• eloy'un ismi, söylenenlere göre h g wells'in "time machine" eserindeki bir ırkın isminden alınmış.
    frank bornemann, müziğe 60'larda shadows ve beatles gibi grupların etkisiyle başlamış. 60'larda alman gruplarının, sadece cover yapan ikinci sınıf gruplar olduğunu söyler bornemann bir söyleşisinde. (şüphesiz ki bu durum 69'da efsanevi amon duul önderliğinde krautrock sahneye çıktığında tamamen değişmişti. hatta "keyboard ağırlıklı space-progressive" alman gruplarını tanımlamak için kullanılır oldu ve bazı ingiliz grupları da dahil olmak üzere progressive camiasını derinden etkiledi.) adamımız da bir kolej grubu kurup moody blues, who ve cream'in coverlarını yapmaya başlar. 1970'de eloy adını alıp lokal bir "en iyi yeni grup" ödülü alırlar ve kendi bestelerini yapmaya başlarlar. 1971'e gelindiğinde ise ilk albümlerini çıkarmaya hazırlardır artık (aslında ilk albüm bazı kaynaklarda 1972 olarak da gösteriliyor.)

    eloy (1971): aslında eloy'un ilk albümüyle rush'ın ilk albümü arasında pek bir benzerlik vardır, her ikisi de "pre" eloy/rush olarak kabul edilebilir. bu ilk albümde standart eloy özelliklerini göremiyoruz ama bazı sağlam ipuçları vardır. özellikle de something yellow ve eloy adlı parçalarda. bu albüm, frank bornemann'ın vokal yapmadığı tek eloy albümüdür, vokalde erich schriever vardır. frank bornemann, grubun ilk albümüyle ilgili şunları söylüyor:

    "en baştan beri farklı, progressive'den etkilenen müzik yapmaya çalıştık. erich çok iyi bir solistti ama profesyonel olmak istemiyordu. ayrıca konser vermek de istemiyordu. fazlasıyla politik görüşlüydü ve bakış açısı bizim yapmak istediklerimiz için biraz dardı. o ayrıldıktan sonra grubun lideri ben oldum. aslında erich yerine bir solist almayı düşünüyorduk ama sonra birkaç küçük konserde ben solistlik yaptım, iyi olduğuma karar verdik, böylece söylemeye devam ettim."

    burada kilit nokta, bornemann'ın ex-solisti erich hakkında söyledikleridir arkadaşlar. bornemann'ın eloy'u asla politik müzik denen zevzekliğe dalabilecek bir grup değildi -ki bunu ocean ve özellikle silent cries mighty echoes'un sözlerini ve spacey içeriğini gördüğümüzde daha net anlıyoruz. bornemann tamamen kişisel arayış ve yaşam, bilinmezlik, ölüm gibi değerler üzerine yoğunlaşmak istiyordu.

    inside (1973): işte eloy'un uçuşa başladığı albüm. emi etiketiyle çıkan albümde 4 parça bulunur ve açılıştaki 17 küsur dakikalık land of nobody, aynen grateful dead için söylenenler gibi, kaydın yapıldığı stüdyoya duman falan salındığını düşündürtür insana! albümdeki future city, amerika'da bazı radyo istasyonları tarafından "yılın en iyi 10 parçası" arasına alınır, grup dikkat çekmeye başlar ve beggar's opera, east of eden gibi ingiliz prog. rock gruplarının alt grubu olarak turnelere katılır. bu arada frank bornemann'ın aksanlı ingilizce vokali de eloy'un önemli özelliklerinden birisi olmuştur artık.

    floating (1974): eloy olgunlaşmaktadır. açılıştaki floating ve the light from deep darkness, gitar ve klavyenin müthiş uyumuyla yüksek-uçuş parçalarıdır. bu albümün kayıt hikayesi ilginçtir. albüm, scorpions'un fly to the rainbow albümüyle aynı stüdyoda kaydedilir ve çakışma olmaması için geceleri çalışırlar (bu noktada aklımıza winds of change geliyor ve dehşetle ürperiyoruz arkadaşlar!) bu albüm aynı zamanda eloy'un kendi prodüktörlüğünü yaptığı ilk albümdür.

    power and the passion (1975): hızlı bir üretim sürecine giren ve neredeyse her albümden sonra eleman değiştiren eloy, ilk döneminin en uçurucu albümünü sona saklar ve zamanda yolculuk çevresinde gelişen bir hikaye anlatan konsept power and the passion'u çıkarır. bu albüm "bir bilim adamının oğlunun laboratuarda "acid" denerken uçup zamanda 6 yüzyıl geriye gitmesi ve burada merlin tipi bir büyücünün kızına aşık olmasını" anlatır. albümün bir yerlerinde büyücünün kızı da adamımıza "al bunu dene" diye birşeyler verir ve adamımız naklen bir uçuş session'ını anlatır. albüm özellikle almanya'da iyi satış rakamlarına ulaşır. ve sonra eloy dağılır! yine bornemann'ı dinleyelim:

    "1975'teki dağılmanın nedeni, müzik konusundaki anlaşmazlıktı. kişisel olarak ben eloy'un, bu albümdeki gibi konsept ve karmaşık senfonik yapısı olan progressive müzik yapmasını istiyordum. ancak diğer elemanlar buna karşıydı. menajerimizle olan bir sorun yüzünden beş parasız da kalmıştık, dolayısıyla grup dağıldı. 1976'da ise grubu benimle aynı vizyona sahip çok yetenekli müzisyenlerle tekrar kurdum."

    ii. dönem

    dawn (1976): eloy'un ikinci dönemini oluşturan bu yeni kadrosu, gerçekten çok parlak ve eloy'un zirvesini oluşturan bir kadrodur: bornemann'ın yanında klaus peter-matziol (bas), jurgen rosenthal (davul) ve detlev schmidtchen (klavye) bulunmaktadır. özellikle jurgen rosenthal, neil peart ve bill bruford gibi devlerle bir tutulan ve parçaların sözlerini de yazan çok önemli bir davulcudur. dawn yine konsept albümdür ve eloy'un en senfonik albümüdür (doğal olarak, çünkü bir senfoni orkestrasıyla beraber kaydetmişlerdir albümü...) dawn, karanlık, uçurucu, tamamen kişisel arayış üzerine kurulu, senfonik derinliği olan son derece iyi bir albümdür.

    ocean (1977): bazı anlar "yıldızın parladığı an" olarak tanımlanır, bir kişinin veya bir grubun, yetkinliğin, yaratıcılığın, niteliğin üst seviyesine ulaştığı anlardır bunlar. bu kişi veya grup daha önceden de mutlaka kaliteli eserler ortaya çıkarmıştır ama bazen öylesine birşey üretir ki, karşısında şaşırır kalırsınız... örneğin kitaro'nun kojiki'si, yes'in awakeen'ı, john woo'nun face/off'u, gaudi'nin sagrada familia'sı gibi. eserin hangi sanat türünde olduğu önemli değildir, o niteliği ve kendini aşma çabasını gördüğünüzde tanırsınız. işte ocean bu anlardan birinde üretildiği belli olan inanılmaz bir albümdür.

    dört parçadan oluşan albüm, atlantis'in kuruluşunu, yükselişini, çürümesini ve batışını anlatır: poseidon's creation, incarnation of the logos, decay of the logos, atlantis' agony at june 5th 8498, 13 p.m. gregorian earthtime.

    poseidon's creation, prog. rock tarihinin en konsantre girişlerinden birisine sahiptir. (bence anglagard'ın jordrok'unden sonra 2 numarada gelir.) atlantis' agony, albümün en uzun parçasıdır (prog. rock tarihinin en uzun parça isimlerinden biridir aynı zamanda) ve tanrıların atlantis'e nasıl kızıp batırdıklarını anlatır. albüm almanya'da çıktığı sene queen, genesis gibi devleri satışlarda geride bırakır. ocean gerçekten sözcüklerle anlatılabilecek bir albüm değildir, dinlemek gerekir. özel bir kapak resmine de sahip olan albümün kasedi 90'ların ortalarında türkiye'de çıkıp bizi şaşkınlığa düşürmüştü, sanırım halen bulabilirsiniz.

    live (1978): eloy'un muhteşem dörtlüsüyle verdiği konserlerden oluşan live albümü 1978'de çıkar, son 3 albümden parçalar içerir. özellikle orjinali 15.5 dakika olan atlantis' agony'e yaptıkları 21 dakikalık yorum dinlemeye değer.

    silent cries mighty echoes (1979): eloy'un kötü zamanlarda çıkardığı hazine... 1979, prog. rock'un resmi ölüm yılıdır aslında. daha önce de birkaç kez belirttiğim gibi, artık punk müzik veba misali her tarafı ele geçirmiş ve prog. rock müzisyenlerinin nesli tükenmiştir. pek çok prog. rock grubu, yaptıkları müziği yayınlayamazlar (bu albümlerin çoğu 90'larda prog. rock'ın ikinci dirilişinde yayınlandı.) ancak eloy, kişisel olarak benim için en önemli albümünü 1979'da yayınlar, hem de konsantre progressive bir albümdür bu. (albümdeki the apocalypse "doğru zaman, doğru yer" şeklinde dinlediğim ve sözlerine şoka uğradığım bir parçaydı çünkü o sırada her ne düşünüyorsam, eloy bunu yıllar önce dile getirmişti!) pilot to paradise, astral bir girişe sahip olan master of sensation gibi muhteşem parçalar içeren albüm, ne yazık ki eloy'u zirveye taşıyan dörtlünün ayrılmasını da beraberinde getirir.

    iii. dönem

    colours (1980): jurgen rosenthal ve detlev schmidtchen gruptan ayrılır. frank bornemann'a göre bu sefer neden müzik ile ilgili değildir. jurgen ve detlev'in egolarıyla başa çıkamamasıdır. solo kariyer yapmak isteyen jurgen ve detlev, gruptan ayrıldıktan sonra "ego on the rocks" isimli bir ortak albüm çıkarırlar. bornemann ve klaus peter onları geri dönmeleri için ikna edemezler ve gruba 3 yeni müzisyen katılır. yeni müzisyenlerle beraber colours albümü kaydedilir. bu albüm, bir önceki silent cries'ın karanlığını ve zarafetini taşımayan, gitar ağırlıklı, daha sert ve kısa parçalardan oluşan bir albümdür. bununla beraber sunset gibi muhteşem bir enstrümantal parçayı da içerir (karşılaştırmak için bkz. elegy-jethro tull.)

    diğer albümler (1981 ve sonrası): işte bu aşamadan sonra eloy'un albümleri ne yazık ki "diğerleri" kategorisine girer arkadaşlar. 1984'e dek colours kadrosu dört albüm daha çıkartır. bornemann'a göre, müzikal açıdan uyumsuzluklar gittikçe büyümektedir. yeni elemanlar, artık biten progressive ekolünden uzaklaşıp daha sert, daha gitar ağırlıklı albümler yapmak istemektedirler. bornemann aslında bir double albüm olarak tasarlanan ancak birer yıl arayla çıkarılmasına karar veren iki albüm boyunca kontrolü elinde tutmayı başarır. bunlar 81 tarihli planets ve 82 tarihli time to turn'dur. bir bilimkurgu hikayesi çevresinde kurulan bu konsept albümler biraz kendini tekrarlar, şaşırtıcı hatta şok edici eloy özellikleri albümlerde eksik kalmış gibidir. yine de bu albümler, on the verge of darkening lights, through a somber galaxy, end of an odyssey, say is it really true gibi iyi parçalar içerir. bir seçim yapmak gerekirse, time to turn daha başarılı ve melodik bir albümdür.

    83 tarihli gerçekten başarısız olan performance albümünün ardından (bornemann bunun eloy'un en zayıf albümü olduğunu söylüyor) kadro metromania'nın (84) kaydı tamamlandıktan sonra albüm daha piyasaya verilmeden dağılır. bu eloy'un ikinci dağılışıdır. metromania neredeyse space-metal olarak kabul edilen oldukça sert ama fena olmayan bir albümdür, follow the light ve nightriders gibi iyi parçalar içerir. eloy bir tür veda turnesine çıkar ve birisine marillion'un solisti fish'in de katıldığı konserler verir (marillion da bu sırada misplaced childhood gibi bir güzellik çıkarmıştır ve neo-progressive adı altında prog. rock'ı canlandırmaya çalışmaktadır.)

    frank bornemann'sız kadro 85'te "codename: wildgeese" filminin müziği için bir araya gelir ve bir soundtrack albüm çıkarır. (bu film sinemalarda yaban kazları adıyla oynamıştı.)

    3 yıllık aradan sonra 1988'de bornemann ve tesadüf eseri karşılaştığı michael gerlach (klavye, davul) ikili olarak eloy'u tekrar canlandırmaya karar verirler. yanlarına session müzisyenleri toplayarak ra'yı çıkarırlar. rainbow gibi tüyler ürpertici bir parça içeren ra, bir an önce unutmak için çaba gösterdiğimiz bir albümdür. daha sonra bol miktarda toplama best of'lar çıkar. 1992'de bornemann ve gerlach bir deneme daha yapar ve destination'u çıkarır. klaus peter matziol'un da iki parçada konuk müzisyen olarak bas çaldığı albüm, time to turn'den beri eloy'un çıkardığı en iyi albümdür diyebiliriz. bornemann/gerlach ikilisi bu albümde, 70'lerdekini olmasa da 80'lerin başındaki eloy soundunu yakalamayı başarır. klaus peter matziol bu albümden sonra gruba tekrar katılır ve grup 93'te chronicles albümü için eski parçaları tekrar stüdyoya girip çalar. işte burada grup kimyasının ne demek olduğu ortaya çıkar. chronicles için kaydedilen ocean'ın açılış parçası poseidon's creation, aynı notalarla çalınmasına rağmen, ocean'daki orijinal versiyona göre inanılmaz yetersizdir. aynı şey silent cries… parçası apocalypse için de geçerlidir. işin ilginç tarafı, ra ve metromania döneminin parçalarını da chronicles derlemesinde daha iyi çalarlar (ee tabii, klaus peter-matziol var bu sefer.) eloy'un ikinci döneminde görülen türden bir kimya yakalayan grupların neden efsane mertebesine eriştiğini ve albümlerin de neden dinlemekten asla bıkmadığımız klasikler haline dönüştüğünü, bu chronicles'ı dinlerken daha iyi anlamıştım. her neyse, grup daha sonra 94'de destination ayarındaki the tides return forever albümünü çıkarır. hatta bu albüm, 10 dakikalık parçaların geri dönüşünü içerdiği için daha değerlidir bile diyebiliriz.

    eloy, en son 1998'de ocean-2'yi çıkarır. henüz bulup da dinleyemediğim ocean-2, okuduğum eleştirilere göre, "ilk ocean'ın ruhunu yakalamayı başarmış başarılı bir albüm" olarak kabul ediliyor. buna çok ihtimal vermesem de, bornemann/peter-matziol ikilisini içeren albüm yine de heyecan verici görünüyor.

    işte eloy'un hikayesi bu şekildedir arkadaşlar. eloy asla amerika'da konser vermemiş ve albümlerini hep avrupa'da yayınlamıştır. müziğin ticari bir ucube haline gelmesine yol açan amerikan müzik endüstrisine hiç bulaşmamaları ve bornemann'ın ısrarla progressive geleneğine bağlı kalmaya uğraşması (kendisinin de hiç beğenmediği performance'dan sonra "işte oldu, artık eloy da bir hard rock grubu" diyenlere inat, grubu dağıtmıştır), eloy'u benim için özel yapan nedenlerdendir.

    özellikle ikinci döneminde zirvesini bulan eloy, klavye ağırlıklı space-rock veya sağlam senfonik-progressive dinlemek isteyenler için çok ideal bir başlangıç noktasıdır. kesinlikle kayıtsız kalmamanızı tavsiye ederim.

    * batug com adlı siteden, levent gökgünneç adlı yazar tarafından hazırlanmış bir yazıdan aynen alınmıştır...
    * yazılanların her kelimesine tarafımdan hak verilmekte ve hazırlayan arkadaşa helal olsun denmektedir.
  • alman progressive rock grubu. kalite bakimindan pink floyd ile kar$ila$tirilir. tematik muzik yaparlar adami tribe sokarlar. bilim kurgu ve fantasy temali $arkilari coktur. ilginc bir ozelligi dinleyen insanlarin grubu ya cok sevmesi ya da direkt nefret etmesi. ocean, dawn, inside ve colours albumleri gayet guzel.
  • progressive rock müziğinin tanrısı olduklarına dair herhangi bir şüphem yok.
    ya da ocean albümünün yeryüzündeki en iyi albüm olduğuna.
    ve poseidon's creation şarkısının ruhuma kattığı huzura.

    sadece alman olduklarına inanamıyorum.
  • thrash metale gönül vermiş biri olarak diyorum ki; eloy şu dünyada en saygı duyulacak albümleri üretmiş gruptur. şimdi ben bu öküz metalci halimle bunu diyebiliyorum ama progresif rock diye işe yaramaz her türlü antin kuntin müziği dinleyen bir takım adamlar nasıl eloy'dan bihaberler onu anlayamıyorum işte...
  • konserlerine varamadım
    gül kokusun alamadım
    eloy'a doyamadım
    yaralıyam yaralıyam

    floating'in kapağı kara
    açtı yüreğimde yara
    bulunmadı derdime çare
    yaralıyam yaralıyam

    bornemann'dır başları
    yoktur onları dinlemenin yaşı
    bulunmaz eloy'un eşi
    yaralıyam yaralıyam
  • almanya'nın bağrından kopmuş, konsept albümleri ile sizi deyim yerindeyse sürüm sürüm süründürecek kapasiteye sahip olan progressive rock grubudur. özellikle `dawn` albümünü dinleyip bunalımlara girmemek mümkün değildir. ülkemizde daha çok 60'lı, 70'li yıllarda doğmuş, çoğu kelleşmiş güzel kalpli, hippie ruhlu insanların dinlediği ve unutulmaya yüz tutmuş bir gruptur. o dönemlere hasta, yanlış zamanda doğduğuna inanan, benim gibi bireyler tarafından da yaşatılmaya çalışılmaktadır. günümüz çoktan seçmeli, tüketim çılgını, zibidi müzik kanallarında herhangi bir videosuna veya konser görüntüsüne rastlamak ise imkansızdır.

    `plastic girl` isimli şarkıları ise tam uçmalıktır.
  • bambaşka bir grubun geldiği taa 71'de çıkan ilk albümünden (eloy) belli. eloy isimli parçayı dinlemek bile yeter, sonra da isle of sun mesela. arada tek tük diğerleri kadar insanı içine almayan albümler olsa da 77'de çıkan ocean'la zirve yapana kadar insanı başka bir dünyaya gönderebilen nadir gruplardan. ocean'dan sonrasını pek dinleyemiyorum yalan olmasın.

    yılların pink floyd dinleyicisi olarak ikisini ayrı yerlere koyarım, karşılaştırma yapmaya da hiç gerek duymadım. pink floyd kadar uzun süre ve çekirdek ekibi koruyarak çalışabilselerdi bugün olduklarından çok daha büyük bir grup olabilirlerdi. her ne kadar sözleri ingilizce yazsalar da almanlık da biraz etkili olmuştur nispeten gölgelenmelerinde.

    insanın inanası gelmiyor ama bu grup, 69'da öğrenci grubu olarak kurulup 70'te bir yarışmada birinci olup iki bestelerini bir single olarak yayınlatarak çıkıyor. sonraki yıl da ilk albümlerini bastırıyorlar. o müziği yapmak kolay değil tamam da insanlara o imkanı sağlamak da büyük mesele. unkapanı kapanını düşünmek bile yeter.

    yıllardır içim alt üst olduğunda, darlandığımda yardımıma koşan birkaç demirbaş gruptan biri hakkında çok az atılıp tutulduğunu gördüm, iki cümle de ben sallayayım dedim. denk gelirseniz dinleyin, ya hiç sevmezsiniz ya da müptelası olursunuz, arası olmaz.
  • farklı olmak adına değil farklı oldukları için farklılığı yakalamış, mest etmiş, mest etmeye devam eden insanlar topluluğu.!
    insan oldukları şüphelidir bazıları gibi.! poseidons creation gibi bir esere imza atan birisine nasıl insan dersiniz ki?
  • gün itibariyle 8 yıl aradan sonra çıkardığı yeni albümü the vision, the sword and the pyre, pt. 1 spotify'a ve malum ortamlara düşmüş grup.

    ilk yorumlarım, dinleyicileri alışık olduğumuz eloy sound'undan farklı bir albüm beklemekte. 70'lerden beri alışık olduğumuz gitar/klavye ağırlıklı sound yerini back vokal ağırlıklı şarkılara bırakmış. bunun sebebi de yıllarca psychedelic/space rock adının hakkını vererek uzayla mitolojiyle kafayı bozmuş grubun bu kez tarihi bir karakteri konu alan konsept albüm yapması olarak gösterilebilir. (albüm adında bile sword var yani). adamlar durduk yere niye tarihe sardı diye düşünüp araştırdığımda ise albüme konu olan 15. yüzyılda politikanın oyunlarına kurban edilmiş jeanne d'arc adlı fransız azizesinin hikayesini öğrendim. zaten daha önce company of angels gibi bu karaktere adanan birkaç şarkıları varmış, bir de albümle onurlandırmak istemişler. hakkında açılan ekşişeyler başlığı okunursa neden bu kadar üstüne düştükleri anlaşılabilir, etkileyici bir kadınmış.

    şu ana kadar dinlemekten en çok keyif aldığım şarkılar chinon, the prophecy ve the sword... the dawning of the unavoidable üçlemesi oldu. 73 yaşına rağmen hala müziğe devam eden frank bornemann'ın vokalinden 2017 yılında yeni eloy albümü dinlemek muhteşem bir keyifti. bu saatten sonra kimse 2. bir floating, ocean vs. beklemiyor zaten, bunu da bildikleri için kendilerini tekrarlamak yerine farklı bir işe girişmişler ve iyi de yapmışlar. dileriz bornemann uzun yıllar sağlığını korur ve bizi albümün ikinci part'ıyla buluşturur.
  • senelerdir bu grup hala underrated mı diye bakmaya geldim, evet hala yeteri kadar ilgi görmemiş.

    sıkıntı yok ama biraz ayıp ediyorsunuz artık.
hesabın var mı? giriş yap