• beş vakit'ten beri reha erdem sinemasının sıkı bir takipçisiyim. takipçiliğimin sebepleri arasında, teknik anlamda daimi görüntü yönetmeni florent herry ile oluşturduğu muhteşem sinematografi ve kendisinin ses üzerine neredeyse deneysel diyebileceğimiz bir şekilde yaptığı tasarımları. bu tasarımları kolayca foley efekti diye adlandırabiliriz fakat durum bundan ziyade ses'in bir karakter gibi anlatım aracına dönüşen bir teknik detay olması bu durumu oldukça değerli hale getiriyor.

    erdem'in son filmi jin hem hayat var hem de kosmos'dan anlatım olarak daha farklı bir çizgi izliyor; bir hikaye anlatıyor. özdeşleşebileceğimiz, sempati ya da antipati duyabileceğimiz ve belki de en önemlisi umursayabileceğimiz bir karakteri filminin merkezine alıp genel olarak sembol, motif ve metaforlarla örülü, kapalı bir anlatıma sahip sinemasını ilk defa aşarak şahsi görüşümce gerçek başyapıtını oluşturuyor.

    filmin üzerimde bu kadar etki bırakmasının sebepleri arasında; ideolojik olmaması, dağdaki bir kadın'ın hikayesini anlatırken "kadın" teması üzerinden evrenselliği yakalayabilmesi, kosmos'da fazlasıyla yer bulan hayvanların, bu sefer bizzat karakter olarak karşımıza çıkıp filmin anlatımını kuvvetli bir şekilde desteklemeleri.

    --- spoiler ---

    buradaki bahsini ettiğim hayvanların hikaye'de olması durumu ise; tıpkı jin gibi bomba geldiğinde, kayaların arasına saklanıp kaçışan yılanlar, tırtıllar, kabuğuna çekilen kaplambağa ya da yan mağaraya sığınan ayı. hele ki jin'e yapılan saldırıda atın kişneyip huysuzlanması üzerimde inanılmaz etki bıraktı. sonuçta ülkemizde bir savaş var ve insanıyla, hayvanıyla, doğasıyla herkes bu savaştan etkileniyor. savaş üzerine bundan daha iğneleyici bir anlatım olabilir mi.

    filmin apolitik olduğu yönünde belki haksız eleştiriler gelecektir fakat bence apolitik'den ziyade insanı bir tutum var karşımızdaki filmde. sonuçta dağ'da kürtçe türkü söyleyen gerilla da bizim insanımız dinlenme sırasında neşet ertaş söyleyen türk askeri de ya da aynı cep telefonu ile anneleriyle kendi ana dillerinde konuşan jin'le yaralı asker onur ünsal'da.

    --- spoiler ---

    keşke bomba patlamalarının kayalarda ve toprakda yarattığı efektler özellikle sinema endüstrisinin bu konuda gerçeğe yakın değil bizzat gerçek olduğu günümüzde daha başarılı kotarılsaydı ama olsun filmi çekerken banka hesaplarında yapımcıların milyon dolarlar olduğunu düşünmüyorum.

    herkesin özellikle sinema'da seyretmesini tavsiye ettiğim hildur ingveldardottir gudnadottir'in müthiş müzikleriyle bezeli jin, sinemamızın auteur yönetmenlerinden reha erdem'in bana göre en iyi filmi.
  • filmin londra turk filmleri festivali'ndeki ilk gosteriminde reha erdem de bulundu ve sonrasinda sorulari cevapladi. burada insanlarin kafasina takilan seylerin hemen hemen hepsi soruldu diyebilirim. simdi vay efendim soyle dedi, boyle dedi demeyecegim. ama diyecegim ki insanlarin bu filmle ilgili en cok rahatsiz olduklari seyin kurt sorununa suya sabuna dokunmayan bir yaklasim getirmis olmasi, bir de gokyuzunde hep dolunay seklinde gorulen ay olmasi ilginctir gercekten. uzerine azicik, bir gidimcik dusunulse bunlarin birbiriyle baglantili oldugu gorulecektir halbuki. bunun bir masal oldugu, dolayisiyla esnek zaman-mekan algisi, abartilmis renkleri ve tum o kartpostalvari goruntuleriyle iyinin ve kotunun, gercegin ve yalanin, haklinin ve haksizin tayini icin muglak bir zemin olusturdugunu soylemek gercekten biraz komik kaciyor, ilkogretim 4. siniflar turkce ders kitabinin fabl basligini sinifa okuyor gibi hissediyor insan kendini bu aciklamayi yaparken. sinema bu degil arkadaslar. onun da otesinde hayat bu degil. belli basli seyler belli basli sekillerde anlatilir ve yasanir algisindan kurtuldugumuz anda cok rahatlayacagiz, ustumuzden bir yuk kalkacak vallahi.
  • renkleri öyle göz alıcı ki jin’in. öyle güzel ve öyle belirgin ki;

    ağaçların rengi, gökyüzünün rengi, taşların rengi, geyiğin rengi, ekmeğin rengi, jin’in yazmasının rengi, üzerine geçirdiği elbiselerin rengi, sesinin rengi, ellerinin rengi, nefesinin rengi, adımlarının rengi, suyun rengi, ayın rengi, gecenin rengi...

    “gerçek olamayacak kadar canlı” diyor insan, bu manzaraya baktıkça. gerçek dünya bu kadar renkli değil çünkü, bu kadar cıvıl cıvıl değil, bu kadar doğal değil, bu kadar sakin değil. insanın elinin değdiği hiçbir yer bu kadar “hayatta” kalamaz; yavaş yavaş ölüm, yıkım, gürültü, ve acı işler içine elbet. sindiği her yeri yakıp yıkan, dokunduğu tüm renkleri solduran, canlı cansız her şeyi yerinden oynatan, kulakları sağır eden bir gerçeklik var dış dünyada çünkü. üzerindeki renksiz üniformayı çıkarıp en güzel renklerini kuşanan jin’i de solduran, diğer tarafa geçmeyi her deneyişinde yüzüne tokat gibi inen, onu bir türlü içeri almayan, kırılan kanatlarını mavi bir yeleğe ve yok olan umutlarını içine giydiği dantelli taytına gizlemesine sebep olan… hep aynı gerçeklik işte.

    * *
  • turkiye sinemasinda esi benzeri olmayan bir yerde duruyor.
    zor bir yerde, ve bu yuku gocunmadan sirtlamaya calisiyor. belki daha iyisi cekilebilirmis, ama bu haliyle dahi bizde hic olmayan bir yerde duruyor.
    dogayi, evreni basrole koyarak bir masal anlatmaya koyuluyor.

    gelen elestiriler icin ise...
    hacivat karagoz neden olduruldu, yine masal anlatmaya niyetli ve turkiye sinemasi tarihinde esi benzeri olmayan bir filmdi.
    ancak kimilerinin suyunu bulandiriyordu. ozellikle muhafazakar kesimden, tarihsel olaylari gercek disi yansittigi, carpittigi, kotu niyetli oldugu yonunde siddetli elestiriler ve sovguler aldi.
    oysa film yer yer kendi kendiyle dalga geciyordu. oykusu alisildik tarihsel duzleme oturtmayan bir kurgudaydi.

    simdi, jin icin bu ornegi animsamak yerinde.
    bu masal da birilerinin balik avladigi sulari bulandiriyor belli ki. bu yuzden kimi ortodoksluklar, "kirmizi baslikli kizin basinda niye kirmizi baslik var?" gibi nefis abukluklar sergilemisler. kendilerine sorulmadan bolge hakkinda, suregiden savas hakkinda oyku anlatmak cok tuhaf gelmis olmali.
    alisirlar. alisirlar.
  • azeri bir grupmuş şans eseri gördüm videosunu. regi yapıyorlar sound süper de ya dalga geçmek için demiyorum, azerilerin şivesiyle gerçekten çoh yahşi olmuş mu şarkı :d konsantre olamıyorum şarkıya. pambıh gibi bulutlar neyse de bütün geçmiş gızlarına niye salamlar diyoruz ya ahaha. onlar anlarlar mı? nedir olayınız?
    jin

    kendilerini türkiye'de görmek istiyorum
  • kürtçe'de jîn olarak yazılıp jin olarak okunanı hayat, varlık demektir.
  • bir parça hayal kırıklığı ile beraber izlediğim bir film oldu benim için jîn. aslında konu edinilen coğrafyaya uzak insanların, o coğrafyaya ait meramı anlatması fikrine karşı değilim; bilakis bunun çok elzem bir husus olduğu kanaatindeyim. türk kürt'ün hikayesini anlatsın, kürt olaya bir de türk'ün gözünden bakmaya çalışsın ki dertlerimizi ucu yine kendi kulağımıza uzanan bir megafona beyhude bağırıyor olmayalım. dolayısıyla malum konuya reha erdem'in sinematografik bakışını büyük bir merakla beklemekte idim. gittik ve gördük ki; erdem meseleye tarafsız pencereden bakmayı tercih etmiş. çok olağan bir şey bu, hiç kimse taraf olmak mecburiyetinde değil.
    meseleye bir mesele daha eklemiş başkarakterin kadınlığı üzerinden; işin abartısını tolere edersek ülkenin başka bir gerçeğine değinmesi (jîn (hayat)-jin (kadın) kelime oyunuyla da beraber) iyi de olmuş diyebiliriz.
    masalsı bir anlatımı var jîn'in, bu anlatımla ilgili hiçbir sıkıntım yok, doğayla ilgili detaylar, görsellik vs. pek şık durmuş filmde, kaldı ki bu tercihsel bir durum.
    ancak gerçeklik kısmında fena halde tökezlemiş. bahis olunan coğrafyaya pek benzemeyen bir mekan kullanılmış olmasını muhteşem doğa görselleri; iki taraftan da kaçmak mecburiyetinde olan ama başörtüsü için inat ve ısrarla içinde bulunduğu fonla kamufle edilemeyecek, belki de en olmaz rengi, kırmızıyı seçen jîn'i de "kırmızı başlıklı kız" göndermesi hatırına görmezden gelebilirim. ancak güneydoğu anadolu'nun kırsalında ege ağzıyla konuşan teyze, ondan daha kötüsü de film boyunca istanbul türkçe ve kürtçesiyle konuşan gerilla kızı nereden tutarsak tutalım elimizde kalıyor. erdem için kürtçeyle az buçuk haşır neşir olan bir oyuncu bulmak, o olmasa bile jîn'imiz deniz hasgüler için biraz araştırma/çalışma yapmak çok zor bir şey olmasa gerek. oyuncunun bu durumu o kadar kötü ki; tamamen doğaya aitmiş gibi duran bakışları, mimikleri ve inandırıcı simasıyla izleyici üzerinde bıraktığı büyük tesiri, ağzını açtığı an yerle bir ediyor. zaten az diyalogu olan film seyirciye hiç diyalog olmasaymış daha iyi olurmuş dedirtiyor.
    yoruma açık kısımları dışında, hayalimin kırığı daha çok yanlış ağız kullanımı sebebiyle olmakla beraber, bir izleyici olarak talebim az biraz daha özenden fazla bir şey değil.
  • fragmanı ve özellikle çello tonlarıyla tüyleri diken diken eden film.

    fragmana bakıldığında, reha erdemin kosmos filminde de olduğu gibi, 'bu evreni hayvanlarla paylaşıyoruz' vurgusunu yine yapıyor. merakla bekliyorum.

    --- spoiler ---

    ne-re-de ya-şı-yo-rum.

    --- spoiler ---
  • kahvede posta, sözcü, amk okuyan işsiz (kaşığı çıngırdayan çay bardağını sallarken): "bu film teröreröreröistleri sempatik gösteriyor. yaraları saran teröreröreröist olmaz ki. yalan dolan şeylerle bu temiz milletin aklını karştırmayın."

    filmi bir politko-mizah internet sitesinin açık olduğu ekranı izler gibi izlemiş sinemadan yeni çıkan gözlüklü kadın (asabi, gözlüklerin üstünden bakıyor ve ara sıra cepten twitter'a bakıyor): "ay sürekli olarak dolunay, dağda kırmızı mı giyilir, zaten dağ da kaz dağlarıymış. ama müzikler çok güzeldi."

    sinefil birey (slim sigarasından fırt çekerek): "reha erdem bizi bir sekseke davet ediyor. beş vakit ve hayat var da acı içinde sıçradık. kosmos'da ikna olduk. jin'i ise ancak ve ancak bu tatlı oyun için hoş görebildik. ilginç bir detay vereyim: leyla dağdan mı iniyordu, dağa mı çıkıyordu, orayı bir yerde karıştırmış reha."

    muhafazakar çevrenin sanat adamı (sopa yutmuş gibi dik): "ses mühendisliği etkileyiciydi. ama thin red line etkisi aldım ben. doğa görüntüleri muazzam, galiba lars von trier'in deccal filminden de intihaller var."

    erkek arkadaşını entel filme sürüklemiş üni öğrencisi (gereksiz bir neşeyle): "torrentten indirmedik, sinemada izledik biz. galiba kırmızı başlıklı kız masalına alegori var. bir yerde okudum."

    politik adam (avam kamarasında sakallarını sıvayarak): "kürt siyasetine bir hakaret bu. maddi çok hata var, zaten bolca eleştirildi de. apolitik yönetmenlerin illa ki politik konulara girmek istemesi acınası bir çaba. gireceklerse de belgesel çalışsınlar."

    koro (hepsi birden coşarak ve iki yana sallanarak): "olmamış olmamış, bak bu film olmamış. havalı ve asortik ama olmamış. yönetmeni ünlü ama olmamış, olmamış. ham film bu, olmamış. nasıl masal bu olmamış. kız niye düzgün türkçe konuşuyor, olmamış. olmamış, bomba efektleri olmamış."

    ben: "hassiktirin ordan."
  • if istanbul kapsamında dün izlediğim film. diyalogların azlığına ve durgun görüntüsüne rağmen yağ gibi akabilen bir film yapmış reha erdem. gerçekten her anını keyifle ve takdirle izledim. eleştirilebilecek çok fazla nokta yok. gerçekten kaliteli bir şeyler izlemek isteyenlere tavsiye ederim. ay döngüsündeki çelişki benim de izlerken kafama takılmıştı. bir de söylemeden edemeyeceğim, biz bile salonda izlerken güzel jin'in kırmızı puşisini her karede kabak gibi fark ettik. ben dağda çatışan kimsenin, asker veya terörist, kafasına o renkte bir şey takacağını zannetmiyorum. son olarak deniz hasgüler müthiş oynamış, tebriği hakediyor.
hesabın var mı? giriş yap