55141 entry daha
  • nasıl etmeli de ağlayabilmeli
    farkına bile varmadan
    nasıl etmeli de ağlayabilmeli
    ayıpsız
    aşikare
    yağmur misali

    neylersin alışkanlık
    için kan ağlarken yüzün güler
    dikilitaş gibi dinelirsin yine
    yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer
    anneler gibi ağlamanın yiğitliğine

    nazım hikmet.
  • kuşların dili

    kanatlarım gece kesti, dünya yine suskun
    kargalar bozgun, martılar aylak
    güvercinler küskün, kumrular aşık
    bense bir başımayım, çakıllı gök altında
    masallarım tükendi artık anlatmaya
    yazacaklarım da birikmiş, eski saksılarda
    kellelerde güller bitivermiş, ölümden habersiz
    ölüyorum yıldırımlı bir aşka çarpılarak

    ölüm dediysem, uyku sanmayın
    karıştırmayın sonsuz karanlıkla,
    bitmeye mahkum geceyi
    gerçi hangi kuşun cenazesi
    kaldı toprak üstünde?
    karıncalara ziyafet olmadık mı birlikte?
    ağıtlar halinde yakıldı türkülerim
    sevdanın ülkesinden, kulaçlarca uzakta
    bir ses aradım kendime
    unuttuğum ötüşümü,
    rabbim geri verir mi bana?
    nicelerine rehberdim oysa ben,
    gümüş bir aynaydım simurg'un sarayı'nda
    parlardım, su bulurdum, yurt tutardım millete...
    bana hasret bir kırık ayna kaldı şimdi
    parçalarından sümbüller kanıyor, öyle güzel
    çağlıyor baharlar, leylekler halinde
    dilden dile konuşuyorum, savaşıyorum
    bazen dedikodu oluyorum, bazense destan
    ama özünde bir hakikat, çok yalan

    kanatlarım tan ağardı, dünya şimdi aydın,
    kargalar çirkef, martılar şakrak,
    güvercinler eşref, kumrular korkak
    bense çok başımayım, beton zemin üstünde
    takatim kalmadı, gökkubbece uçmaya
    çakıldı bedenim, yazıldı kaderim parke taşlarına
    başsız gövdeler uyanmış, günaydın onlara
    öldüm şimdi burada, kainata yetersiz...

    muftumuffin
  • dışarıya yağmur,
    yüreğime hasret,
    fikrime sen...
    nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden
    bir bilsen...

    (bkz: cemal süreya)
  • ses / behçet necatigil

    kopan çığlar altında kalanlar olduğu
    oysa görülüyordu.

    bir kadının ileride
    bir şeyler hıçkırdığı;
    bir erkeğin, birine,
    görünmeyen birine bir şeyler seslendiği
    oysa görülüyordu.

    ama duyulmuyordu. -ses!
    sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.
  • çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
    bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
    sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
    nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
    zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
    dursam ölürüm paramparça olur dünya
    çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
    uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
    bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
    tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
    gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
    (gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
    unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
    bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
    kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
    bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
    üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
    ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
    bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
    çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
    bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
    okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
    batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
    upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
    gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
    ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
    çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
    gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
    (soluğunun elma kokması bundandı belki)
    bir elma kokusuna tutundum düşerken
    sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
    nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
    çocuksun sen, çocuğumsun
    (bkz: ahmet telli)

    bir şiir olsun için söylemiyorum, ama ellerin fesleğen kokardı.
  • ne yak mektubun ucunu
    ne sevgini sayfalar
    dolusu dile gelir
    zarfı kapatırken yalnız
    kuytu dudaklarını
    çokça değdir

    sunay akın
  • ****
    yolunu beklerken daha dün gece
    kaçıyorum bugün senden gizlice
    kalbime baktım da işte iyice
    anladım ki sen de herkes gibisin
    ****
  • seni seviyorum
    bilmem nedendir
    seni özlüyorum
    bilmiyorum nedendir

    sen ne amcik bir seysin ya
    cunku amin var ya
    benimse bir duble yaragim ya
    biliyorum bundandir yo yo ya

    (bkz: eminem)
  • bertolt brecht / bizden sonra doğanlara

    gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
    doğru söz delilik. düz alın
    kanıtı vurdumduymazın. gülen ki
    korkunç haberi
    henüz almamış.

    ne günlere kaldık, ki
    neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma
    içerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne!
    orda ağırdan caddeyi geçen
    erişilmez mi dara düşen
    arkadaşları için?

    doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha
    ama inanın: bu bir rastlantı yalnız. yaptığım
    hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana.
    rasgele korunmuşum. (talihim dönüverse. yokum.)

    bana diyorlar: ye iç! bak keyfine!
    nasıl yer içerim, kaparsam
    yiyeceğimi bir açın elinden ve
    bardaktaki suyum bir susuzda yoksa?
    ve yiyip içiyorum gene de.

    isterdim bilge olmak.
    eski kitaplarda yazılı nedir bilge
    kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını
    korkusuz geçirmek
    zora başvurmadan edebilmek
    kötülüğe iyilikle karşılık vermek

    isteklerine ermeyip, unutmak
    işi bilgenin.
    yapamam bütün bunları:
    gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!

    ii
    şehre geldim bozuk düzen günlerde
    açıklık sürerken.
    insan arasına karıştım ayaklanmada
    ve onlarla birlikte öfkelendim.
    böyle geçti zamanım
    yeryüzünde.

    yemeğimi yedim iki savaş arası
    katillerin arasında yattım
    sevgiye saygısız
    ve doğaya sabırsız baktım.
    böyle geçti zamanım
    yeryüzünde

    her yol batağa çıkardı benim zamanımda.
    dilim durmaz ele verirdi beni.
    elimden gelen azdı. ama hükmedenler
    daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum.
    böyle geçti zamanım
    yeryüzünde.

    gücüm azdı. hedef
    uzak mı uzak.
    apaçık belliydi, benim ulaşmam
    mümkün değildiyse de.
    böyle geçti zamanım
    yeryüzünde.

    iii
    siz, siz ki çıkacaksınız
    battığımız tufandan
    düşünün
    eksiklerimizden söz ederken
    karanlık çağı da
    sizin kurtulduğunuz.
    gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değiştirip
    sınıf savaşları arasından, umarsız
    yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa.

    biliyoruz oysa:
    alçaklıktan nefret bile
    çarpıtır çizgileri
    haksızlığa öfke bile
    kısar sesi. ah, biz
    hazırlamak isterken dostluk yolunu
    dost olamadık kendimiz.

    siz ama, o gün gelince
    insanın insana el uzattığı
    anın bizi
    hoşgörüyle.

    ...
    o gün mavi eylül ayında
    sessiz körpe bir erik ağacı altında
    tuttum onu, sessiz beyaz aşkı
    kolumda kutsal bir düş gibi.
    ve üstümüzde güzel yaz göğünde
    bir bulut vardı, çoktan gördüğüm
    çok beyazdı ve çok yukarılarda
    ve başımı kaldırıp baktığımda, değildi orda.

    o günden beri birçok, birçok aylar
    geçti sessiz aşağı kaydılar
    yok oldu o bütün erik ağaçları
    ve bana sorarsan aşk n'oldu diye
    sana derim ki: hatırlayamıyorum
    ama gene de, inan ki, biliyorum ne demek
    istediğini.
    ama gene de gerçekten hatırlamıyorum onun
    yüzünü.
    yalnız: o zamanlar öpmüştüm onu, biliyorum.

    ve bu öpücüğü de çoktan unutmuş olurdum
    o bulut olmasaydı orada
    onu bugün de hatırlıyorum ve hep hatırlayacağım
    çok beyazdı ve yukarılardan geliyordu
    erik ağaçları belki çiçek açıyordur gene de
    ve o kadının belki de şimdi yedi çocuğu olmuştur
    ama o bulut yalnız birkaç dakika için açtı
    ve yukarı baktığımda, rüzgârda kayboluyordu
    bile.
  • "öldü,
    bu dünyada,
    nasıl ölünürse,
    insan olsun, hayvan olsun, bitki olsun,
    döşekte, toprakta, havada, suda,
    ansızın, bekleyerek, uykuda,
    bu dünyada nasıl ölünürse,
    nasıl öleceksem, nasıl öleceksek."
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap