*

  • metin and'in turkiye is bankasi kultur yayinlarindan cikmis olan oyun ile alakali ender turkce kitaplardandir.
    is bankasi kitabi artik basmadigindan sadece sahaflarda bulunmaktadir.
  • turkiye is bankasi kultur yayinlari'na yapilan yeni baski israrlari sonucu yky'den cikan kitap*
  • ismi önce oyun ve büyü olacaktır. fakat büyünün başlıkta geçmesine izin vermezler, daha sonra neden bügü demiyoruz, aslında bügü zaten denir ve kitap artık aramızda.
  • yky'den indirimli temin edebileceğiniz, eşsiz kitap,harika kaynakça.oyun, etimoloji, sosyoloji ve halk kültürüyle ilgili herkesin kütüphanesinde bulunmalı.
  • "oyun ve bügü" kitabından yaptığım alıntılar, herhangi biri kitabı almadan önce göz gezdirir birinin işine yarar diye paylaşıyorum:

    and, metin, oyun ve bügü, yapı kredi yayınları, istanbul, 2007

    huizanga’ya göre oyun, kültürden öncedir, çeşitli kültürlerden çıkma ya da rastlantı sonucu değil, tersine çeşitli kültür biçimlerinin doğuşunda başlıca etkendir. bununla, kültürde oyun ögesi denince, uygar yaşamda çeşitli eylemlerde, oyuna önemli bir yer ayrıldığına ya da oynadıklarına bakarsak ve bunu yalnızca bir tepke ya da içgüdü ile yapmadıkları, kökeninde, oyundan kültüre bir dönüşüm olduğu söylenmek istenmektedir. (27)

    kimine göre oyun enerji fazlasını atmak; kimine göre, benzetmece içgüdüsünü doyurmak; kimine göre ise boşalma gereksinmesini karşılamaktır. bir kurama göre oyun genç yaratıkları (insan ya da hayvan) ilerde yaşamın gerektirdiği ciddi iş ve uğraşlara hazırlamak, yetiştirmek içindir. bir başka ilkeye göre, oyunda doğuştan bir yeteneği geliştirme itkisi ya da üstün gelme ve yarışma isteği, yitik enerjiyi tek yönlü canlılıkla, eylemle onarma vb. (27) gibi itkiler bulunmaktadır. huizanga; hukuk ve düzen, tecim ve kar, zanaat ve sanat, bilgelik ve bilim gibi uygar yaşamın önemli içgüdüsel güçlerinin kökeninde mithos ve ritüel vardır ve hepsi oyundan çıkmıştır. oyun, çocuk oyunları, ayak topu, satranç tam bir ciddilik içinde oynanır. huizanga’ya göre, oyun kavramının şu önemli nitelikleri vardır:
    oyun her şeyden önce isteğe bağlı, gönüllü bir eylemdir. ısmarlama ya da zorlama oyun, oyun değildir, olsa olsa oyunun zoraki bir benzeridir. bu bakımdan boş zamanlarda yapılır. ancak oyun bir ritüel ya da bir görev olduğu zamandır ki görev, bir ödev kavramıyla birleşir. böylece, oyunun bir önemli niteliği ortaya çıkıyor, bu da onun özgürlüğüdür.
    ikinci bir niteliği, gene onun özgürlüğü ile ilgilidir, bu da oyunun gerçek yaşam, günlük yaşamdan farklı oluşudur. oyun, gerçek yaşamdan geçici olarak çıkarak kendi düzeninin, dünyasının içine girer. çocuk, oynarken gerçeğin dışında olduğunun bilincindedir. bu nedenle de oyun, çıkarcı değildir. karşılığında günlük yaşamdan değişik birtakım isteklerin, maddi kazançların karşılanması söz konusu değildir. oyun günlük yaşamda bir ara veriş, bir dinlenme, günlük yaşamın bir süsü gibidir.

    üçüncü niteliği, oyunun günlük yaşamdan yer ve süre bakımından ayrılmasıdır. bu bakımdan kendine özgü yerle ve süreyle sınırlanmıştır. oyun başlar ve belli bir noktada biter. bir sonuca yönelikti. bir gelenek gibi süreklidir, tekrarlanır. yalnız süre bakımından değil fakat yer bakımından da sınırlanmıştır. oyun alanı ritüel gibi ya fizik bakımından ya da uygunluk ve oyun kuralları bakımından belirlenmiştir: oyun yeri, oyun masası, tapınak, sahne, perde,-gerelti, ayak topu alanı, vb. bunlar bir çeşit yasak bölgelerdir, dışarıdan içeriye belli kurallarla girilir, içerde de belli kurallar geçerlidir. buranın kendi düzeni vardır; bu düzen salttır ve bozulamaz; bozulması oyunbozanlıktır, cezaları vardır. bu düzenin nitelikleri sanki estetik değerler gibidir: gerilim, belirsizlik, giderek rastlantıya dayanmaktan çıkar; bu belli bir sonuca ulaşmak, onu elde etmek için bir çabalama, bir uğraşmadı, başarı için bu çabada bir gerilim vardır. (28)

    oyunun büyüleyici bir etkisi vardır. bu büyüde tartım ve uyum söz konusudur. özellikle gerilim önemlidir. gerilim, belirsizlik, giderek rastlantıya dayanmaktan çıkar; bu belli bir sonuca ulaşmak, onu elde etmek için bir çabalama, bir uğraşmadır, başarı için bu çabada bir gerilim vardır. oyuncağına uzanan bir bebek, makarayı, yün yumağını pençesiyle yakalayan kedi yavrusu, topla oynayan küçük kız, hepsi zor bir işi başarmak, bir gerilimi sona erdirmek için uğraşmaktadır. (28-29)

    oyuncu, birtakım değer yargılarıyla bağlıdır: yüreklilik, direşkenlik, olanaklar ve en önemlisi oyun kurallarına, bütün kazanma isteğine karşın uymak zorunluluğu. her oyunun kuralları vardır. oyun kuralları bağlayıcıdır ve kuşkuya yer bırakmaz. kurallar bozulunca bütün oyun çöker, biter. oyunbozanla, oyunda hile yapan birbirinden ayrılır. birinci kurallara saygısızdır, öteki kurallara uygun gibi davranır, sözde saygılıdır; yakalanmadıkça oyunun büyüsü içindedir. oyun kurallarını çiğneyen oyun dışında kalır. örneğin yalnız oyunlarda değil, anadolu’da oyunların yapıldığı toplantılarda, derneklerde de, bu toplantının töresel kurallarına, uymayan cezalanır ya da dışarıya atılır. anadolu’da oyunbozan ve oyunbozanlık etmek için çeşitli yörelerde kullanılan sözcüklerin zenginliğine işaret edelim. oyunbozan: cığız, culcık, cıllık, cırmas, gırnakçı, holdara, karaca, karacalık, karacı, kırnak, zıllık, oyunbozanlık etmek: çıdamak, cığızlamak, cındırmak, cırlamak, gıncımak, vıcımak, zığarmak. (zınarmak). oyundan vazgeçmek anlamına da, mızıklamak. (29)

    oyun alanının sınırları içinde, dışarıdakilerin ve günlük yaşamın yeri yoktur. ilkellerde, erkeklerin yetişkin erkekler toplumuna alınması için yapılan büyük törenlerde, sırasında yalnız adar için kabilenin günlük yasa ve kurallarına geçici olarak bir bağışıklık tanınmakla kalınmaz, fakat kabile içinde bütün düşmanlıklar duru, öç almalar bir süre için askıda kalır, geçici bir ateşkes olur. (29)

    • eski osmanlı şenliklerinde de şenlik sürecince içki içilmesi gibi çeşitli yasaklarda hoşgörü, göz yumma vardır. bkz: metin and, kırk gün kırk gece, istanbul, 1959, 27-28
    huizanga’nın sıraladığı nitelikler özetlendiğinde şu sonuçlara varabiliriz: oyun özgür bir eylemdir, bilinçli olarak günlük yaşamın da dışında kalır, ciddi bir iş olarak benimsenmemekle birlikte, oyuncu yoğun olarak ve tümüyle kendini oyuna verir. bu eylemde maddi bir kazanç, bir kar, bir çıkar beklenmez. oluşumu, kendi zaman ve yer sınırlanması, saptanmış kuralları ve düzeni içindedir. çoğunlukla dış dünyadan kendilerini kılık değiştirme ve başka yollarla ayırır ve oyuncuları, aralarında gizli bağlarla birleştirir, toplumsal öbekleşmeyi kolaylaştırır. (30)

    çocuk oynarken oyununda kutsal bir içtenlik vardır, ama oynamaktadır ve bunun oyun olduğunun bilincindedir. sporcu da kendini tam vererek oynar ama gene de oyun bilinci içindedir. sahnedeki oyuncu yarattığı kişiliğe ne kadar kendini kaptırırsa kaptırsın gene de oyun bilincindedir. platon yasalar’da insanın en doğru yaşayışını tanımlarken “oynar gibi yaşamalı; oyunlar oynamalı, şarkı söylemeli, dans etmeli, böylece tanrıların gönlü alınmış olur ve insan kendini düşmanlarına karşı savunur, yarışma kazanır” diyor. (30)

    huizanga, ritüel ve oyun arasındaki ilişkiyi daha yakından inceliyor. kutsal olan bir bayramda, bir yortuda, genel davranış ve hava, bir şenlik, toplu bir eğlence havasıdır; kutsama, kurban, kutsal danslar, yarışmalar, gösteriler, bir şenliğin programındadır. ritüelde kan görülebilir, bir eriştirme töreni acımasız, giyilen maskeler korku verici olabilir, ancak her şey bir şenlik havasındadır, günlük yaşam askıya alınmıştır. bu bakımdan, antik yunan şenlikleriyle, afrika kabilelerindeki dinsel törenler arasında önemli hiçbir fark yoktur. ister büyücü olsun, ister büyü yapılan, her ikisi de aynı zamanda hem işin aslını bile hem de aldatılandır. ilkel insan, tıpkı oynayan çocuk gibi iyi bir sahne oyuncusu gibidir, onun gibi oynadığı rolün içinde kendini unuturcasına ya da kendinden geçercesinedir; ama gene çocuk gibi, iyi bir seyircidir, gördüğünün gerçek bir aslan olmadığını bilir de gene de yapma aslanın kükremesinden oyun kuralınca büyük bir korkuya kapılır. eski ritüeller, kutsal oyunlardı, topluluğun iyiliği, refahı için, zorunluydu, fakat hepsi platon’un değindiği anlamda oyundu. (31)

    rastlantı oyunları, kültür araştırmaları için ilginç olmakla birlikte kültürün gelişimi bakımından verimsizdir, kısırdır, yaşama ve usa bir katkısı yoktur. oysa uygulama, bilgi, beceri, cesaret ve kuvvet gerektiren oyunlar bunun tam tersinedir. (31)

    oyunun önemli bir niteliği olan kazanmak, yenmek, bir oyun arkadaşını, bir hasmı gerektirir. kazanmak, oyunun sonucunda birinin daha üstün olduğunu göstermesidir. oyunda kazanmaktan da önemlisi, saygınlık, onurdur. (31)

    kaşgarlı mahmu’un divanü lügati’t türk’ü incelenirse baştan aşağı günlük eylemlerin aynı zamanda yarış anlamına geldiği görülür. örneğin ötgün (yansılamak, taklit etmek ve bunda yarış etmek), büdhüş (oyunda ve raksta yarışmak) vb. ayrıca öçeş, (yarış, yarış etmek), oyun da hem oyun hem yarış anlamlarını yüklenir. (32)

    germen dillerinde spil, spel kökü çok yaygındır. türkçe’deki gibi hem ismi hem fiili karşılamaktadır. ingilizce’de ise play ve game birlikte kullanıldıkları zaman birincisi fiil, ikincisi isim olmaktadır. burada game sözcüğü ailesi de çeşitli anlamlarıyla ilgimizi çekmektedir. sözcüğün hin-avrupa kökü olan ghem neşe ile sıçramak, zıplamak anlamına geliyor (34).

    game sözcüğünün üç yaygın anlamı şunlardır:
    1. oyun, eğlence, oyalanma, spor, gülüp oynama
    2. ayağın durumu; özellikle biri ayağını incitip topallayınca
    3. spor ve eti için yaban hayvanların, kuşların ve balıkların avlanması

    oyun kavramının erotik anlamları da ilginçtir. almanca’da spielkind, hollandaca’da spellkind evlilik dışı doğan çocuk anlamındadır. hollandaca’da aanspelen köpeklerin çiftleşmesi, minnespel çiftleşme olayıdır. sanskrit dilinde oyun anlamına kridati erotik anlamda da kullanılır. (35)

    aşk oyunları deyimine pek çok dilde rastlanır. biz de oynamak’tan türetilen oynaşmak da aşkla, sevişmekle ilgili bir sözcüktür, oynak sözcüğü de kadın ve kız için kullanıldığında gene cinsel bir anlam kazanır. huizanga’ya göre, aşkın ve cinsel ilişkinin kendisi değil, fakat buna hazırlık ve giriş olarak yapılan eylemler bir oyun niteliği taşımaktadır. çiftlerden özellikle birinin ötekini cinsel ilişkiye kandırması için olarak anlamalı: engeli kaldırmak, süslenmek, şaşırtmak, yalandan davranışlar, gerilim vb. kur yapmak, karşısındakini kendine çekmeye çalışmak da bir oyun niteliği görünümünde olmakla birlikte, gene de aşk ve cinsel ilişki oyun değildir. kaldı ki dil ve biyoloji de bu ayrımı yapmaktadır. (35)

    bir sözcüğün kavramsal değeri çoğunlukla onun karşıtı ile koşullanır. oyunun karşıtı ciddilik ya da iş, çalışmadı. ancak ciddinin karşılığı çoğunlukla oyun ya da alay ve şakadır. (35)

    orta asya şamanının türlü adları arasında, örneğin yakutların kullandığı ad türkçe bir sözcük olan “oyun”du. kadın şamana ise moğolca’dan gelen udaham, orta şamana orta-oyun deniliyor. daha da önemlisi şaman sözcüğü yalnız şaman için değil fakat örneğin türkistan’da şaman töreninin tümüne de deniyordu. (37)

    dilcilerin yanısıra ruhbilimci, ruh hekimliğinde ruh ve sinir hastalıklarıyla kişide görülen önemli uyumsuzlukları önleme, tanılama ve sağaltım için hastaya verilen rolle ya da olayları dilediği biçimde oynayarak bir tür boşalma olanağı elde ettiği ruh-oyunsal boşalım yöntemi, bir oyundan başka bir şey değildir. (48)

    eski dinleri, dilleri, inançları ve ritüelleri incelemek için çocuk oyunları çok zengin bir kaynaktır. çocuk, takliti, tutucu ve güçlü belleği olduğundan, iyi bir saklayıcı ve koruyucu etkendir. eski ritüel kalıntılarını sözleriyle bile saklamaktadırlar: evcilik oyunu, sevişme oyunları, ölüm inançları, zanaat (kastamonu’da görülen esnaf oyunu gibi), tutsak alma, yarışa, toprak ele geçirme, yağmur yağdırma gibi günümüze kalan çocuk oyunlarıyla eskiyi saptayabiliriz. çocuk oyunlarındaki sayışmacalar, ebe çıkarma ya da oyuna kimin başlayacağını belirleyen tartımla söylenen tekerlemeler yolundan gidilerek eski inançları ve dilleri incelemek olanağı vardır.
    çocuk oyunlarının eski ritüel, inanç, büyü kalıntılarını incelemek bakımından en iyi kaynak olduğunu ilk bir ingiliz kadın incelemeci, lady alice b. gomme, iki ciltlik kitabında ortaya koymuştur. ona göre çocuklar, büyüklere öykündüklerin için onlardan gördüklerini yüzyıllar boyunca tutucu, yaratıcı, saklayıcı güçleriyle günümüze getirmişlerdir. ünlü fransız caillous bu görüşü daha derinlemesine işlemiştir. (48)

    bugün de anadolu’da çeşitli yörelerde çocuk oyunları üzerine inançlar bunların önemini doğrulamaktadır. örneğin ankara köylerinde şu inanca rastlanmaktadır:
    “çocuklar ne oyun oynarsa o sene o iş çok olurmuş. mesela çocuklar kuyu kazarak oynarlarsa o sene bolluk olur ekin kuyuları kazılırmış. ev yaparak oynarlarsa yapı çok olurmuş.” (48)

    oyunlarda birtakım tabuların, inançların yaşadığını konya’dan iki örnekle gösterelim. konya’da çocukların uçurtması’na (bunlardan fenerli uçurtmaya yaldızlı denilmektedir) halk karşı çıkmaktadır, bunun hem günah olduğu, hem de uçurtma uçurulduğu zaman yağmur yağmayacağına, ekinlerin kuruyacağına bir inanç vardır. gene konya’da, çocukların kamçı ile döndürdükleri topaç oyununa fırça ya da kozak oyunu denmektedir. halk bu oyunu yasaklamak ister çünkü fırça’yı bulan yezid, imam hüseyn’i öldürttükten sonra, kellesini ayağıyla vura vura döndürmüş. böylece fırça hazreti hüseyn’in kellesidir. (51)

    bu türlü tabu kalıntıları oyunlar üzerinde de araştırma yapılmıştır. örneğin ayak topu oyununda topun simgesel olarak kirli ve tehlikeli bir nesne olduğuna öylesine güçlü bir inanç vardır ki elle tutan oyuncu ceza yer. (51)

    elim sende tarzı oyunların çeşitlemelerinde, oyuncunun bu dokunmadan bağışıklık kazanması için tahtaya, demire, renge dokunması ya da yüksek bir yere çıkması gene ilginçtir. kimi oyunda dokunulan oyuncunun kendisi değil gölgesidir ya da çömelerek ve belirli bir sözü söyleyerek kurtulur. gene bu oyunun çeşitlemelerinde ebenin her dokunduğu ya da kovalayan olup, ona katılır, böylece salgın bir hastalık gibi artarlar ya da zincirlenirler. kimi çeşitlemelerde de ebe eliyle dokunacak yerde bükülmüş bir mendil ya da zincirlenirler. kimi çeşitlemelerde de ebe eliyle dokunacak yerde bükülmüş bir mendil ya da tura ile, sopa ya da kamış ile ya da topla vurur. bu gibi oyunlarda, oyun terimleri belli simgesel anlamlar taşır. örneğin anadolu’da genel bir oyun terimi ölmek ölen’dir. geçici olarak oyunda yeni düşmeye ve oyun dışı kalmaya “ölmek”, bir başka oyuncu arkadaşınca kurtarılmaya ve böylece oyuna yeniden katılmaya “sağaltmak” denilir. (52)

    türk çocuklarının da paskalya’da oyunlar oynaması ilginçtir. bolu’da paskalya’ya betlem de denilir; çocuklar büyük ateş yakarlar, üzerinden atlarken “koca papazın kellesinden” diye bağırırlar. yumurta tokuşturma da vardır. (53)
    burdur’da çocukların büyük paskalya’da oynadıkları hasır küfrü oyununda eski küfe ve hasır eskisi yığılarak ateşe verilir ve bu ateşin üzerinde atlayarak şu iki dize söylenir:
    inem inem izine
    hep günahlarım cavurun gızine
    alevler bittikten sonra, çocuklar ocaktaki külden birer parça alırlar ve tırnaklarının yanlarına sıvarlar; bununla tırnakta ezi dedikleri şeyin bir daha çıkmayacağına inanırlar. görülüyor ki oyunun bir sağaltma ya da bir hastalığı önleme işlevi vardır. kaldı ki ateş üzerinden atlamanın çeşitli işlevleri bugün de halk bilincinde yaşamaktadır. (53)

    resim ve heykele karşı olan islam, kız çocukların bebekle oynamasını hoş görmüş, bunu puta taparlık saymamıştır. bu iznin gerekçesi bebek oyununun bir işlevinin kız çocuğunda annelik duygusunu geliştirmesidir. (56)

    oyunların kökeninde işlevlerinin bilinmesi, onlara bugün tanıyacağımız işlevlerde aydınlatıcı olabilir. örneğin tekerlemeler, söylenmesi zor olduğu, çabuk söylendiklerinde dil sürçmelerine yol açtığı için iyi bir oyun malzemesi olmaktadır. ancak bunlar dil eğitiminde halkın düzgün konuşmak için bulduğu bir yöntem olamaz mı? nitekim günümüzde radyo ve televizyonda özellikle çocuklar için yarışma programlarında başvurulan tekerlemeler, yıllardır ankara devlet konservatuarı’nda tiyatro öğrencilerine ses bükümü ve boğumlanması üzerine ders veren öğretmenler, bunlardan temrin olarak yararlanıyorlar. böylece köylünün kendi gereksinmesi için yarattığı folklor ürünleri, çağcıl bir işlevde kullanılıyor, çağcıl bir işlevden eski bir işlevi kestirebiliyoruz. (57)

    askerlikte olduğu gibi iş ve endüstri alanında da çağcıl oyunlara rastlıyoruz. pazarlama, rekabet, yatırım, üretim, yöneticinin karar vermesi, işveren-işçi ilişkisi, dış ticaret vb. konularda planlama, eğitim ve araştırma için oyunlar düzenlenmiştir. (57)
    eski çağlarda olduğu gibi günümüzde de oyunun diğer önemli işlevi de eğitim alanında görülür. eğitimciler, oyunla eğitimin pek çok yararlarını bulmuşlardır. öğrenciler, oyunun bulunduğu öğretimde konuyla ilgili olmakta, katılmalı oyunlarda daha çok öğrenebilmekte, oyun yoluyla öğrendiklerini bellekte daha çok öğrenebilmekte, gene katılmalı oyunlarda eleştirel düşünce ve karar verme yetileri daha çok gelişmekte, davranışlarında da olumlu yönde gelişme görülmektedir. (58)
    oyunların gene çağcıl bir önemli işlevi sağaltma, özellikle ruhsal tanılama ve sağaltma alanında görülür. bu geçmişte de başvurulmuş bir yöntemdir. örneğin bir efsaneye göre ünlü yunan hekimi melampus, proteus’un kendilerinin inek sanan kızlarını, koşmaca oyunuyla iyi etmiştir. (58)

    kanuni süleyman zamanında süleymaniye’de bulunan delilerevinde hastaları sağaltmak için de oyun kullanılmıştır. (58)
    aslında eski türk oyunlarında da bu işlev biliniyordu; bugün de köylü bilincinden silinmemiştir. yalnız ruhsal bozuklukların sağaltılmasında değil, bedensel hastalıkların sağaltılmasında da kimi oyunlar için bu inanç bugün de yaşamaktadır. ayrıca karı koca sarasındaki uyumsuzlukların gideirlmesi ve sağaltılmasında da günümüzde oyunlara başvurulmaktadır. bunlardan başka, engelli, geri kalmış çocukların tınılama ve sağaltılmasında da oyunlardan geniş ölçüde yararlanılmaktadır. (58)

    folklor gençlere bir topluluk birliği verir, davranışları öteki bireylere düzenlenmesini öğretim ve bu arada günlük gerçeğin, tatsızlığından, günlük işin tekdüzeliğinden kaçmasını sağlar. ayrıca kişiye toplumun tabu’larından kurtulmasına izin verir. (58)
    tekerlemelerde kimi kez dil sürçmesiyle yasak olan sözler söylenilmektedir. doğal olarak yasak olan bu sözcüğün, bir tekerlemede yanlışlıkla, istenmeden söylenmesi freud’a göre dil sürçmesi, aslında kişinin söylmek isteyip de söyleyemediğidir. (58)
    örneğin bizde pek görülmemekle birlikte, öpüşmeli oyunlar vardır; bu da kişiye bir çeşit yasak savma olanağı verir. (59)

    elmer mitchell ve bernard mason (the theory of play) oyunun tanımını yarken bunu kişinin özanlatım gereksinmesiyle açıklamışlardır. onlara göre insan yaşamak, yeteneklerini kullanmak ve kendini anlatmak ister. özanlatımı belirlemek için içgüdülerden farklı olan ve yaşantıların sonucu ortaya çıkan istekleri vardır. bu istekler şunlardır:
    1. yaşantıyı denemek, dövüşmek, avlanmak, kürek çekmek vb.
    2. güvenlik isteğine sahip olma, taklit, din vb.
    3. tanıma isteği-utku, önderlik, kendini gösterme, üne kavuşma vb.
    4. katılma isteği, üye olmak, bir topluluğa bağlanmak
    5. güzel isteği, renk, biçim, ses, hareket, tartımda güzellikler için estetik istek. (59)

    işte bunlarda özanlatım, oyundaki itkilerin belli başlı kaynağı olmaktadır. aynı incelemeciler bir genel anlamda oyunun bir sınıflandırmasını yapmaktadırlar:
    a. karşılaşmalı
    1. yarışmalar
    -bireyler arasında-yüzme
    -topluluklar takımlar arasında-futbol-bayrak yarışı
    2. oyunlar
    -çocuk oyunları-yalın oyunlar
    - kişisel çatışmalar-yumruk oyunları
    - takım oyunları, özellikle topla oynananlar
    - zihin oyunları
    b. karşılaşmasız
    1. arama
    -fiziksel-avlanma
    -zihinsel-sözcük bulmaca
    2. merak
    -okuma, bulmaca çzme
    3. gezme
    -kürek, bisiklet
    4. yaratıcı
    -madde kullanarak
    -şiir hikaye tiyatro
    5. başkası yerine-okuma, film, düş kurmak
    6. yansılama
    -doğmacai bilinen hikayeleri canlandırma, halk türküleri, mimik oyunları
    7. edinmek, biriktirmek, koleksiyon merakı
    8. toplumsal- dernek-dost toplantıları, danslı eğlentiler
    -müzik dinleme, katılma, besteleme
    -güzel sanatlar
    -din, ritüel ve tapınım
    -doğayı beğenme, doğadan tat alma
    -dramatik-ayrıca törenler
    -edebiyat-okumak ve yazmak
    -tanıtımlı oyun-türkülü oyun ve danslar (60)

    hiçbir kültür kendi başına çıkıp gelişmediği gibi bugün türkiye kültürü de çeşitli kültürlerin karışımı ile oluşmuştur. anadolu oyunları soy (orta asya kültürü), yer (anadolu kültürü), din (islam kültürü) ilgilendirmektedir. (89)

    şamanlık esrime yoluyla somut sonuçlar alma tekniğidir: bir hastanın başıboş ruhunun araştırılarak sağaltılması gibi. ancak bunu elde etmek için şaman’ın göğe, öteki dünyaya göç etmesi gerekir ki, bu da onu, başka büyücülerden, hekim-büyücülerden, bakıcılardan vb. ayırır. şamanlık yalnız orta asya ve sibirya’ya özgü değildir, bunu okyanusya’da, kuzey amerika ve endonezya’da da buluruz. (89)
  • büyü'nün nasıl bügü olduğunu metin and şöyle anlatır:
    "....iş bankası’nın kuruluşunun 50. yıldönümüydü. benim de bu kutlama için yayımlanacak bir dizi kitaba katkıda bulunmam istendi...oyun ve bügü'yü önerdim. iş bankası’nda yayın işlerine bakan bir görevli vardı. beni bu konuda isteklendiren de aynı kişiydi. kitabın başlığı bankaya sunduğum metinde oyun ve büyü'ydü. kitabı 1958’den beri bu adla tasarlamıştım. nitekim konuyla ilgili ilk yazım da forum dergisinde 1960 yılında “oyun ve büyü” başlığıyla çıkmıştı. ancak bu kitaplar bankanın kuruluşunun 50. yıldönümünü ilgilendirdiği için bankanın yönetim kurulunun onayından geçmesi gerekiyordu.
    yönetim kurulunda bir üye kitabımı beğenmiş (!) ancak başlığındaki ‘büyü’ sözcüğüne takılmıştı; böyle önemli bir yıldönümünde adında ‘büyü’ olan bir kitabın yayımlanmasının doğru olmayacağını, bu adın kaldırılması koşuluyla yayımlanabileceğim ileri sürmüştü. herhalde üye ‘büyü’ sözcüğünü kocakarı büyüleri ile karıştırmıştı. bana bunu anlatan görevli üzgündü, kitabın yayımlanmasını candan istediği için bunu anlatıp ‘büyü’ sözcüğünü kaldırmamı rica etti. ben ise 15 yıl önce tasarladığım bu iki sözcüğün kitabın anlamını yansıttığını, bunu kaldırmamın olanaksız bulunduğunu, kitabı yayından çekebileceğimi söyledim. görevli çok üzüldü, neredeyse yalvaracaktı. aradan bir-iki gün geçtikten sonra görevli beni yeniden aradı, kitabın başındaki sayfaları dikkatle okumuş, bana, ‘büyü’ yerine ‘bügü’ koysam olabilir miydi, diye sordu. bunu nasıl düşünememiştim, ben uzun uzun ‘bügü’ sözcüğünün değişik anlamlarının çözümlemesini yapmıştım, sevinçle ‘hay yaşayasınız, çok daha iyi olur’ dedim. böylece kitap oyun ve bügü adıyla çıktı."
    genişletilmiş ikinci baskıya önsöz, oyun ve bügü, 2003, yapı kredi yayınları, s.53.
hesabın var mı? giriş yap