• genç yaşında ilahi çağrıya uydu ve bu gece hakk'a yürüdü. kansere yenik düştü. allah rahmet eylesin. 26 yaşındaydı, yakışıklıydı. onu hep yakışıklı bir mümin olarak hatırlayacağız.
  • kartal anadolu imam hatip lisesine başladığım ilk yıldı. herkese, her şeye yabancıydım daha. koca koca abiler dolaşırdı koridorlarda, bahçelerde. hepsine uzaktan uzağa bakar, tepeden tırnağa süzerdik. kimini hiç tanımadan sever kimine daha tek kelam etmemişken gıcık olurduk.
    ömer faruk abiyi uzaktan uzağa çok severdik. imrenirdik ona. hele konferans salonunda verdikleri ve "ulen doğru yerde miyim ben, burası imam hatip mi?" diye sorgulatan konserlerini ağzım açık izlediğimi hatırlıyorum daha dün gibi.. garipsesem de beğenmiştim, yalan yok.

    uzaktan uzağa hep izledim ömer faruk abiyi. dikkat çekiciydi, kalemi kuvvetliydi, müzisyendi, yakışıklıydı. hep gıptayla bakardık. mezun olduktan sonra çeşitli programlarda görürdüm ama yine uzaktan uzağa selamlaşırdık, gülümserdik birbirimize. simaen muhakkak tanıyordu, ama iki kelam etmişliğimiz yoktu. dedim ya uzaktan uzağaydı her şey.

    ve geçen gün, kaihl'nin yahoo grubuna bir mail düştü. yüreğimize de bir kor. çok uzaktaydım yine ömer faruk abiden, ama yakıp kavurdu vefat haberi. daha iki lafın belini kıramadan hakk'a yürüdü. ne çok kızıyorum kendime!
    istanbul'a döner dönmez kartallı abilerime sarılmak istiyorum, hepsiyle uzun uzun konuşmak...

    mekanın cennet olsun faruk abicim, kabir azabı çekmeyesin, rabbim seni cennetine koysun, orada sıkıntı çekmeyesin...
  • kısacık ömrünü dolu dolu yaşayan bir adam bu. daha sana soracak hesaplarım vardı, matematik filan tartışacaktık. allah rahmet eylesin.
  • bir gün haber geldi, dediler ki kartal anadolu imam hatip lisesi'nde konser var. liseden birkaç arkadaşı ayarlayarak çıktık yola, konserin ücretli olması hoşumuza gitmemişti belki ama hem merak hem heves gittik konsere. o dönemlerde imam-hatip lafı geçtiği zaman akla takkeli, tesbihli, sürekli hatim indiren sıralarda sallana sallana kur'an okuyan -omen eşliğinde tabii- kişiler akla gelirdi.
    bir baktık ki gitarıyla, klavyesiyle, davuluyla çulsuz bir rock grubu. ne yalan söyleyeyim kıskanmıştım. yarım yamalak çaldıkları master of puppets, karahisar kalesi falan baya güzeldi.
    o dönemler düşünüldüğünde aşırı medya baskısından ötürü oluşan imam-hatipli imajı "aykırı" bir biçimde bozulmuştu.
    şimdi konserden seneler sonra gece vefatını öğrendiğim bu genç adam, o rock grubunun klavyecisiymiş. en son gerçek hayat'ın yazı işleri müdürlüğünü yapıyormuş. sevenlerine sabırlar dilerim.
    edit: baterist değil klavyedeymiş. düzeltmiş olalım -gaptash'a teşekkürler-.
  • insanlar öldüğü için üzülürüz evet. fakat bazılarının yokluğu hayatımızda her daim eksikliktir. işte faruk da onlardan biri. sadece kişisel değil, bu ülke için eksiklik.
    "kör ölür badem gözlü olur" ya. faruk zaten badem gözlüydü. gelin siz hesap edin gerisini.
    yaradan rahm eylesin sana.
    güzel yüzlü kardeşim.
  • babaannemi bile bu kadar özlememiştim...
  • gerçek hayat'ın okmeydanı'ndaki binasında tanışmıştık. "kalp kalbe karşı" derler, aynen öyle olmuş; dostluğu, muhabbeti ve enerjisiyle kucaklaşıvermiştik. kısacık ömrüne ne kadar önemli ve sahici şeyler katmıştı, şaşırmıştım. sonra bir kaç kere üsküdar çınaraltı'nda buluşup çay eşliğinde sohbetler etmiştik. insan biraz faruk ile muhabbet edince derinliğini farkediyordu. insana değer katan dostlardandı. onu bulmamız da kaybedişimiz de çabuk oldu. şimdi takvimler "o gideli 2 yıl oldu" diyor. hay allah be faruk dost... hay allah...
  • ben bu çocuğu tanıdığımda gri kırçıllı paltosu, göbeği ve bir de kasketi vardı. harbi yanı ağır basan, beşiktaşlı ve aynı zamanda eğlenceliliğini de muhafaza eden bir yapıya sahipti. gel zaman git zaman internet üzerinden site denemeleri oldu, cemaat.com da site yöneticiliği falan yaptı. sağla solla tanıştı. yeni dostlar edindi. bir gün dikildi karşımıza ben gazete çıkarıyorum dedi. uğraştı didindi ve yaptı da; bu yaka... iyi bir gazetecilik deneyimiydi bana kalırsa bu. köşe yazarları sağlam yazılar yazdılar, dosyalar falan hazırlandı, laf aramızda para bile kazandı bu işten. gel zaman git zaman çocuk büyüdü. gazeteyi kapattı. boşta falan gezdi bir süre. beşiktaşlılığı devam etti bu arada hep. bugün gazetesi'nde sanırım bir kaç saatlik bir iş tecrübesi oldu. dik başlı ya, çarptı kapıyı çıktı dışarı. o çarpılan kapı başka kapıyı açtı delikanlımıza. gerçek hayat günleri başladı. dosyalar hazırladı, okkalı yazılar yazdı, röportajlar gerçekleştirdi. halime kökçe gerçek hayat'tan ayrılınca suavi kemal yazgıç'ın yönetmenliğinde dışarıdan devam etti gerçek hayat'a. bu arada gerçek hayat patronajının satın aldığı 8 sütun'u da idare ettiğini söylemeden geçmeyelim.

    sonra evlilik zamanı geldi. bizim oğlan evlendi. yemeğini felan yedik. kucakladık, omuzuna tak tak yaptık. gerçek hayat günleri de sona erdi. iski'de çalışmaya başladı. ömerli barajı tesislerinin ambarında kendi tabviriyle mal indirdi mal kaldırdı. odun sobasında çıtır çıtır ses vardı, manzarada baraj. istanbul'un susuzluk günlerinde denk gelmeseydi de barajlar dolu olsaydı tadından yenmezdi manzara ama ne yapsın kaderde varmış böyle yaşamak.

    sigarayı bıraktı bu arada. insan en çok sigara otlattığı insana bir sorar da öyle bırakır şu sigarayı. alındım inan faruk.

    sıkıldı bizim oğlan iski'den. kapıyı çarptı ve çıktı yine. daha evvelki kapı çarpışındaki gibi gerçek hayat göreve çağırdı yine. pozisyon farklıdyı bu kez; yazı işleri müdürü!

    onun dergisinde yazıyorum ben şimdi. daha dün tıfıl tıfıl -abartıyorum biraz ama olsun- cebinde çikolatayla mekanıma gelip, masama erimiş çikolata bırakıp da yanımdan ayrılan faruk bugün tepemde yazı işleri müdürü oldu. nasıl çalışacağımı bilemiyorum kendisiyle. nasıl bir müdürdür bilemiyorum. tripleri nelerdir mesela? yazım gecikince tavrı ne olur? zaman zaman bir fenerbahçeli olarak beni götürdüğü beşiktaş maçlarında ensesine basıp tokadı n'aber lan diyebilecek miyim bilemiyorum.

    kırçıllı paltosu, -azalsa da- göbeği ve kasketi var hala. bu iyi bir şey...

    her ne olursa olsun, ama yolu, kalemi ve zihni açık olsun. başkaca bir dileğimiz yoktur kendisinden.
  • hey patron!
    cennetten yer kapmış patron, iyi ki doğdun!

    bundan birkaç hafta önce, dünyaya gelişinin ve asli vatanına gidişinin yıldönümlerinin ortasına gelen bir pazartesi günü tramvayda sana çok benzeyen birini gördüm. saçlar filan, tıpkı! eve ulaşınca biraz yazdıklarımıza baktım, kısalı uzunlu, gülmeli can sıkıntılı bir sürü şey. hem sevindim, hem üzüldüm. sonra düşündüm şimdi kaç kişi çıkar "sıkılıyorsan beraber sıkılalım", "sıkılırsan da arkanı dönme" diyecek diye de bilemedim. sen yazılarını göndermişsin, ben düzeltmişim, üzerine konuşmuşuz. ben size konser biletleri ayarlamışım, gezmişiz, gençmişiz. sonra son doğumgününde attığın maile denk geldim. "şu dakka benim doğumgünüm. kutlasana :)" dediğin mail. ben bazen bir mailin insanı ne kadar mutlu ettiğini söylediğimden, beni mutlu etmek için gönderdiğin mail. bunu anlamak için herkesten tecrit edilen bir hastalığa sahip olduğunu, aylarca yemek yiyemediğini, çok kilo verdiğini, o sene dondurma yiyemediğini, kanaat'in dondurmasının meşhur olduğunu anlattığın mail. o saatte sadece iki kişiden mesaj aldığını söylediğin mail. ve hastalığın hakkında konuşamadığın sadece çekinerek yazdığın şeyler..

    daha fazlasını okuyamadım patron. ama allah'tan seni kendine dost etmesini, bizi de ebeden dost kılmasını istedim. bugün ramazan'ın 14'ü. ben istediğim için değil de, ramazan'ın hürmetine kabul olur belki ne dersin?
hesabın var mı? giriş yap