• modern insan mezarlığı. yalnızlığın vücut bulmuş dev hali.
  • alışveriş merkezi için kullanılan "güncel" kısaltma.

    gazetelerin birkaç tanesinde gördüğümde ilk anda pek anlayamadım. dedim heralde yeni bir ticari ortaklık türü. sonra bir baktımki amcamlar "am" diye kısaltma yapamamışlar, avm yazmışlar. alışveriş kelimesinin bileşik olması bana bu kısaltmanın yanlış olduğu kanısını uyandırdı fakat, yine de bi tdk'dan açıklama beklemek gerekebilir.

    şimdi aklıma geldi; bu alışveriş olayı artık bir nevi "av"a da dönüştüğü için av merkezi anlamını gizleyerek bizi bir nevi keklik modunda kekliyor olmasınlar?
  • avm'ler hakkında, birgün gazetesinin bu haftaki pazar ekinde psikiyatrist bilal ersoy imzalı güzel bir analiz yer almıştır.

    avm’nin büyüsü

    link açmazsa diye yazının tam metni:

    "avm’nin büyüsü

    “daha fazlasını iste!”
    (bir içecek reklam sloganı)

    derimizde, biri kör olmak üzere sekiz delik bulunur. anne-babaların çok iyi bildiği gibi, çocuklar için delikler cazibe merkezidir. “alice harikalar diyarında” masalında çocuk kahraman, bir tavşan deliğinden geçerek büyülü bir âlemi keşfeder. görünenin içinde, ardında saklananın ne olduğu her zaman ilgimizi çeker. kapıların, eşiklerin ardı hayal dünyamızın belirlediği fantezilere gebedir. deliklere merakımız erişkinlikte de devam eder…

    yapı-sal
    tek kanallı televizyon döneminde trt spikerleri yaptıkları bütün kısaltmaların açılımını da yılmadan söylerlerdi (“kısa adı trt olan, türkiye radyo televizyon kurumu” gibi). bana kalırsa kısaltma kullanmak bir bakıma yeniden adlandırmak, anlamla oynamaktır. avm kısaltması, son yılların bu gözde fenomeninin sadece “çarşı” işlevi görmediğini de işaret eder. avm’ler çarşı, pazar, kahve, sinema, spor, oyun, flört, aylaklık gibi modern şehir hayatının (reel veya türetilmiş) birçok ihtiyacını karşılamayı vaat eden “mutant” mimari yapılardır. türkiye’nin ilk avm’si 1988’de, ilk özel televizyonu 1990’da açılır.
    avm’ler, stada, arenaya benzer daha çok. birkaç kapıyla (delikle) girilen, avlulu, herkesin hem her şeyi görebildiği, hem de herkes tarafından görülebildiği bütünlüklü yapılardır. işlevsel olarak feodal yaşamın panayırına benzer. hem alışveriş yapılan, hem de kelimenin iki anlamıyla da eğlenilen yerlerdir avm’ler.
    ilk örnekleri şehir merkezinin dışında inşa edilir. bu nedenle çarşı gibi “uğranılan”, “içinden geçilen” bir yerden çok “ziyaret edilen” yerlerdir. avm’lere tesadüfen gidemezsiniz, belli bir yol izlemeniz, belli bir zamanı göze almanız gerekir. n. gürbilek’e göre avm’ler, alışverişi bir amaç olmaktan çıkarıp, mekânı ziyaret etmeyi bir amaç haline getirir. çarşıyla kurduğumuz ilişkideki gibi tanıdıklık yoktur, kişiye kendi şehrinde turist olma imkânı tanır. turist, “bugün gelip, yarın giden”dir, hoşnut kalırsa yeniden ziyarete gelebilir.
    avm’ler, gelişmiş ülkelerde, bizdeki gibi “çılgınlık” boyutuna ulaşmamış, şehrin dışında tutulmuştur. oysa genç ve tüketme potansiyeli yüksek olan nüfusuyla türkiye bir avm cennetine (!) dönüşmüştür. bugün ülkemizde avm’ye “gitmek” günlük hayatın bir parçasıdır; avm’ler yeni bir kültür, yaşam ve paylaşım alanı haline gelmiştir.

    arzu ve tüketim toplumu
    tıpkı kredi kartları gibi tüketim toplumu ürünüdür avm’ler. geç dönem kapitalizmin çarkı tüketimle çalışır. “düzen”in bekası için tüketimin kışkırtılması gerekir. peki, tüketim arzusu “bireysel” düzlemde neye karşılık gelir, nasıl kışkırtılır, tüketmek bizde neye yarar? önce arzuyu, sonra tüketim çılgınlığını anlamaya çalışalım.
    lacan’ın kuramında “arzu” asla ulaşılamayacak olandır. anneyle ikili ilişkide (imgesel düzlemde) yaşadığımız cenneti, büyüdüğümüzde (simgesel düzlemde) sonsuza dek kaybederiz. insanın trajedisi, bu eksiliği ikame arzularla tamamlamaya yönelik nafile çabadır. zizek (2005), rüyalarda sık görülen bir paradoksla örnekler lacancı arzuyu: yakınlaşıldığı halde yakalanamayan “şey”. kaygan bir balık gibi sürekli elimizden kayıp gider arzu. yakaladığımız hissettiğimizde (kısmen tatmin olsak da) arzuladığımızın “o” olmadığını anlarız. arzuladığımızı ele geçirme (yanılsaması) arzunun tekrar üretimine yol açar. kendi kendini üreten bir “erke sarkacı” gibidir arzu.
    joel kovel (arzu çağı,1976) tüketim toplumunda; reklâm yoluyla çocuksu arzuların kışkırtıldığını, medyanın otoriteyi, ebeveynlerin ve okulun elinden aldığını, sahte kişisel tatmin vaadiyle yeni bir “sosyal birey” tipinin ortaya çıktığını ileri sürer.
    geç dönem kapitalizmin en karakteristik özelliği arzuların bastırılması değil bilakis kışkırtılmasıdır. arzular reklamlarla kışkırtılır. ancak tatmini vaat edilen şey bireyin (bebeğin) değil düzenin (annenin) arzusudur. kendiliğin güdülemediği arzu gerçek bir arzu değildir. sonuçta, ortaya, kendilikle bağını koparmış, arzu görüntüsü altında köksüzleşmiş ihtiraslar çıkmaktadır. düzen (anne), bireyin (çocuğun) ihtiyaçlarını önemsemez, kendi ihtiyaçlarını dayatırsa “proje”den ibaret oluruz. tüketerek (annemizi memnun ederek) sevileceğimizi zannederiz.
    modern insanın hakiki arzusu hâlâ tatminsizdir, kişi bu açlığı sahte tatminler, kazanımlar ve parlak başarılarla gidermeye çalışmaktadır. günümüz insanının doymak bilmez ihtiraslarını, hırslarını ve açgözlülüğünü güdüleyen bu derin açlığıdır. ne denli tatmin bulup, kazanım sağlasa da hep bir şeyler eksik ve yarım kalmaktadır.
    kapitalizmin başarısı, bu eksikliği ve ikame arzuyu, ürettiği metalara yönlendirebilmesidir. düzen, insanı doğal gereksinimlerinden uzaklaştırıp, kendi doğasına yabancılaştırır. görsel, yazılı ve sosyal medya yoluyla yaratılan vitrinler, şirazesi kaymış değer sistemimizi, ürettiği kendi değer sistemine benzetir. arzı da talebi de kendisi belirler. saatimiz, takım elbisemiz, otomobilimiz, parfümümüz, kısaca tükettiklerimizle bakılabilir (değerli/önemli) oluruz. bir nevi baktığımızın (eksikli) bir taklidi oluruz. vitrinlerdeki cansız mankenler gibi…
    avm’ler vitrinlerden oluşur. vitrinlerin içinde, kusursuz (cansız) vücutlar, konforlu elektronik eşyalar, tadılmamış eşsiz lezzetler, formülü bilinmeyen gizemli parfümler, şık giysiler sergilenir. camekân; tasarımıyla, ışığıyla sihirli bir ayna gibidir. içindekini arzulanır kılar; camdan yansıyan kendi görüntümüz, baktığımızla kıyaslanınca sönük kalır. tıpkı reklamlar gibi vitrinler de sunulana sahip olma arzusunu kışkırtır. hayran olunana sahip olmamız için yapmamız gereken dört haneli kredi kartı şifremizi tuşlamaktır.
    avm’ler düzenin cazibe merkezleridir, küçük deliklerden sızıp başka bir âleme geçtiğimiz hissini yaratır. zaman-mekân algımızı değiştirir; doymak bilmeyen arzunun kolayca tatmin edileceğine dair bir yanılsama yaratır. asıl amacı tüketme arzusunu kışkırtmaktır, bunun yanında gündelik gereksinimlerimizi de karşılamayı vaat eder.

    büyü bozumu
    steven flusty “building paranoya ”da geleneksel kamusal mekânların (meydanların) yerini, özel olarak inşa edilen, girişin ödeme kabiliyetine bağlı olduğu tüketim mekânlarının aldığını tespit eder. modern şehirler, insanların birbiriyle karşılaşacağı meydanları yok etmek üzerine tasarlanır. eski ve sembolik meydanlar iktidarlarca anlamı ve bağlamından koparılır. çünkü meydanlar, insani bir iletişimin sağlandığı, birlik ve gücün duyumsandığı alanlardır.
    diyalektik, her şeyin karşıtıyla var olduğunu kabul eder. meydanları elinden alırsanız kitleler kendine yeni meydanlar üretir. “arap baharı” kitlesel olaylarda sosyal medyayı “meydan”laştırmaya örnekti. gezi eylemleri, tüketim toplumunda büyüyen bir kuşağın, avm inşaatına isyanı ile patlak verdi. eylemin ilk günlerinde, eylemcilere destek vermeyen bazı firmaların ve müşterilerinin avm içinde; sonlarına doğru da eylemcilerin ardından avm’ye giren polisin, “müşteriler” tarafından alkışla ve sloganla protesto edilmesi avm’lerin “meydan”laştığını gösterir bana kalırsa…
    freud’a göre, düşünce biçimimizin evrimi, insanlık tarihindekine benzer. bebekken animistik (ilksel) düşünceye sahibizdir, biraz büyüyünce mistik (büyüsel-masalsı) düşünme biçimine terfi ederiz. sağlıklı gelişimde, erişkinlikte rasyonel (akılcı, sağduyulu) düşünce biçimi gelişir. masallara inanmamaya başlarız. düşüncelerimiz değişebilir ancak büyü geri dönüşümsüz olarak bozulur.
    avm’nin büyüsü, mimarisinden ve arzuyu kışkırtan tüketim toplumu dinamiklerinden kaynaklanır. çeyrek asırlık önlenemez yükselişi yakın dönem tarihimizin ilginç bir özeti gibidir. son yıllarda biçim değiştirmesi (açık avm’ler, forumlar), eleştirilerin odağında olması, büyü bozumunun yaklaştığının bir göstergesi olabilir.

    bilal ersoy - psikiyatrist"
  • bence yanlış bir kısaltma. alışveriş bileşik bir kelime olduğuna göre oradaki "v" için ayrı harf atamak yanlış. bu durumda doğru kısaltmanın am olması gerektiği konusunda şüphe yok. tabii yerseniz...
  • bugün bir tanesine ekmek almak için uğradım ki koca avm'ye ekmek almak için uğramak tamamen kendi mallığım kabul ediyorum, kapıdan içeri girdim bir kalabalık var ama her zamankinden fazla. kalabalığı emin adımlarla yara yara ilerliyordum ki kalabalığın yaş ortalamasını fark ettim hepsi çocuk, bildiğin küçük çocuk dün karneyi kapanı anası babası buraya getirmiş dükkandan dükkana koşuyorlar hepsinin yüzü gözü boyalı kafalarında balon ellerinde çeşit çeşit çikolata zart zurt ya da burger king vs bardağı hepsi bir şey istiyor çoğu ağlıyor zırlıyor nasıl pis rezalet bir ortam tahmin edemezsiniz. kemal sunalın balkan savaşlarını anlatırken lafını ettiği çocukları hatırlayın ahanda tam olarak bunlar onlar işte. arkadaş eskiden diyeceğim dilim varmıyor 6-7 sene öncesi yani ben karne alınca anneanneme mi gideceğiz babaanneme mi gideceğiz en fazla onun çelişkisine düşerdik ailecek "ay geçen onlara gittik ama, ay deden hastaymış kızım kafası kaldırmaz çocuk gürültüsünü yazın gideriz" bilmem ne olurdu. hadi onu geçtim sokak vardı sokağa çıkardık biz kar mar oynanırdı, karne harçlıkları kapıştırılırdı hepsini geçtim sil baştan ulan uyunurdu ya uyurduk yani geç kalkardık saat 10'da o kadar çocuğu nasıl tıktınız oraya güzel kardeşim ya insaf.
  • yeni bir alışveriş merkezi açıldığında heyecana kapılanlar oluyor. heyecanını gizleyerek entellektüel görünenlere zaten diyecek bir şey yok. dünyaca ünlü markalar gelecekmiş, şu olacakmış, bu olacakmış...
    benimse aklıma tek bir şey geliyor: yepisyeni tuvaleti de vardır şimdi, son model pisuvarları vardır, dışarıdayken tuvalete para vermemek için güzel bir alternatif.
    bir de kapısının önünde sigara içip, birini bekliyormuş gibi saate bakmayı seviyorum. hem bulundukları ortama göre rollerini oynayanları izlemek pek bir keyifli. kenarın dilberi dahi, sanki monaco kraliyet sarayında verilen balodan henüz çıkmış gibi, çantasını kıvırdığı koluna takmış, elleri bilekten kıvrık, dili yavşaklıktan eprimiş... eprimiş uymadı biliyorum, ama çok cümle içinde kullanasım var bu günlerde..
    son bir de, harman götlülerin baktığı, aldığı dar pantolonlar sebebi ile laf sokmayı seviyorum onlara. önceden içimden söyleyip yüzüme, kendinden emin yavşak bir joker gülümsemesi saldığımı sanıyordum. sonra fark ettim ki ben bir koca götlü adam olduğumdan beri içim dışım bir imiş, o yüzden bana sempati ile bakmıyormuş hanım kişiler...
    sanırım son bir dem değilmiş. avm lerde put mabedi talebimi panora'da tanıştığım bir "gerekli mercilere" ilettim. putu kazağımın altında taşıyıp tuvalette gizli gizli tapmanın acısını bilir misiniz? nerden bileceksiniz? inancıma saygınız yok ki! sonuç olarak bir mescit açtılar, belki hep vardı. bir ara putumla gidip, cemaatle islam ve işid konularını münazara etmeyi kafaya koydum. konuyu açmak için de avm binalarının, kabe minvali tapınma ritüelleri alanları olması hususunu düşünmekteyim, artık laf lafı açar...
    bu arada kış hazırlığı için birine gitsem mi, sakal mı bıraksam kararsızım. aslında biraz da benim mallığım. hayat öyle kolay ki aslında, ben zorlaştırıyorum. her gün gelen sms lere cevap yazmam karşılığında mersedeslerin, yatların, katların anında benim olacağı söyleniyor ama görmezden geliyorum. halbuki ver cevabı bitsin nedir yani.
  • apaçi volta merkezi.

    mantar gibi her yerde açılmaya ba$layan alışveriş merkezlerinin yeni halini anlatan alternatif açılımdır.
  • kapitalizmin ibadethanesi.
  • daha fazla sayıda insanın, aynı anda, özgürce (!) tüketebildiği mekanlardır.
    baudrillard'a göre meta panayırıdır.
  • buradaki gezinen insanlara bakıyorum. hep mutlular. yüzlerinden gülücük eksilmiyor. alış veriş yapıyorlar; o mağaza senin bu mağaza benim dolaşıyorlar. beni bu güzel havalar mahvetti işte. zara'nın mango'nun önünde, tek kol çantası bileğinde ve diğer elinde poşetleriyle fotoğraf çektiren kızlar; sonra har har geyik yapan gençler ve çocuklu aileler... kafamdaki müzik şu. olayı çok fazla dramatize etmiş gibi görünmeyeyim ama avam insanın bu yapaylığı bu ürkütücü boşluk beni kızdırıyor ve aklımda heidegger'in şu tanımı var: "avam, kendini yaratamayan, ancak içine doğduğu toplumun gelenekleriyle yetinen basit, sıradan insandır."
hesabın var mı? giriş yap