkışmışlığın, çaresizliğin üzerini örtmek için sarılınan bir duygu boşalması halinin mi?
    bütün bunları, olayın bütünü içinde küçük bir detay veya köşeye sıkışmış bir örgütün çırpınışlarının tezahürü olarak ele alanlar olacak. kafasını bunlardan başka yöne çevirip, "başta halkımız olmak üzere, türkiye toplumunu provokasyonlardan uzak durmaya ve sağduyulu olmaya çağırıyoruz" demeyi siyasal cesaret örneği olarak sunanlar da, bu tavırlarıyla sorunun bir parçasıdırlar. siyasal cesaretin bugün demokrat olma iddiasındaki türkiyeli kürtler için geçerli kıstası hamasi barış ve kardeşlik nutukları atmak değildir. pkk'nın temsil ettiği ve yukarıda açıkça sahiplendiği "yurtseverliği", onun arkasında yatan zihniyeti ve onun eylemlerini telin etmektir. gerisi ucuzculuktur.
    türkiye'de jandarması ve polisiyle güvenlik güçlerinin işlediği her türlü hak ihlaline karşı çıkmak türkiyeli tüm demokratların birincil görevidir. seferihisar'da olduğu gibi, bir güvenlik gücü sorumlusunun provokasyonuyla, bir kişisel ihtilafın türk-kürt çatışmasına döndürülmesi teşebbüslerini lanetlemek, bunların toplumsal bilinçte etkisiz kalması için tüm girişimlerde bulunmak da. hükümete, vaat ettiği demokratikleşme girişimlerini somutlaştırması ve bunları en kısa zamanda hayata geçirmesi için ısrarla talepte bulunmaya devam etmek de. ama bunlar tek taraflı bir girişim olarak kaldıkça, başarısızlığa mahkum olmaları kaçınılmazdır.
    bugün vatanseverlik/yurtseverlik örtüsü altında bilinçli veya bilinçsiz sergilenen provokasyonlar bölücülüğün hasıdır. mersin il merkezinde elinde patlamaya hazır bomba ile dolaşmak da, tam bu türden bir "yurtseverlik"tir. bölücülük amaçlı bir terör eyleminin peşrev anında yaşanmış "kötü" bir olaydır. bunun adının açıkça konması ve yüksek sesle dile getirilmesi, "en başta halkımıza" türünden ifadeleri kullanarak siyaset yapmaya kalkanların demokratik inandırıcılıklarının asgari ölçütüdür.
    türkiye'de sadece popülizm düzen partilerinin tekelinde değildir. bu popülizmin benzerini bugün kürt kimliği üzerinden siyaset yapma çabası güdenler de sergiliyorlar. türk ve kürt milliyetçiliklerinin "yurtseverlik", "vatanseverlik" sloganlarıyla körüklendiğini gün be gün görüyoruz. istisnasız herkesin kısa ve orta vadede kaybedeceği bir oyuna giriyoruz. bu, ömer laçiner'in birikim dergisinin eylül 2005 sayısında, "yeni mecrasında kürt sorunu" başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, cephelerin "milli aidiyetlere" göre tarif edilmeye başlandığı bir oyundur. ve bu oyunda karşı cephelerde yer alan kürt milliyetçiliğinin yoğunlaşma noktası olarak pkk çevresi ve türk milliyetçiliğinin en kaba, en şoven kesimlerinin sıra neferleri, aslında türkiye toplumunun demokratik beraberliği için verilen mücadeleye karşı birlikte omuz omuza dövüştüklerini bilmeden, boğaz boğaza gelmiş olacaklardır.
    gene de biz, bu karamsar tablonun dönemsel bir karamsarlığın etkisiyle çizilmiş olabileceğini belirtip, yakın geleceğimizin bütün bunların bir vesvese olduğunu gösterecek güçlü gelişmelere gebe olmasını temenni ederek bitirelim.
    **
  • türkiye'deki kürt kesimini temsil konumunda olan kişiler için de yüzleşmenin gerekli olduğunu düşündüğüm sorun. bugüne değin ülkede uluslaşma sürecinde yaşanan sorunlar, kürt kimliğinin yadsınması, kürtlere yapılan bazı haksızlıklar kürtlerin mağdur bir etnik gruptan öte algılanmasının önünde engel oldu ve ezen ceberrut bir devletle ezilen mağdur haksızlığa uğramış bir ulus paradigması inşa edildi.

    evet kürtler cumhuriyet döneminde devletle hep sorunlu ilişki içinde oldular. bu sorunlu ilişkide devletin yadsınamayacak hataları oldu. bu hatalar da öyle münferit diye geçiştirilecek türden hatalar değildi. ancak kürtler sadece kürt oldukları için mağdur olduklarını düşündükleri duruma düşmediler. kurulmakta olan bir ulus devlette ulus devletin asli unsurundan farklı en büyük kitle olmalarından kaynaklanan sorunları reddedemeyiz ancak kürt olmalarının ötesinde sosyolojik durumlarından, feodal yapılarından, dinsel taassuplarından kaynaklanan nedenlerle de devletle karşı karşıya kaldılar. örneğin cumhuriyet daha henüz kurulmuşken patlak veren şeyh sait isyanı bir sürü özelliği bünyesinde barındırıyordu. şeyh sait denen adam güçlü bir zaza (tabi kürt-zaza ayrımı başka bir konudur) aşiretinin önde gelen kişisi idi. feodal bir ağa diyelim. buna ek olarak önde gelen bir nakşi şeyhi idi. adı üstünde zaten şeyhti. bu da olayın dinsel boyutu. örneğin bu muhterem, necip fazıl kısakürek'in son devrin din mazlumları kitabında da yer alır. yine bu feodal-dinsel sosyolojik yapının sonucu olarak düzenli bir devlet otoritesini kabul edemezdi elbette. bir de bu tip kişilerin her zaman harici unsurlar tarafından manipule edilebildiği gerçeği var ki bunu da şeyh sait isyanı'nda ingiliz parmağı olarak görüyoruz.

    dersim, irili ufaklı diğer çatışmalar ve son olarak da pkk. hepsi teker teker ele alınıp incelenebilir ama bahsetmek istediğim konu bu değil. burada üzerinde durmak istediğim kürt aydınlarında ve bir kısım solcularımızda olan, kürtlerle ilgili olan her şeyi kutsayıp bütün olumsuzlukları bütün kötülükleri devlete ya da başka faktörlere yıkma eğilimi. feodal kürt gerçekliklerini gözardı etme yaklaşımı. etnik ayrımcılık yapmam zaten düşünülemez. genel olarak bu ülkenin tüm sathında bir düzeysizlik bir feodallik hakim. ülkenin geneline hakim olan orta anadolu mentalitesi hakkındaki görüşlerim bilenlerin malumudur.

    somut durum itibari ile ülkede iki ana etnisite mevcut. türkler ve kürtler. şimdi bu bağlamda ulus devlet, türk üst kimliği, türkiyelilik, atatürk'ün türk tanımı ayrı konular olarak açılımlanabilir. ama bunu da geçiyoruz. ülke olarak tanzimattan beri çağdaşlaşma çabası içinde olan ve bu çabayı tabandan değil tavandan (saray bürokrasisi, askeriye, cumhuriyet elitleri) enerji ile yürütmeye çalışmış ve çalışıyor olmamız da ayrı bir vakıadır. bu çağdaşlaşma elbette cemaat-aşiret toplumundan çıkıp cemiyetleşmeyi gerektirmektedir öte yandan. yüzyılların köhnemiş lokal/genel töreleri, cemaat/aşiret ilişkileri de ve kültür olarak addedilen bir sürü şey çağdaşlaşmanın gerekleri ile çatışmıştır ve çatışagelmektedir. örneğin evrensel ölçütlerde laik bir hukukun yerleşmesi ve tam anlamıyla kökleşmesi çoğu zaman toplumun değer yargıları, kültürü ve kültürü şekillendiren dinsel algılayışları ile çelişmiştir. laik hukuk mirasta kadın ve erkeğin eşit haklar almasını savunur, toplumda yerleşik mentalite ve dini referanslı miras hukuku bunun aksini vaz eder, çağdaş hukuk monogamiyi şart koşar, yerleşik anlayış dörde kadar kadını erkeğe hak görür. bu böyle gider. bu denilenler başlangıçta türklerle kürtler için ortak olmuş olmakla birlikte, coğrafi şartlar, türklerin özellikle yüzyıl başında kürtlere oranla daha çok şehirleşmiş olması askeri/idari bürokrasinin de devletin yapısı itibari ile çoğunlukla türklerden oluşması türkler açısından çağdaş kriterlerin daha hızlı özümsenebilmesi sonucunu doğurmuş ve geçen süreçte tepeden de olsa yapılan düzenlemeler türk toplum yapısında içselleştirilebilmiştir. her ne kadar bazı arızalar çıksa da. bu arada yapmakta olduğum türk-kürt ayrımı etnik bir ayrımdan ziyade coğrafi/sosyolojik bir ayrım olarak ele alınmalıdır. bir kısım sosyalistler kürt geri kalmışlığının coğrafi olarak nedenselleştirilmesine burjuva yaklaşımı diye burun kıvırsalar da realite budur. bu topraklarda gerek ekonomik ve gerekse sosyolojik gelişim batıya doğrudur.

    aslında çok daha gidebilecek bir konudur ama son noktada vurgulamak istediğim sorunu tek ya da bir iki faktörle değil bir sürü faktörle birlikte değelendirmek gerektiği hususudur.
  • kürt sorunu 13 ekim 1994 yılında insan haklarından sorumlu devlet bakanı azimet köylüoğlu'nun amerikanın sesi radyosu'na, "600 köy ve 800 mezranın yakıldığını" açıklamasıdır.
  • tekrardan gündemin tamamını işgal etmeye başlayan mesele.

    bugünkü gündemimiz...

    yüksekova'da çatışma: 3 ölü, 16 yaralı
    van'da mayın patladı: 3 er şehit
    van valiliği'ne bomba bırakmak isteyen iki kişiye suçüstü
    hakkari'de 7 kilo plastik patlayıcı ele geçirildi
    gül: irak'ta türk-kürt düşmanlığı senaryosu var
    roj tv protestosu

    ısrarla askeri mücadele ile çözülmeye çalışılan kürt sorunu gördüğümüz kadarı bir tam turu tamamladı, tekrar 1990'lara geri döndük. yalnız bu sefer çatışmalar dağda olmayacak, şehirlerde olacak gibi duruyor.

    statükocu zihniyet ile nereye kadar gideceğiz ? son 20 senemizi, binlerce can ve milyarlarca $ heba ettiğimiz bu topraklar için bir 20 sene daha böyle geçmesine hazır ve razı mısınız ? herkes bir kere daha düşünsün !
  • 2005 tarihi itibariyle durum şudur:

    kürt sorunu artık dünya sorunudur.
    türkiye karşıtı avrupalıların ve kürdistan'ın kuruluş çalışmaları nedeniyle bu kulübe dahil olan abd'nin çabalarıyla artık bu sıfat kullanılabilir.

    avrupalıların her türden saldırıları, terörist pkk cinayetleri ve güneydoğu anadolu illerindeki kürt yurttaşların pkk yanlısı gösterileri türkiye'yi sindirmeye yöneliktir.

    dur bakalım ne olacak.

    adet yerini bulsun edit'i: kuzey ırak, suriye, iran tarafları gözden kaçırılmış değildir, başlık, "türkiye'deki kürt sorunu" olarak algılanmıştır.. ırak, iran, suriye vs. global anlamdaki "kürt sorunu" üzerine cev cev cev forum yapacak yerlerim ağrıyor ondan böyle aydın havası..
hesabın var mı? giriş yap