7 entry daha
  • tesev raporu'nun hazirlayicilarindan dilek kurban:iki ayrı dil konuşuluyor

    hamza aktan

    1990'lı yıllarda başlayıp tüm türkiye'ye yayılan zorunlu kürt göçü yeniden gündemde. son dönemde bu konuda önemli çalışmalar yapılıyor. türkiye ekonomik ve sosyal etüdler vakfi'mn (tesev) 'zorunlu göç ile yüzleşmek: türkiye'de yerinden edilme sonrası vatandaşlığın inşası' başlığı taşıyan kapsamlı çalışması bunlardan biri. tesev iki yılda tamamladığı çalışmasını nihayet geçen hajta içinde kamuoyuna duyurabildi. kamuoyuna duyurulmayı bekleyen bir başka önemli rapor var. o da hacettepe üniversitesi nüfûs etüdleri enstitü-sü'nün (hünee) gerçekleştirdiği "türkiye'de göç ve yerinden olmuş nüfûs araştırması" başlığını taşıyan çalışma. birleşmiş milletler'in isteği üzerine devlet planlama teşkilatı'nın (dpt) yaptırdığı çalışma şu anda bekletiliyor, kamuoyuna açıklanmıyor. hacettepe üniversitesi niteliksel ve niceliksel olmak üzere iki ayaklı bir çalışma hazırlamıştı. tesev de açıkladığı raporunda hacettepe üniversitesinin raporunun bir an önce açıklanması çağrısında bulundu. raporun açıklanmamasına dair araştırmadan çıkan bulguların dpt'nin ve tabii devletin rahatını kaçırabilecek bir içerik taşıyor olduğu iddiası var.

    tesev'in çalışmasında dilek kurban (hukukçu), deniz yükseker (sosyolog), ayşe betül çelik (siyaset bilimci), turgay ünalan (demograf) ve ahmet aker'in (psikiyatr) imzası var. 298 sayfalık raporda hükümete ve sivil örgütlere göçün yarattığı sorunların üstesinden gelmek için önemli çağrı ve önerilerde bulunuluyor. raporun hazırlayıcılarından tesev demokratikleşme programı yöneticisi dilek kurban, sorunun vardığı boyutu anlatmak için yerinden edilmiş kürtlerin artık vatandaş olamama sıkıntısıyla ve devlete olan güveni tamamen yitirmekle karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor.

    »yerinden edilmiş kürtlerle ilgili bir vatandaşlık vurgunuz var. bu insanların normal vatandaştan sayılmadığına işaret eden vurgular yapıyorsunuz. biraz açar mısınız bu konuyu, göç ettirilenler hakkında hem devlet nezdinde hem şimdi göçün yarattığı sorunlarla yüzleşen 'gerçek vatandaş'lar nezdinde nasıl bir algı hâkim?
    dilek kurban: önce olan nedir diye bakalım. insanların bir gün içinde hiçbir güvence olmadan bütün köklerinden, topraklarından edildiğini görüyoruz. anayasa'da türkiye'nin bir sosyal hukuk devleti olduğu söylenir. bir sosyal hukuk devletinde bu asla kabul edilecek bir şey değil. insanlara hiçbir tazminat verilmeden, yer gösterilmeden, evlerinden edilmeleri, on yıl boyunca hiçbir sosyal yardım almamaları, yokmuş gibi davranılmaları demokratik bir hukuk devletinde olacak iş değil. dolayısıyla bu anlamda aslında bir vatandaş olamama halinden bahsediyoruz. çünkü anayasa ile güvence altına alınan en temel haklarınız elinizden alınıyor. mülkiyet, yaşam, güvenlik, ailenin dokunulmazlığı haklarınızın ihlal edildiği bir ortamda insanlar aslında vatandaş da olamıyorlar. bütün bu süreçte bu insanlar yoklar aslında. toplum da devlet de görmezden geldi. ama yavaş yavaş bunun etkileri ortaya çıkmaya başlayınca ilgi de arttı.

    »ortada bu sorunun çözümüyle ilgili olağanüstü bir çaba görünmüyor. böyle devam ederse gideceği yer ne olur, bizi neler bekliyor?
    bugüne kadar toplumsal dayanışma ağlarıyla insanlar bir şekilde hayata tutunabildiler. ama artık böylesi bir tutunacakları dal da yok. çünkü bundan on yıl önce bu insanlara destek çıkan akrabaları, dostları da giderek yoksullaştı-lar. tüm bunların yarattığı ümitsizlik, güvensizlik, vatandaş olamama hissi, "bu benim devletim değil, bana sahip çıkmıyor, umursamıyor, beni dışlıyor" inancı çok tehlikeli.

    »bu his ne kadar baskın?
    çok baskın olduğunu söyleyebiliriz. insanlar en fazla bunu dile getiriyorlar. bir kere devlete olan inanç çok zayıf veya hiç yok. devletin kendilerine yardım edeceğine inanmıyorlar. kamu kurumlarına başvurup başvurmadıklarını sorduğumuzda birçok insan "oraya ayağımı atmam" diyordu. ama mesela belediyeye gidiyorlar.

    »sorumlu; güvenlik güçleri
    »binlerce köyün boşaltılması, yüz binlerce insanın yerinden edilmesinin sorumlusu hâlâ açık açık dile getirilmiyor. ortada bir özne yok neredeyse. araştırmanız boyunca ortaya çıkan sorumlu kim veya neresi? bu çok ilginç bir nokta. şu anda iki ayrı dil konuşuluyor. kiminle konuştuğunuza bağlı olarak farklı şeyler dinliyorsunuz. bir yanda devlet görevlileri var. onlar mesela "boşaltılan" değil, "boşalan köy" diyorlar. "yerinden edilmiş" değil, "yerinden olmuş" insanlardan, "teröristler"den bahsediyorlar... biz vali-vali yardımcılarına soru sorduğumuzda dediklerimizi düzelttiler; boşaltılan değil, boşalan köy diye. fakat tabii sivil örgütlerle, mağdurlarla konuştuğumuz zaman jandarmalar, korucular, güvenlik güçleri tarafından boşaltılan köylerden bahsediyorlar. pkk üyelerine "terörist" demiyorlar.

    biz yüzlerce insanla konuştuk ve bu konuştuğumuz insanların hepsi köylerinin jandarma veya korucular tarafından boşaltıldığını söyledi. iki görüşmemizde de pkk'nın baskısından bahsedildi. jandarmanın boşaltın dediği hallerde pkk'nın da köylülere "gitmeyin, giderseniz eşyalarınızı yakarız" dediklerini anlattılar. ama dediğim gibi, bizim görüştüğümüz köyleri boşaltılmış insanların gösterdiği adres güvenlik güçleri.

    »devletin bunu itiraf ettiği bir olay oldu mu şimdiye kadar?
    hayır yok. ama mesela aihm'den gelen ve davacıyla anlaşma yoluna gidilen davalarda örneklerine denk gelebiliyo-ruz. mesela davayla ilgili devletin "evet bu köy özelinde, güvenlik güçleri köyü boşaltmıştır veya yakmıştır" dediği şeyler görürüz. ama orada da bunun sadece o köyle sınırlı olduğu, genel bir durum olmadığı ve tekrarlanmayacağı söyleniyor. devlet bir tek bu davaların bir kısmında resmen güvenlik güçlerinin sorumluluğunu kabul etti.

    »devletin bunu kabul etmemesi neye yol açıyor, ya da kabul ederse nasıl faydalarını göreceğiz?
    pratikte devletin bunu kabul etmemiş olması çok önemli sorunlara yol açıyor. örneğin tazminat yasası'nın uygulanmasında görüyoruz bunu. çünkü bu, kabul edilmediği zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor. yasaya başvuran insanların çok büyük bir kısmı köyün güvenlik güçleri tarafından boşaltıldığını iddia ederek başvuruyor. bu durumda bununla ilgilenen komisyonlar zor durumda kalıyor, çünkü bu komisyonlarda çalışan yedi kişiden altısı kamu görevlisi. çok zor bir durum gerçekten. bir yanda bunu kabul etmeyen bir resmi politika var, bir yandan da bir yasa var ve bu yasayı uygulamakla yükümlüler.

    rapordan:devlet hatalarini kabul etmeli
    » türkiye'de yerinden edilme sorununun çözümü için atılmakta olan adımların kalıcı ve sürdürülebilir kılınması için çatışmalı dönemin tamamen geride bırakılması ve toplumsal mutabakatın sağlanması önem taşıyor.

    » bu amaçla, bölgede güvenlik koşullarının iyileşmesi ile pkk üyelerinin ve köy korucularının silahsızlandırılması ve topluma yeniden kazandırılması gerekiyor.

    » toplumsal mutabakatın sağlanması, kuşkusuz uzun ve zorlu bir süreç olacaktır. ancak hedefe ulaşmak zor olsa da bu alandaki çalışmaların bir an önce başlaması gerekiyor.

    atilabilecek adimlarin başlicalari:

    » ohal döneminde bölgede yaşanan köy boşaltmalarının anayasal hakların ihlali niteliğinde olduğunun hükümet tarafından açıkça kabul edilmesi; » yerinden edilme sürecinde meydana gelen ve devletin sorumlu olduğu insan hakları ihlallerinin yine hükümet tarafından kamuoyu önünde kabullenilmesi;
    » aynı dönemde güvenlik güçleri ve korucuların işlediği hak ihlallerinin ortaya çıkarılması ve hukuken mümkün ise faillerin yargı önüne getirilmesi;
    » bölgede çatışmalı dönemde oluşan toplumsal husumetlerin giderilmesi için kamu kurumları ile insan hakları ve yerinden edilmiş kişiler hakkında faaliyet yürüten stk'ların işbirliği yapmaları;
    » örgüt üyeleri silahsızlandırıldıktan sonra bunların arasında suç işlememiş olanların topluma kazandırılmalarının önünün açılması için yasal düzenlemenin uygulanabilirliğinin incelenmesi;
    » korucuların da silahsızlandırıldıktan sonra güvenlik ve eğitim haricindeki sektörlerde yeniden istihdamı için projeler üretilmesi...

    http://www.birgun.net/…a=95&devami=23369#haber_basi
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap