• ilkel olarak tanımlanan toplumlarda doğal olanla iç içe geçmiş olaylar ve olgular bütünüdür.

    doğaüstü inanışlar, tarihin her döneminde ve her toplumda görülmüştür. hatta insanların çoğu, varlıklarını bir şekilde doğaüstü fenomenlere dayandırır. ancak medeni olarak tanımladığımız toplumlarda doğal ve doğaüstü arasında kesin bir çizgi vardır. polinezya yerlileri de polonyalılar da çoğunlukla fizikötesi bir dünyanın varlığına inanır. fakat polinezya yerlileri doğaüstü varlıkların ve âlemin alametlerini bir ağacın dalında veya bir bulutta görebilir.

    lucien levy-bruhl'un ilkel toplumlarda mistik deneyim ve simgeler kitabında fransız kongosu'ndaki bir cinayet davası anlatılıyor:

    --- spoiler ---

    aniden bir fırtınaya yakalanan üç adam bir kulübeye sığınır. çarpan yıldırım kulübeyle birlikte üç adamın da yanarak ölmesine yol açar. bunun üzerine şef, fetişçisine bu talihsiz olaydan kimin sorumlu olduğunu bulmasını emreder. suçlu ortaya çıkar çıkmaz şef onu ödürür. bölge yöneticisi olayı öğrenince şef mahkemeye verilir ve büyücülük yöntemleriyle suçlu tespit ederek yasaklayan yasa maddesini çiğnediği gerekçesiyle yargılanır.

    şef savunmasında aşiretini yok etmeye çalışan insanların yaptığı kötülüklere karşı insanlarını korumak zorunda olduğunun altını çizer. mahkeme başkanlığını yürüten bölge yöneticisi: "adamları düşen yıldırımın öldürdüğünü biliyoruz" der. bunun üzerine şef: "evet, ancak o kulübenin üzerine kendiliğinden düşmedi. neden başkasına değil de yalnızca içinde bu üç kişinin bulunduğu kulübeye çarpıp yaktı? onlar neden bu kulübeye sığındılar? fırtına neden o saatte çıktı? bütün bunlar hiç kuşkusuz onları yok etmek amacıyla önceden planlanmıştı" yanıtını verir.

    --- spoiler ---

    polinezyalılar, maoriler, kızılderililer, inuitler, afrika yerlileri fizikötesinin varlığı hakkında kuvvetli ve sarsılmaz bir inanca sahiptir. fakat bu onlar için yalnızca inançtan ibaret değildir. sözgelimi, ben baktığım şeyin bir monitör olduğundan ne kadar eminsem, bir polinezya yerlisi de bulutlara baktığında tanrılarının uzuvlarını gördüğünden o kadar emindir.

    ilkel toplumlarda, şamanlar ve büyücüler bizdeki doktorlardan, mühendislerden, teknikerlerden ya da tamircilerden farksızdır. büyü, gündelik yaşamın her alanını etkileyen bir pratik olarak tanımlanır. biz nasıl musluğumuz akıttığında tamirci çağırıyorsak, ilkeller de anlayamadıkları olaylarda büyüye başvururlar.

    yine bruhl'ün aktardığına göre, inuit balıkçıları avları kötü geçtiği zaman bu durumdan sedna isimli bir varlığı sorumlu tutarlar. sedna, bir tanrıça değildir, deniz varlıklarının anasıdır ve insanların davranışları onu öfkelendirirse emrinde bulunan deniz hayvanlarını bir yere kilitler. ancak balıkçılar sedna'yı memnun edecek seremonilerde bulunurlarsa hayvanlar serbest kalır ve balıkçılar onları avlayabilir.

    james h s mcgregor tarafından kaleme alınan tarihöncesinden bugüne akdeniz dünyası ve doğa kitabında da koyukon inuitlerinin avlanırken titiz davrandıklarından bahsedilir. çünkü doğa sürekli ayaktadır ve eğer avlanırken yanlış bir şey yapılırsa doğa insanları besin kaynaklarından mahrum bırakır. dolayısıyla böyle bir durumla karşılaşmamak için avlanırken titiz davranmak ve doğanın ruhlarını seremonilerle onurlandırmak gerekir.

    ilkel toplumların tasavvurunda tesadüf veya rastlantı yoktur. her şey elinde sonunda doğaüstüne dayalı bir sistematiğe bağlıdır ve bunlar en az fiziksel olgular kadar gerçektir.
  • “doğal sebebini bilmediğimiz zaman ona doğaüstü deriz. geçmişte insanlar hastalandığında içlerine şeytan girdi denirdi. bugün insanlar hastalandığında biz bakteri, virüs ya da benzeri bir şeyden olduğunu söylüyoruz. hastalık aynı ama bizim bilgimiz değişti. sebebini bilmediğimiz zaman hemen doğaüstüne müracaat ediyoruz. bildiğimiz zaman ise doğal bir açıklamada bulunuyoruz. doğaüstü bizim cehaletimizden beslenen bir fanteziden başka bir şey değildir.”

    (bkz: tanrının formülü)
  • (bkz: supernatural)
  • (bkz: pilav üstü)
  • olmayan seylerdir. bu kurgusal ogeler, insan zihninin uydurmalaridir, insanin cehaletiyle hayalgucunun birlesmesinden ortaya cikar (bkz: halusinasyon). ozellikle mitolojide bol bol bulunur. turkiye'de ise zorunlu din derslerinde ogretilir.

    rivayet odur ki, dinlerin cogunun ortadogu'da cikmasinin bir diger sebebi de o cografyada bol miktarda bulunan uyusturucu maddelerdir.

    insanlarin cogunun bu zirvalara inanma egilimi vardir, cunku bir nev-i insanlarin duygularini somurur. aptal veya bilimsel egitim almamis insanlar daha cok bu tuzaklara duserler. bu sacmaliklara gulen de bir cok insan vardir, gercekten var olan her gorungu eninde sonunda bilimle aciklanabilir zira.
  • bilincin, altı üstüne getirilerek doğaya yamanmış hali.
  • metafizik'e iyice düşünüp tartılmadan üretilmiş bir karşılıktır. biz bu doğada yaşıyorsak ve bu olaylar da bu doğada oluyorsa, doğanın altı nerde, üstü nerede kaldı o vakit? doğa kadayıf mıdır, altına üstüne bakalım? doğa yasaları dediğin şey de zaten senin keşiflerin dahlinde uydurduğun, senin teknoloji düzeyine paralel an be an değişen bir kavram. sen henüz anlayamadıysan, kavrayamadıysan, sebebini açıklayamadıysan doğanın suçu nedir demek istiyorum.
  • emile durkheim'a göre aydınlanma çağının rasyonelliğini içinde barındıran batılı bir ifadedir.
    öncesinde doğal ve doğaüstü diye bir ayrım yoktur.
  • gerçek hayatta doğaüstü olay diye bir şey yoktur.

    tesadüf, veya bilinmeyen neden vardır.

    özetle, her şeyin doğal bir açıklaması vardır. açıklamanın ne olduğunun bilinmemesi, olayın doğaüstü olduğuna işaret değildir. açıklamanın ne olduğunun bilinmemesine işarettir.

    eğer sebebini açıklayamadığınız şeylere doğaüstü diyip, sebebi sonradan açıklanınca doğal olarak güncelleniyorsa, doğaüstü kelimesi, azalmakta olan cehaletin tanımı olur.
hesabın var mı? giriş yap