hesabın var mı? giriş yap

  • bu ürünün videosunda da görülen tıkalı tuvalette suyun yavaş yavaş yükselmesi var ya... allahım o "ha taştı ha taşıcak" korkusu ne boktan bir korkudur. çok çaresiz bir andır. hiç bişi yapamıyorsun da öylece boklar ahanda şimdi taşıcak diye izliyorsun.

  • durakta, elinde bir kagit tutarak bekleyen bir insani ilan dagitiyor sanip, elindeki kagidi alip uzaklasmaya baslamak.

    adam arkamdan bagirinca farkettim ne kadar sacma bir sey yaptigimi. ama geri donup bakacak cesareti de bulamadim kendimde. bacaklarim gotume vura vura kactim. halbuki el ilani almaktan nefret eden biriyim. almam ama sonra da merak ederim icinde ne oldugunu, bu kez zincirleri kiracam, alacam demis idim, nereden bileyim boyle olacagini.

  • anlatıda bir sanatçıyla bir üreticiyi ayıran çok temel bir fark vardır. bu; tekniğin, kullanılan ekipmanların, deneyimin ve bütçenin ötesinde bir ayrımdır. bir üretici projeye başlar ancak ortada üretmeye çalışmaktan başka bir amaç yoktur. bir yazıya başladığında önemli olan anlatılan şey değil o yazının sonunu getirebilmektir, bir filme başlandığında amaç filmin izleyici üzerinde etkisi değil post prodüksiyondan çıkabilmesidir. bir sanatçı ise elinde daha kötü koşullar olsa da bu tür girdaplarda kaybolmaz ve derdi neyse onu anlatmaya çalışır.

    bir sanatçıyı fark etmenizi sağlayacak en kolay unsurlardan biri budur. sanatçı ortaya bir ürün çıkarmak için işe başlamaz. bir işe başlar çünkü anlatması gereken bir derdi vardır. bu yüzden üreticiler ilham beklerken ya da writer’s block’la uğraşırken sanatçılar tutkuyla çalışmaya devam eder.

    ancak bir derdinizin olması ve onu bir şekilde anlatılabilir bir formata getirmeniz ortaya çıkardığınız filmin izleyici tarafından beğenileceği anlamına gelmez. burada “ama filmin bir mesajı var.” gibi bahanelere de sığınamazsınız çünkü filmi yapan kişi olarak fikri izleyiciye ulaştırma konusunda büyük sorumluluk size ait. bir de bu filmin yönetmeni spike lee gibi derdiniz güncel politika ise işiniz daha da zor. çünkü derdinizi anlatmaya çalışırken atacağınız yanlış adımlar sizi bir çığırtkana dönüştürebilir.

    bu nedenle şimdi bahsedeğimiz blackkklansman çok özel bir film. çünkü derdini didaktik olmadan, izleyiciyi manipüle etmeye çalışmadan müthiş bir teknikle aktarmış. ayrıca spike lee burada derdini anlatırken hem bunun bir film olduğunu unutmamış hem de çok derin sosyal konulara işaret etmiş. şimdi filmimiz önemli bir konuyu işlerken sanatsal yönden güçlü olmayı nasıl başarmış bir bakalım.

    --- spoiler ---

    1 ) ılımlı ana karakter: sinemada yapılması gereken en temel işlerden biri izleyiciyle ana karakter arasında bağ kurdurmak olduğu için yönetmenler ana karakter üzerinden görüşlerini izleyicilere kolaylıkla aktarabilirler. ancak yapılan şey bir miting değil film olduğundan fikirleri direkt olarak aktarmak ve izleyicinin bunları kabul etmesini beklemek “sigara içmek kötüdür.” gibi çok temel bir fikirde bile alıcının direnç göstermesine neden olur.

    çünkü izleyici yönlendirildiğini hissetmekten hoşlanmaz. bu yüzden böyle bir filmde tek bir yöne bakan bir ana karakteri kullanamazsınız. mesela malcolm x filminde bile merkezde bir fikir adamı olmasına rağmen spike lee, malcolm'u fikirleri değişen ve gelişen bir insan olarak resmederek izleyicinin kaçmasına engel olur.

    bu nedenle yönetmenimiz derdini anlatırken kwame ture gibi bir adamı değil de ron stallworth’u ana karakter olarak seçmiş. çünkü kwame’nin fikirleri çok keskin ve her diyaloğunda bunu görebiliyorsunuz. ancak bir fikri sinemada sadece diyaloglarla ve aşırı uçlu karakterlerle anlatmaya çalışırsanız ne yapmaya çalıştığınız kısa sürede fark edilir ve fikrin değerinden bağımsız olarak izleyiciler filmden sıkılır.

    ron ise kwame’den oldukça farklı. çünkü ana karakterimiz konuşmaktan ziyade fikirlerini yaptığı işlerle gösteren bir insan. mesela siyahiler ile beyazların uyumlu bir şekilde yaşamasını istiyor. ancak bunu bir salon dolusu insana anlatmak yerine gidip polis oluyor. çünkü sistemin ancak içeriden düzeltilebileceğine inanıyor. ırkçılarla mücadeleyi de yine harekete geçerek başlatıyor. çünkü bir eyleme katılıp bin yerine bin birinci insan olmak yerine, gerçekten bir soruşturma yürütüp gerekli tutuklamaları yapmayı tercih ediyor.

    2 ) güçlü anlar: eğer ırkçılık gibi bir konu hakkındaki görüşlerinizi geniş kitlelere aktarmak istiyorsanız, mantık çok işinize yarayacak bir şey değildir. isterseniz şemalar kullanın, polis şiddeti vakalarının istatistiklerini tutun, bunların eyaletlere göre dağılımlarını gösterin. elinizdeki materyal ne kadar gerçek olursa olsun bir rakam izleyici için bir rakamdır. 532 ile 523 sayısı kolaylıkla karıştırılabilir. ancak aradaki 9 fark, 9 farklı insanın hayatı demek.

    bu yüzden ayrımcılık gibi bir konuyu işlerken mantığa değil duygulara hitap etmek zorundasınız. o aradaki 9 rakamı önce 9 isme daha sonra 9 hayata ve sonunda da toplumu etkileyen 9 insana dönüşmelidir. spike lee de bunu filmde jesse washington’ın linç edilmesini anlattırarak yapıyor. spike lee zaten monolog çekmek konusunda çok başarılı. filmlerinde de konuşmacılara sıklıkla yer veriyor. ancak bu sahne diğerlerinden farklı. çünkü bu filmdeki kwame ture ya da malcolm x gibi karakterler, insanları harekete geçirmek için konuşuyorlardı. bir talepleri vardı ve ateşli bir şekilde bunun nedenlerini aktarıyorlardı.

    jesse washington’ın başına gelenlerin anlatıldığı sahne ise bundan farklı. birincisi bu sahnede monoloğa başlayan karakter sizden bir talepte bulunmuyor. ikincisi de toplumun başına gelen sistematik bir olaydan bahsetmiyor. çünkü toplum çeşit çeşit insandan oluşur ve onların tümüyle bağ kurmak zordur. ancak anlatılan kişi sayısını bire indirirseniz ister norveç’te ormancı olun ister kazakistan’da at yetiştiricisi, bir insan olarak yaşanan acıyı karşınızdakine hissettirebilirsiniz. bu his de rakamlardan daha kalıcı olur.

    3 ) karikatürize kötü adamlar: genel olarak filme bakarsanız klan üyelerinin kafası pek çalışmayan insanlar olarak resmedildiklerini görürsünüz. ilk başta bu klan üyeleriyle dalga geçmek için yapılmış bir şey gibi görünür. ancak bunun anlatım olarak farklı bir amacı var sanırım. çünkü belli bir grubu kötü göstermek istiyorsanız bunun onlarca farklı ve ciddi yolu var, onları karikatürize tipler olarak göstermek bunların en sonuncusu. bir de her ne olursa olsun hiçbir yönetmen filmlerindeki karakterlerin böyle basit görünmesini istemez.

    benim fikrime göre spike lee’nin bunu yapma amacı filmi daha izlenebilir kılmak. çünkü eminim ırkçılığın içine doğup büyümesi nedeniyle spike lee amerika’daki gerçek bir ırkçı nasıl biridir biliyordur. istese bundan çok daha gerçekçi karakterler üretebilir. ancak bunu yapmadı çünkü ortalama bir izleyicinin bir ırkçıyı sinir krizi geçirmeden izlemesi çok zor. eğer american history x’deki gibi amacınız izleyiciyi rahatsız etmek ve böylece konuya dikkat çekmekse o zaman başka. ancak spike lee’nin amacı bu değil. o, ron’un hikayesini anlatmaya çalışıyor. bu yüzden klan üyelerinin gerçek yüzünü gösterip seyircisine mide krampı yaşatmaktansa bu karakterleri dalga geçilesi bir hale getirip hikayenin önüne geçmelerini engelliyor.

    mesela filmdeki connie karakteri nefret edilesi bir insan. ancak klan toplantısına kraker getirdiğini görüyoruz çünkü nefret izleyiciyi bir kere ele geçirirse bakış açısını bulandırır. bu da hikayenin düzgün bir şekilde anlatılmasına engel olur. bu nedenle dalga geçilesi kötü karakterler gerçekçi kötü karakterlerden daha işlevsel bu hikaye için.

    4 ) mizah: bu konu benim spike lee filmlerinde en sevdiğim noktalardan biridir. çünkü yönetmenimiz burada öyle bir teknik kullanır ki normalde çok ciddi meselelerin konuşulduğu bir diyaloğu izlerken sürekli gülersiniz. bu teknik de görüntü yönetmenliğiyle kurgunun birleşimiyle yapılır. öncelikle kamera konuşacak oyuncuyu tam orta portreden alır. çoğu filmde diyalog esnasında oyuncu karşısındaki insanın konumuna göre hafif sağda ya da solda yer aldığı için tam karşıdan görmek izleyicide bir şeylerin garip olduğu hissini yaratır.

    tekniğin ikinci aşaması da kesmelerle alakalı. o1 ve o2 diye iki tane oyuncumuz olsun. normal bir diyalog sırasında o1 repliğini söyler. susar kamera hala onu çekerken o2 konuşmaya başlar ve ilk kelimenin bittiği yerde kesme yapılarak ekran o2'ye geçer. bu da kesmelerin doğal görünmesi için yapılır. çünkü normal hayatta da karşınızdaki insan siz yüzüne bakmaya başladığında konuşmaz. bir kelime söylemeye başladığı anda siz bakışlarınızı ona yöneltirsiniz. bu teknik de insandaki bu huyun bir taklididir.

    peki spike lee bu doğallığı neden bozuyor? çünkü eğer ciddi bir diyaloğu teknik anlamda doğru çekerseniz onu ağır bir hale getirirsiniz. ancak tekniği bozarsanız garip bir durum oluşur. bu da hem o diyaloglardaki meseleleri aktarmak hem de filmi ağırlaştırmamak için kullanılan bir yöntemdir.

    5 ) minik zaferler: insan zihni başlanan bir işin tamamlanmasını ister. böylece dosyayı kaldırıp arşive atabilir. ancak bir yönetmen anlattığı meselenin film biter bitmez unutulmasını istemez. bu nedenle spike lee de ron’un ve ekibin başarısını minimum düzeyde tutmuş. tabi bu gerçek olaylardan uyarlanmış bir hikaye ancak spike lee seyirci mutlu olsun diye karakterlerine madalya bile verdirebilirdi isterse. ancak onun yerine dosyayı olabilecek minimum kazanç ile kapatıp izleyicinin gerçeklerden uzaklaşmasını engellemiş.

    çünkü zaferin tonu tutturulamazsa seyirci sahte bir tatmin duygusuna kapılabilir. böyle bir durumun önüne geçmek için de klan üyelerinin planladığı saldırının başarısız olduğunu görüyoruz daha sonra bombayı yerleştiren connie’nin tutuklandığını öğreniyoruz. bu da en azından hikayeyi toparlamak için yeterli oluyor. bir de sanırım polis şiddetini es geçmemek adına hikayenin başlamasından önce siyahi bir çocuğu vurmuş olan polisi de tutuklatıyor ama kazanılan şeyler bundan ibaret.

    ayrıca siz finalde daha büyük bir zafer beklerken, film bu kadarı yeter şimdi gerçeklere dönelim diyerek önce soruşturmanın sonlandırıldığını haber veriyor. daha sonra ron’un david duke ile son bir kez dalga geçmesini gösterip önce ortamı yumuşatıyor sonra da yanan haç sahnesi ve gerçek haberlerden derleme görüntüler ile ana fikrin altını kalın kalın çizerek finalini yapıyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak bir film çok önemli bir meseleye dikkat çekmek istiyor olabilir. ancak meselenin önemi ya da bu çabanın değeri bir filmi iyi yapmaya yetmiyor. çünkü sinemada bulunan fikri uygulayabilmek o fikri bulmaktan çok daha önemli. spike lee de bu filmde gerçekte çok ağır olan bir konuyu izleyicisini yormadan aktarmanın yollarını aramış ve mizah, gerçekler ve sert konular arasında müthiş bir ton tutturmuş. ki bu da başarması gerçekten zor bir iş çünkü ırkçılık gibi bir konunun işlendiği bir filme mizahi kısımlar eklemek işin elinizde patlamasına yol açabilirdi. ancak spike lee nerede mizaha yer vereceğini nerede ciddileşeceğini çok iyi bildiği için iki uç arasında rahatlıkla gezebilen ve bunu yaparken ana fikrini seyirciye kolaylıkla aktarabilen bir film çıkarmış ortaya.

  • az once cumhurbaskani sifati ile birinin

    - chp, mhp, hdp'ye oy vermeyin, pisman olursunuz.

    cumlesini sarfettigi yayindir.

    akabinde de

    - bunu soylemek zorundayim. halkimi uyarmak benim gorevim.
    uyarmazsam halkim bana yolda, sokakta hesap sorar.
    neden bizi uyarmadin ? diye.

    seklinde devam etmistir.

  • 8 yıldır yazılımla uğraşıp bu adamdan fazla para alıyorsanız kusura bakmayın ama siz de vurduruyorsunuzdur. *

  • başlık: beyler kız meselesi ciddi yardım lazım

    entry 1: .... özet: başı kapalı kıza aşık oldum ama dindar değilim. bu işin sonu neye varır ?

    entry 4: bu işin sonu sürtünme yoluyla ilişki ardından haydar dümen'e varır.

  • şu zor günlerde en çok ihtiyacımız olan sevgi insanı.

    hikayeme gelince;

    25 senelik hayatımda ilk kez bugün rastladım kendisine. okul harcını yatırmak maksadıyla koyuldum yola. çeşitli genişlik ve derinlikteki su birikintilerinin üzerinden atladım, sağından solundan dolandım. amacıma ulaşmak için önümde sadece 15 metrelik bi mesafe kalmıştı. gel gelelim 15 metrelik bu mesafenin sol tarafında duvar, sağ tarafında ise, ortasında şu zamana kadar gördüğüm en heybetli su birikintisini barındıran, tek tük arabaların geçtiği bi yol vardı. kaldırım da en fazla 40cm genişliğinde.

    o esnada pda'ime --objective update-- mesajı geldi: -ekmek al!!*

    daracık kaldırım üzerinde ilk 5 metreyi sorunsuz olarak yürüdüm. önümde koskoca bi 10 metrelik mesafe vardı daha. o sırada köşeyi hızla bi araç döndü. panikledim. kaçacak hiçbir yerim yoktu. hiç bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. eğer o hızla gelmeye devam ederse donuma kadar ıslanıcam. duvarla bütün oldum, gözlerimde dehşet ifadesi... artık sadece o sürücünün insafına kalmıştım. zaman yavaşlamıştı o an sanki, bütün algılarım keskinleştiğini hissettim hatta bi ara uzay geometrisinden 1-2 alan formülü bile hatırlar gibi oldum. aracın su birikintisine varmasına bir kaç metre kalmıştı ki artık gözlerimi kapadım. ne olduysa o an oldu işte. ıslanmamıştım... gözlerimi açtım. araba yavaşlamış, içindeki şoför ise bana bakıp gülümsüyordu. gülümsedikçe etrafa ışık saçıyordu adeta. zaman normal seyrine döndüğünde arkasından bakakaldım öylece. medeniyet dediğin böyle bir şey olsa gerek dedim içimden. gittim harcı yatırdım. eve giderken de ekmeği unuttum...

    bu nasıl bir empati yeteneğidir a güzel insan

    (bkz: yağmurlu havada su sıçratan şoförler)

  • mail yoluyla bana ulaşan, sahibinin belirtilmemiş olduğu bir anı:

    ben askerligimi ankara etimesgutta pek kisa donem olarak (6 ay) yaparken ve cuma gununden evci cikarken bile mutlu degildim.

    ama allahin sopasi yok ki...

    bir gun bize kurtulus dizisinde rol alacagimiz soylendi. konu memleket meselesi olunca tabii, sahsi cikarlarimizi bir yana birakip senaryoyu okumadan kabul ettik teklifi.

    sahnelerin polatlida cekilecegini soylediklerinde icime biraz kurt dusmedi degil.

    polatli topcu okuluna bir geldik ki belene kampindan farksiz bir yer. 2000 kisiyi cole saldilar ve cadirlarinizi kurun dediler.

    ertesi gun bir kismimiza kuvva-i milliye, bir kismimiza yunan, ve diger gavur askeri kiyafetlerini dagittilar. tabii bizim kuvva-i milliye kiyafetleri yirtik pirtik. ayni kiyafetle cekim yapip, yatip kalkip yasiyoruz. sabah bir matara su veriyorlar ve bir matara suyla her turlu ihtiyacimizi karsiliyoruz.

    saat 08:00 de otobuslerle sete gidiyoruz. set dediysem yanlis anlasilmasin yildiz tepe. sakarya meydan muharebesinin gectigi yer.
    rivayete gore (resmi tarihte boyle bir bilgi yok) tepe daha once bizimmis. bizimkiler yeterince stratejik gormeyip birakmislar ve yunanlilar aldiktan sonra da aymislar ve tepeyi geri almak icin taarruza gecmisler. (bu konuda tarih bilgisi olan varsa ve beni aydinlatirsa cok sevinirim).

    neyse, cekimler baslamadan once trt nin citir kizlari 2000 kisiye makyaj yapiyorlar ve tabii ki 1999 abaza makyajlarini silip yeniden yaptirmak icin siraya giriyor.

    makyozlerden biri tanidik cikti ve kizcagiza bizimkilere ulasmasini ve bana temiz camasir vs. gondermelerini soyledim.

    savasmak pis bir is. insanin ustu basi batiyor. tepenin basinda bir komutan. asagidan pire gibi gorunuyor ve asagida biz yani 2000 asker.

    komutan megafonla hucum diye bagirgyor ve biz allah allah nidalarıyla gavurun ustune yildirimlar gibi cakiyoruz. tabii bu sirada birilerinin olmesi gerekiyor ve herkes daha az kosmak icin olmek istiyor.

    olume talep cok olunca komutan (cakmak cakmak bir teğmen-enteresan
    birisi) bu isi siraya soktu. bu sefer kim olecek diyince herkes elini kaldiriyor. ama bizim bir kisa donem var, her defasinda siyatik, dalak sismesi, koroner kalp yetmezligi gibi hastaliklar bahane ederek olmek istiyor ve adamin tum saydigim ve sayamadigim hastaliklari icin raporu var. komutan kim olecek diyince herif her defasinda bir rapor ibraz ediyor ve olme hakki kazaniyor. e n sonunda komutan "lan ne bicim herifisin be, sen zaten olusun olum"
    diyerek ona her cekimde olme hakki tanidi.

    bir keresinde de ben olmeye hak kazandim ve olme yerim de yunan siperine 5 metre kala. yaklaşık 300 metre tirmanmamiz gerekiyor yani. neyse hucum emirini aldik ve allah allah allah... tirmanmaya basladik, tabii ben savasmayali yillar olmus biraz hamlamisiz.
    nefes kesiliyor. buffaloda top kosturmaya benzemiyor.

    benim olme mekanima daha cok var ve benim gozum karardi ve artik bacagim cekmedi.

    ben de erken olmeye karar verdim.

    ve yandim allah diyerek goge yukseldim, silahimla havada bir yay gibi gerildim ve koca bir dag gibi devrildim ve en yuce kata erme serefine nail oldum.

    buraya kadar olayin butun hamasi yonu bir anda traji-komik bir hal aldi. tabii olduk ve devrildik ama; yildiz tepe, dik bir tepe hafiften.

    olduk ama basladik yuvarlanmaya. her taraf tas, kaya, cakil. oramiz buramiz yirtiliyor. zaten elbise dedigin caput parcasi.

    yirtiklardan filan don paca geziyoruz. ben bir taraftan yuvarlanirken bir taraftan tutunmaya calisiyorum . tufek bir tarafa, matara ve diger techizatlarim bir tarafa, ben bir tarafa yuvarlanip duruyoruz.

    durmak mumkun degil. guya olduk rol icabi; ama can tatli tabii.
    velhasil olsen bir turlu olmesen bir turlu.

    ertesi gun biz yunanli olduk ve temmuz sicaginda bize kase elbiseleri giydirdiler. uzun donemlerden biri tutturdu ben yunanli olmam diye.
    "abi ben yunanli olursam koye donemem, anamin babamin yuzune nasil bakarim" diyor. olum ulan rol icabi bir sey olmaz dedikse de dinletemedik ve herif ictimaya cikmadi.

    tabii bizim bolukten biri yunan olmayi kabul etmeyip cekimlere katilmadigi icin ceza yedik. bu ara tuvaletleri cukur acip bez paravanlarla insa ettik.

    gece bir ruzgar cikiyor, colun ortasinda comelmis yuzlerce ay parcasi ortaligi aydinlatiyor.

    yunanli oldugumuz gun yine yayilmisiz ortaya hucum emri bekliyoruz. hucum emri geldi ve basladik taarruza. bu sefer gavur olarak.

    ve bizim boluk salak gibi yine allah allah nidalariyla saldiriyor.
    tepeden yakin cekim de yaptiklari icin son derece dikkatli olmak gerekiyor aksi taktirde cekim tekrar ediliyor ve bir cekimin hazirligi 3 saat filan suruyor.

    ulan dedim "manyak misiniz olum biz yunanliyiz ne allah allahi".
    demez olaydim. cekim devam ederken bizim boluk durdu. oradan biri peki ne diyecegiz diye ortaya son derece kritik bir soru atti. boluk konuyu tartismaya basladi.

    bu arada yuzlerce at yanimizdan gok gurultusu halinde geciyor.
    ortalikta bombalar patliyor. gurultuyu ve arbedeyi anlatamam.

    diger yunan bolukleri yanimizdan allah allah diye geciyorlar ve gecerken bizim boluge bakip ulan bunlar ne yapiyor savasin ortasinda diye anlamsiz anlamsiz bakiyorlar.

    olum birakin tartismayi hicbir sey demenize gerek yok kosun yeter diyorum ama bomba sesleri ve at kisnemelerinin arasinda beni pek sallayan yok. dallamanin teki bir dakika diye kukredi, beb buldum "makarios" diye bagiralim dedi. bu olaganustu fikir de bir sure tartisilmaya deger goruldu ve sonuc tahmin ettiginiz gibi sahne yeniden cekildi.

    cunku yukaridaki kameralar bizi ayna gibi cekmisler. savasin ortasinda bir grup yunanl hararetli bir sekilde tartisiyor.

    bu arada mayinlarin daha iyi patlamasi icin icine at pisligi koyuyorlarmis ve bunu kimseye soylemediler.

    daha ilk cekimde basladik kosmaya ve yanimizda, sagimizda solumuzda bombalar patliyor. ortalik bir anda bok gibi kokmaya basladi ve gokten basimiza at boku yagiyor. ensemizden at boku oldugu gibi iceri. herkes durdu ve uyuz gibi elini sirtina sokup basladi kasinmaya.

    sonuc yine tahmin ettiginiz gibi. cekim sil bastan.