hesabın var mı? giriş yap

  • genelde kanser teşhisi konmakla sonuçlanır. lakin bende hep tutuyor.

    ılk defa araştırma yaptığımda 16 yaşındaydım, kendime varikosel teşhisi koydum ve ürolojiye gidip "bende varikosel var." dedim. bi böburlenme aşaması, "biz boşuna mı bunun okulunu okuyoz" tribini yiyip muayeneye geçtik. sonuç: 1 ay sonra varikosel ameliyatı için masaya yattım.

    sonrası uyku apnesi tanısıydı. gittim ve bende uyku apnesi olduğunu ama neyden kaynaklı olduğunu bilmediğimi söyledim. burnumda et çıktı, ilaç verdi. apne için de uyku bozukluğu merkezine git dedi ama hala gitmedim. gidersem orada apne teşhisi konacak adım gibi eminim.

    en son da spor sonrası çarpıntı problemi nedeniyle 3 ay önce kardiyolojiye gidip internet araştırmalarımdan aldigim güvenle "bende mitral kapak prolapsusu var." diye dikildim kardiyologun karşısına. ekoya gönderdi, hakikaten de 1. derece mvp çıktı.

    birkaç seneye youtube'dan ameliyat videoları izleyip evde kendimi ameliyat etmeye başlayacağım kısmetse.

  • hele şöyle bi' toplanın, benim de biraz anlatacaklarım var;

    ben küçük bir köyde büyüdüm arkadaş. üniversiteye kadar da çıkmadım o köyden. sonra master için ist'de kaldım bir süre. sonrasında da 4 kıta, 19 ülke, sayısını hatırlamadığım kadar şehir, köy, kasaba gördüm; kısa süreli de olsa yaşadım hatta çoğunda. sonra başıma şu olay geldi..

    evlendiğim cins-i latif ist'de değil de başka bir şehirde yaşıyordu. ikimizin de iyi işleri, kurulu düzenleri, arkadaş çevreleri vs. vardı. düşündüki taşındık. dedik ki eğer ist'de yaşarsak (yani benim yaşadığım şehirde) karşımıza çıkacak şeyler bunlar bunlar, artısıyla eksisiyle. eğer eşimin yaşadığı şehirder yaşasak (yani, şuan yaşadığımız yerde) karşımıza çıkacak şeyler bunlar. artısıyla, eksisiyle yine.

    eğer ben değiştirseydim yerimi, yeni bir iş bulmam gerekecekti. bu durum benim için çok da zor değildi, çünkü zamanında onlarca ülkede çalışmış ve yaşamıştım. ee senelerce küçücük bi köyde yaşadığım için de bana sorun olmayacaktı yani. sonuçta öyle yaptık.. ben ist'deki evimi, işimi, arkadaşlarımı, galatasarayımı bırakıp eşimin yaşadığı şehirde bir iş buldum, ortalama bir-iki haftamı aldı. ist'de aldığım aynı maaşla hatta, daha iyi sosyal haklarla.

    şimdi evimden işime 10dk'da gittiğimde bugün geç geldim eve diyorum. canım sıkılıyor, moralim bozuluyor. çünkü 7 dk'da gelmem lazım evime. hatta sabah işe giderken yolda bir araba gördüğümde şaşırıyorum. teksas kırsalında markete giderken araba gördüğünde şaşıran amerikalı gibi. birbirimize korna filan çalıyoruz, şekillli afilli selam filan veriyoruz. yazları cuma akşamları işten çıkınca denize filan gidiyoruz. işten çıkıp denize ayaklarımı sokuyor olmak ortalama 28 dakikamı alıyor. 30 olsa yine canım sıkılıyor, moralim bozuluyor. biram hep soğuk oluyor mesela, fıstığım hep taze. haftasonları köylü teyzelerden envai çeşit yeşillik alıyoruz. hayatımda daha önce yemediğim lezzette mantarlar filan, kilosu 7-8 lira. o sizin organik deye aldığınız ama ambalajı bile organiz olmayan kilosu 33 tl'lik mantara da bin basar.

    haftasonu kapımızın önünden simitçi geçiyor mesela; 4 tanesine 2 lira veriyoruz, sımsıcak, mis gibi. kışın da sucuk ekmek yapıyoruz en güzel doğa parklarının birinde. eve döndükten sonra en az üç dört bölüm breaking bad izleyebiliyoruz. saat anca 22:00 oluyor. sonra da şarap filan açıp muhabbet ediyoruz sevdicekle..

    yılda en az üç kere yurtdışına tatile gidiyoruz mesela, daha önce görmediğimiz şehirlere, ülkelere. deliler gibi seyahat ediyoruz lan, hayallerimizi yaşıyoruz. çünkü yanlış anlamayın ama para biriktirebiliyoruz. masrafımız ist'de yaşadığımız zaman harcayacağımızdan en az üç dört kat az. stressiz, gürültüsüz vs. sabah kaltığımda pencerem ormana bakıyor, evimin önünde belediyenin yaptığı halı sahada top oynayan elemanlara takılıyorum ara sıra. fena maçlar dönüyor. terleyince arabaya atlayıp denize bile gidebilirim, o kadar diyim size. ha unuttum, kışın efsane balık oluyor burda. zaman zaman norveç somonu ile buluyoruz. hamsi filan gırla. barbuna düşüyoruz bazen. evde yapmaya gerek bile kalmıyor, çünkü salaş yerlerde yiyoruz balığımızı, öyle ist'de satılan saman gibi balığa bi' ton para vermiyoruz. istediğimiz zaman yürüyüşe çıkıyoruz mesela, evimizin yakınındaki ormana filan. sonra eve dönüp dünya haritasının üstünde acaba şimdi nereye gitsek diye ülke seçiyoruz, elimizde koleksiyonumuzdan nadide biralar oluyor, soğuk. ben daha çok viski takılıyorum. single malt..

    şimdi sorarım size. ist'de yaşayanınızın kaçı bunları istediği zaman yapabiliyor? illa ki vardır, illa ki olacaktır da. ama sayısı geçmez bir elin parmaklarını.

    demem o ki sevgili okur; küçük şehirder yaşamak; her zaman iyidir büyük şehirde yaşamaktan. avantajlıdır, huzurludur.

    ama unutmayın; önemli olan her zaman yaşadığın yerde, sevdiğin insanla yakaladığın huzurdur. nerde olursa olsun! sadece büyük şehirde biraz daha zordur bu, daha pahalıdır, daha can yakıcı.

    şimdi ne mi yapıyoruz?

    yeni zelanda'ya göç etmek için evraklarımızı hazırlıyoruz. yeterli eğitimimiz, birikimimiz ve şansımız var. ha oldu da yapamadık. ne mi olur, ben yine işimden evime 7 dk'da gider, house of cards'ın üçüncü sezonuna başlarım. bitince norveç'e uçak bileti bakarım belki, airbnb'den ev tutarım sonra. siz edirnekapı'dan boş gelecek metrobüsü beklerken ya da tekstikkent'ten maslak'a 3 saatte giderken..

    fırsatınız varsa terk edin büyük şehirleri, kendiniz için olmasa bile çocuklarınız için yapın bunu..

    unutmayın; her şey gitmekle başlar ve her şey yolcuktan gelir.

    *bana nerede yaşıyorsun diye mesaj atmayın nolur. yerimi söyleyip hepinizin buraya gelmesini cidden göze alamam *

  • oyun komutu cok basit olan fulbolcu,

    if burak yilmaz yilmaz bos,
    pas burak yilmaz
    else
    pas yandaki adam

    ekleme: arkadaslar selcuk'ta oyun sirasinda gözlemlenen 3 saniye gecikmenin sebebi de bu program. su komutu calistirmasi 3 saniye aliyor. komut cökerse selcuk da cöküyor ve arkasini rakibe dönüp faul yapiyor. olay bundan ibaret.

  • ekmeğin arasına cips koyanı gördüm, muz koyanı gördüm, ekmeğin arasına ekmek koyanı gördüm ama asıl bombayı annem patlatıp hayatımın keşfini yaptı.

    ilkokuldayız. köyden taşımalı geldiğimiz için beslenme çantamız var. yumurta, peynir allah ne verdiyse yufka ekmeğin içine dürülüp konuluyo işte. bir gün öğretmenin oğlu evleri uzak olduğu için bizimle yemeye başladı öğle yemeğini. mis gibi bakkal ekmeğinin içine sürmüş annesi çikolatayı. yarısını bana verdi. lan o nasıl bir lezzet. aklım başımdan gitti. köylü çocuğuyuz böyle şeyler görmedik. neyse eve gidince anneme dedim babama söyle de bize çikolata alsın ekmeğime koy. babam almış garibim. aldığının ertesi beslenme çantamda çikolatalı ekmeğim okula gittim. öğleyi iple çekiyorum. neyse öğlen geldi. yufka ekmek nasıl dolgun, bir de ok gibi dimdik duruyo. dedim ki canım annem ne kadar sürdüyse ekmek zor almış. bi ısırdım çatırt diye bir ses. ama ağzıma çikolata tadı geliyo bir daha ısırdım yine çatırt diye bir ses. meğer babam çikolatalı gofret almış. annem de garibim ekmeğin arasına onu koymuş. deneyin güzel oluyo.

  • dünyanın en çok yaşayan insanlarından biriymiş tam 160 yıl. yalnız bu arkadaşın yaşam aralığı kendi yaşından daha ilginç abi. 1774 yılında bitlis'de doğmuş. yani daha fransız ihtilali olmamış, çağlardan yeni çağ. abd bile kurulmamış lan. zaro 2 yaşında bir bebe iken abd bağımsızlığını ilan ediyor, 15 yaşında bir ergenken ise fransız ihtilali oluyor. tabi zaro ağa bitlis'te yaşıyor. ihtilal olmuş ve bunu idrak etmesi ne kadar başarılı olmuş bilinemez. zaman akıyor ve 1812 yılında küçük bi dünya savaşı benzeri tadsızlık çıkıyor napolyon savaşları adında, zaro ise 38 yaşında o zaman mısır cephesinde savaşıyor fransız ordularına karşı.

    zaman ilerlemeye devam ediyor dünyada sanayi, endüstri devrimleri gerçekleşiyor. makineler yükseliyor. darwin, marx, dostoyevski, abraham lincoln gibi farklı alanlarda birçok şey başarmış saygıdeğer insanlar geçiyor, zaro ise memlekette hayatına devam ediyor. derken "kırım savaşı" osmanlı'nın tarihinin en büyük savaşlarından biri patlıyor zaro ağa ise henüz gencecik 82 yaşında. savaşı osmanlı kazanıyor ülkede ise bir sevinç var ancak 1876 yılında 93 harbi patlıyor ruslarla yine. zaro ağa ise üç basamaklı yaşa ulaşmış 102. arada ıslahat, tanzimat fermanları falan olmuş. padişahlar kaftan yerine artık tosunpaşa gibi giyiniyor zaro ise olgunluk çağlarında. 5 yıl sonra atatürk doğacak daha sonra ölmeden zaro atatürk'ün huzuruna çıkacak ve ona "sultanım" diyecek. atatürk ise gülümseyecek "saltanatı kaldırdım dede! reis-i cumhurum ben" diyecek. bu kayıtlara böyle geçmiştir.

    fizikte, kimyada, astronomide inanılmaz gelişmeler oluyorken balkan savaşları başlayacak. sonrasında ise ilk dünya savaşı. ordular artık geçen yüzyıldaki gibi sıra sıra dizilip "biz sıktık hadi şimdi sıra sizde" tarzı dünyanın en tuhaf savaş biçimini terketmiş ve siperlerde savaşacak. savaş sürerken ise bi devrim daha olacak, kızıl devrim. sene 1917 zaro 143 yaşında yorgun demokrat. kurtuluş savaşından sonra 600 yıllık imparatorluk çökmüştür, zaro ise bunun çeyreğine bizzat kendisi şahit olmuştur. 1.abdülhamit'ten vahdettin'e 10 tane padişah devirmiştir. işte böyle bi insanın videosu bile var new york'a misafir olarak çağrılmış. 1790 yılında bitlis'te keçi otlatan bir insan 1930 yılında new york bir ballroom dansçısıyla beraber.https://www.youtube.com/watch?v=sjhh1lpvjh0 dünya üzerinde böyle bir hayat hikayesi yok abi. film çeksen star wars gibi 6 part'tan oluşur. film demişken yönetmen olsam bu adamın filmini çekerdim.

    zaro ağa begins
    zaro ağa the french revolution
    zaro ağa the industrial revolution
    zaro ağa new wave of science
    zaro ağa bizimle eğleniy
    zara ağa her ölüm erken ölümdür

    ben böyle geveze oluyorum böyle acayip konularda kusura bakmayın neyse kim bilir daha ne acayip insanlar vardır dünyada. lan adam mozart'tan 15 - 20 yaş küçük mozart 1791 yılında ölüyor mesela bu adam da 1795 yılında bir kuyuya falan düşüp ölebilirdi, ama ölmedi 1934 yılına kadar yaşadı. adam harbiden büyük insanmış zaro ağa daha da yaşasaydı kendisi bugün 241 yaşında olacaktı, saygıyla anıyoruz.