• yaşadığımı varsaydığım hayali ülkedeki yönetim biçimi. tabii ki bunun gerçeklikte karşılığı yoktur, türkiye cumhuriyeti demokrasi ile yönetilir.
  • bürokrasinin burjuvaziye, burjuvazinin bürokrasiye doyamadigi,daha cok daha cok diye havlayanlarin destekledigi-istedigi, belli bir zümreye hizmet eden yonetim bicimi. (bkz: zümre)(bkz: imtiyaz)(bkz: egemen güc)

    (bkz: tekelcilik)
    (bkz: anamalcilik)
    (bkz: yayilmacilik)
    (bkz: militarizm)
    (bkz: feodalizm)
  • türkiye deki demokrasi anlayışıdır.
  • ''devrim'' lafını duyunca uykuları kaçan, birileri bir yerde ''işçi sınıfı'' dediği zaman titreyen, ''emeğin'' kutsallığına karşı sermayenin hainliğini ikame eden, haftasonu paparazzi dergilerinin ''cemiyet hayatı'' fotoğraflarını süsleyen , kapitalizmin kankası, neo liberalizmin biricik evladı, gizli servislerin maşası, halk düşmanı imtiyazlı sınıf.

    yılmaz güney'e arkadaş filminde evden çıkarken atılan ''gün gelecek hesabını soracağız'' tokadının sahibi el. evet gün gelecek o tokadın hesabı sorulacaktır.
  • kapitalizm ayakta kalabilmek için birçok kuruma, birçok yönteme ve bunları sürdürebilmek için birçok uzmana ihtiyaç duyar. ordu, polis, finans, hukuk, bürokrasi ve burada saymamıza gerek olmayan daha birçok kuruma, tekelci sermaye, orta burjuvazi, toprak ağalarını ve bunların kendi haklarını savunmak için oluşturdukları kurumları ekleyince manzara biraz daha karmaşıklaşır. oysa kapitalist düzenin idaresi, tüm bu çelişkilerle dolu ilişkilerin idaresi demektir.

    şurası açık ki, dünyada daha büyük zenginlikler, giderek daha küçük grupların elinde toplanıyor. bu gruplar kendi aralarındaki çelişkilere rağmen, sömürüyü daha yoğun bir biçimde gerçekleştirebilmek için birleşme ihtiyacı duyuyorlar. bilhassa türkiye gibi ülkelerde iktidarlar çelişkili, krizler üreten ama her şeye rağmen birlikte hareket etmek zorunda kalan farklı çıkar gruplarından kuruluyorlar.

    burada halk mücadelelerinin önemi büyük. düzeni değiştirmeye uğraşan ya da onu istikrarsızlığa iten halk hareketleri, düzenden çıkarı olan grupları derhal birleşmeye zorlar.

    bu nedenle pek çok ülkede toprak ağaları, sanayiciler, bankacılar ve askerler hem diğer ülkelerin oligarşileriyle mücadele edebilmek, hem de kendi halklarına karşı savaşabilmek için bir araya gelmişlerdir. ikinci paylaşım savaşı’ndan sonraysa, yeni-sömürgelerdeki oligarşik diktatörlükler emperyalizmin vazgeçilmez iktidar aygıtları oldular.

    ezilenlerin büyük bir güçle ve moralle birleştikleri bu dönem, ezenlerin ittifakını da şekillendirdi. anti-emperyalist mücadele içinde, köylüyü, işçiyi, esnafı, öğrenciyi ve tüm ezilenleri birleştirme gayesinde olan halk savaşları, ezenleri de benzer şekilde birleştirdi. askeriye, bürokrasi, finans, ticaret ve sanayi burjuvazisi, toprak ağaları ve medya patronlarından oluşan bu gayrimeşru örgütlenmeler, bugün de çok etkin çalışıyorlar.

    oligarşiler çıkar gruplarının çoğaldığı, çıkar ilişkilerinin dallanıp budaklandığı ve ezilenlerin direnişinin olduğu her çağda ve coğrafyada oluşurlar. fakat günümüzde, sömürü ve baskı araçlarının çeşitlendiği, aynı anda birden fazla ilişkinin yürütülmesinin gerektiği bu dönemde oligarşiler burjuvazinin iktidarının ulaştığı en son evre oldu.

    işin daha da ilginç yönü, oligarşilerin halk isyanlarını bastırmakta diğer oligarşilerle birlikte çalışmaya başlamalarıdır. hem bu oligarşiler arasındaki, hem de oligarşilerin kendi içlerindeki çelişkilere rağmen, halk direnişleri karşısında ortak hareket etmeleri, istihbarat ve teknoloji paylaşmaları dikkate değerdir. besbelli ki farklı sermayeler, farklı çıkar grupları birbirleriyle rekabet edebilmek için bile ezilenlerin yarattığı tehdidi bastırmak zorunda kalıyorlar.

    devletin ve sermayenin çeşitli ağızları tarafından sürekli olarak tekrarlanan “istikrar” vurgusu, temelde budur. onlar halkı daha sorunsuz sömürmek ve kendi içlerindeki rekabeti, düzenin yıkılması tehlikesi olmadan sürdürmek isterler. bunu da direnenleri derhal saf dışı edebilecekleri ya da kendilerine katabilecekleri araçları kullanarak yapabilirler.

    istenilen şey, bireyle devlet arasındaki tüm kurumların en azından ezilenler karşısında tek vücut olarak hareket edebilmesidir. zira egemenler arasındaki rekabet ne denli şiddetli olursa olsun, halkın sahip olduğu hakların gasp edilmesi (örneğin, ücretlerin düşürülmesi) hepsinin işine gelir. kendi tabanlarını genişletmek istedikleri özel durumlar dışında, oligarşiler halk mücadelelerinin bastırılması için ellerinden geleni yaparlar.

    yukarıda yazılanlardan, oligarşilerin iki temel özelliği hemen anlaşılabilir.

    birinci özellik, oligarşilerin ezilenlere karşı ezenlerin bir ittifakı olduğudur.
    ikinci özellik, bu ittifakın sorunsuz ve çelişkisiz olmadığını gösterir bize. aksine, daha fazla kontrol yetkisi, piyasa ve kâr elde etme arzusundaki egemenler sürekli olarak birbirlerinin alanlarına nüfuz etmeyi denerler, yeni ittifaklar kurar, yeni düşmanlar edinirler.

    bu nedenle oligarşilerde doğrudan halkı hedef alan darbelerin yanında, sık sık oligarşi içi çelişkilerden doğan ve daha düşük yoğunluklu gerçekleşen darbeler de vardır. bunların biçimi tarafların gücüne ve konjonktüre göre cuntalardan yargılamalara, suikastlardan tasfiyelere kadar uzansa da, amaç karşı tarafı sindirmektir.

    oligarşilerin üçüncü özelliği en önemlisidir ve devrim mücadelesinin stratejik temelini ortaya koyar. bilhassa türkiye gibi yeni-sömürge ülkelerde oligarşilerin emperyalizmle olan sıkı bağının vurgulanması gerekiyor. mahir çayan’ın deyişiyle, emperyalizm bizimki gibi ülkelerde içsel bir olgudur, oligarşiden ayrılamaz, onun karşısına konulamaz. istisnai ve kısa süreli dönemler dışında, türkiye’de oligarşinin bileşenleri içine anti-emperyalist unsurların girmesi artık mümkün değil.

    tarihsel deneyimler gösteriyor ki, bir devlet emperyalizme bağımlılaşmaya başladığı andan itibaren, o devletin bütün kurumları emperyalizmin çizgisine çekilir. finansal destekler yoluyla yeni-sömürgeleştirilecek ülkenin milli burjuvazisi bağımlılaştırılır ve emperyalizmin güdümüne sokulur. siyasi partilerin ya da ordu içindeki generallerin satın alınmasıyla darbeler yapılır ve anayasalar değiştirilir. eğer sömürge haline getirilen devletin kurumlarında halkçı gruplar ya da bireyler hala kalmış ise, bunlar parti kapatmalar, ihraç etmeler ya da suikastlar yoluyla bir an evvel tasfiye edilirler.

    oligarşilerin bu üç özelliği konusunda yapılan yanlış tahliller, oligarşik diktatörlüklere karşı verilen mücadeleyi yanlış yollara sokuyor. örneğin, oligarşinin emperyalizme bağımlı olmadığını, ondan bağımsız hareket edebileceğini düşünmek bunlardan biridir.

    ikinci hata, oligarşiyi oluşturan unsurlar arasında demokrasi, laiklik, özgürleşme vs. getirecek kimi grupların olduğunu düşünmektir. bu aslında oligarşi içinde süregiden çelişkilerde taraflardan bir tanesinin etkisinde kalınmaya başlandığını gösterir.

    üçüncü hata, oligarşinin çelişkisiz bir birlik olarak düşünülmesidir. örneğin türkiye’deki iktidarın ülkede 1923’ten 2000’lere kadar varlığını sürdürmüş bir kemalist grubun elinde olduğunu tahayyül eden kimi yazarlar vardır. bu yazarlar, rejimin niteliğini böyle yanlış kurgulayınca, o kemalist çizgiden sapma olarak gördükleri tüm davranış ve söylemleri alkışlamaya, bir ilerleme olarak göstermeye başlamışlardır. fakat sonuç değişmez, şöyle ya da böyle halkın örgütlü güçleri yerine, oligarşi desteklenmiş olur.

    egemenlerin kendi aralarındaki kavga, akılları hep karıştıran bir meseledir. böyle durumlarda emekçilere ne yapmak düşer? ezenlerin içinde ilerici olan taraflar var mıdır? bu kavga karşısında sessiz kalmak mı, yoksa taraflardan birine destek vermek mi gerekir?

    buna bir de oligarşinin her kanadının güçlenmek için kendi kanallarından yaptığı yoğun propaganda ve dezenformasyonu eklerseniz, halkın bilinçsiz pek çok kesiminin kolayca yanılgıya düşeceğini tahmin etmek zor değildir.

    kapitalist düzende, tek çelişki emek ve sermaye arasında değildir. sermayeler de kendi aralarında mücadele ederler. hele ki emperyalizm çağında, bir holdingin aynı anda onlarca farklı sektörde faaliyet gösterdiği, uluslararası, askeri, siyasi ve finansal alanlarda ilişkilere girdiği göz önünde bulundurulursa, çelişkiler yumağı daha iyi anlaşılabilir. sermaye sürekli genişlemek ister ama bunu yaparken karşısına sürekli olarak başka sermayeler, yeni tekeller çıkar.

    emperyalist dünya savaşları bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir. bu savaşlarda her ne kadar savaş iki ulus arasında (almanlar ve ingilizler, almanlar ve müttefikler) gerçekleşiyormuş gibi gösterilse de, aslında olan biten bu devletler tarafından temsil edilen tekel gruplarının pazar savaşından ibarettir. benzer bir şekilde, oligarşi içi çelişkiler de bir ülkenin sınırları içinde çatışan tekellerin, farklı iktidar gruplarının ya da toprak ağalarının mücadelesidir.

    üstelik çatışma ulusal olunca, bu çelişkilerin askeri araçlarla çözülmesi de zorlaşır. hukuk, medya, polis ve hatta (genellikle sol siyasetin kullanmasına alışık olduğumuz) kitle gösterileri bu çelişkilerin birer yansıması ve aynı zamanda aracıdır da. mevcut duruma göre bu araçlardan biri ya da birkaçı daha fazla kullanılır. sermaye bütün alanlara nüfuz ettiği için, oligarşi-içi savaşlar, medyadan yargıya kadar geniş bir alanda verilir.

    esasında, oligarşi-içi çelişkilerin böyle çetrefilli geçmesinin bir nedeni de, devleti oluşturan kurumların birbirleriyle olan karmaşık ilişkileridir. oligarşinin üst düzey bürokratları, süreç içinde çoğunlukla büyük sermaye sahiplerine dönüşürler. oğulları ya da kızları aracılığıyla diğer kapitalistlerle ilişkilere girerken, bazılarını dışarıda bırakırlar. ordu mensupları aynı zamanda bir şirket sahibi olabilir, emek sömürüsü yapabilirler. siyasi iktidarlar bütün kapitalistlere eşit mesafede durmazlar. kendi yakınlarına daha fazla imtiyaz ve yağma olanağı verirler. bu nedenle bazı kapitalistlere sağlanan imtiyazlardan, diğerleri mahrum kalır ve onlar da var olmak için yeni ittifaklar yapmaya zorlanırlar.

    böylece oligarşinin içinde bloklar oluşur. siyasi partiler aracılığıyla bağlantılarını güçlendiren bir grup kapitalist, kendi cephesine medyadan, hukukçulardan, üniversite hocalarından destek bulabilir ya da ihaleler yoluyla kendi destekçilerini medya patronu haline getirebilir, yargının kimi kurumlarını rakibinden devralarak ele geçirir. ülkede sık sık gözlemlediğimiz rektörlük kavgaları, tv kanallarına ve gazetelere yapılan baskınlar bunun bir yansımasıdır.

    elbette işler sadece yasal bazı bağlantılar ve bir takım üretim ilişkileri kurmaktan ibaret kalmaz. oligarşiler dünyanın her yerinde yasadışı faaliyetlere girişir, buralardan da para kazanırlar. uyuşturucudan fuhşa, insan kaçakçılığından arazi mafyasına kadar pek çok kârlı “sektöre” de el atmışlardır. bizzat belediyeler arazi mafyası gibi çalışmakta, kolluk güçleri uyuşturucunun trafik polisliğini yapmakta ve bundan nemalanmaktadırlar. yine bu ilişkiler de pek çok farklı aktörün yer aldığı, girift çıkar kavgalarıyla bezenmiştir ve zaman zaman bir polis müdürünün, bir istihbaratçının ya da bir generalin tutuklandığı haberiyle buzdağının ufak bir kısmını görme imkânı buluruz.

    toplumsal bir mücadele içindeki bütün sınıfların, toplumsal desteğe ihtiyaçları vardır. bu durum, oligarşi-içi çekişmelerde de geçerlidir. taraflar eğer kendi tabanlarını genişletmezlerse, bu tabanı ya rakiplerine ya da sınıf düşmanlarına, yani halka kaptırırlar. çatışan her grup halk düşmanı olsa bile, yenilmemek için halkın desteğini almak zorundadır.

    bunun için burjuvazi kendi ülkesinin koşullarına göre kitle desteğini yakalamasına imkân veren bazı sloganlar benimser ve kampanyalar yapar. bu kampanyalarda din, milliyetçilik, demokrasi vb. gibi kitlenin bilincinde önemli yere sahip kavramlar kullanılır ve rakip tasfiye edilirken şeriata ya da darbeciliğe karşı çıkıldığı, bunun hepimizin ortak iyiliğine hizmet ettiği sık sık vurgulanır. zaten “demokrasi getirmek”, bilhassa 1990 sonrası emperyalist saldırının biricik meşrulaştırma aracıdır.

    ortak bir düşmanın kurgulanması yoluyla, düzen içindeki muhalefetin bir kısmının buraya aktarılması sağlanır. örneğin ortak düşman olarak “askeri vesayet” gösteriliyorsa, geçmişte askerle çelişkiye düşmüş tüm kesimlerin desteği alınmaya çalışılır. özellikle devrimci bir muhalefetin etkin olamadığı durumlarda oluşan boşluğa oligarşinin şu ya da bu kanadının dolması ve kitleleri kendi amaçları doğrultusunda seferber etmesi sık rastlanan bir durumdur. taraflardan biri güvendiği ve iyice yerleştiği bir kuruma yaslanarak (örneğin polis ya da mit), rakibinin elindeki kurumlarda tasfiye ve ele geçirme operasyonları yapar; öte yandan, kendi medyası ve kanaat önderleri eşliğinde hareketlerine meşru zemin yaratır.

    oligarşiyi oluşturan unsurlar arasındaki savaşların oluş biçimi de ayrıca ilginçtir. taraflar bu mücadele içerisinde devlet kurumlarının imajını hiçbir şekilde tehlikeye atmazlar. “yüce ordumuz”, “hukukun ve yargının üstünlüğü”, “millet iradesini temsil eden meclis” bir kabuk olarak orada durur ve bu kurumlar içlerinde kimin olduğundan bağımsız olarak yüce, üstün ve milletin hizmetinde kalmayı başarırlar!

    benzer biçimde, devlete yönelen tüm tehditler, amaçlarından bağımsız olarak “teröristtir”. burjuvazinin metafizik aklının işleyiş biçimi burada daha net ortaya çıkar. faşist devlet kurumlarını korumak yönündeki bu refleks, halka karşı işbirliği içindeki oligarşinin çatışırken bile bir olduğunu açıkça gösterir.

    emeği sömüren ve halkı ezen iki güç arasındaki savaşlar tarih boyunca hiçbir zaman halkların yararına olmadı. bu savaşlar askeri, siyasi hangi alanda yaşanırsa yaşansın, sömürücü ve ezen güçler böyle kalmaya devam ederler.

    halkların mücadele tarihi de kanıtlar ki, ezenler halkın direnişiyle karşılaştıklarında kendi çelişkilerini erteleyebilmekte ve bir olmaktadırlar. ancak tarih daha acı bir gerçeği de gösterir: egemen sınıflar kendi aralarında mücadele etmek için kitle desteği kampanyalarına girişince, kendini solcu-sosyalist-demokrat olarak adlandıran pek çok kişiden destek bulurlar.

    örneğin birinci paylaşım savaşı’nın arifesinde, kimi avrupa ülkelerinin sosyalistleri her proleterin kendi ordusunda savaşa girmesi gerektiğini savunmuşlardı. alman egemen sınıfları burjuva basın ve siyasi partiler yoluyla alman sosyalistlerinin zihnine kadar sızmış ve bu savaşta yer almanın proletaryanın yararına olacağına onları inandırmıştı. alman burjuvazisi ingiltere ve fransa gibi eski ve büyük emperyalistler karşısında almanya’yı savunulmaya ihtiyacı olan zavallı bir ülke gibi gösteriyor, milliyetçilik pompalıyordu.

    lenin bu konuda şöyle yazmıştı:

    "daha yaşlı ve gırtlağına kadar doymuş soyguncuları soyma işinde genç ve daha güçlü soyguncuya (almanya’ya) yardım etmek, sosyalistlere düşmez. sosyalistler hepsini de devirmek için, soyguncular arasındaki çekişmeden yararlanma yoluna gitmelidirler."(sosyalizm ve savaş, 15-16)

    bugün oligarşi-içi çelişkilerde taraf tutmanın, emperyalist savaşta taraf tutmaktan bir farkı var mıdır? abd emperyalizmi ile en ufak bir çelişkisi bile olmayan, onun adına afganistan’da işgal görevi yürüten ve halkı yoksulluk sınırında yaşatan bir oligarşiyi desteklemekten bahsediyoruz.

    mücadele eden sermayelerden birine destek vermek, haksız savaşta bir iyilik, bir ilericilik bularak taraflardan birini desteklemek çok sık karşılaştığımız bir yanlıştır ve temelinde halka güvensizlik yatar.

    bu anlayış 21. yüzyılda dahi özünü değiştirmeden, kendini koşullara uyarlayabildi. belki farklı emperyalistler arasında tercih yapmak değil ama (tercih edebilseler eminim ederlerdi), farklı işbirlikçiler arasında tercih yapmak, bugün küçük-burjuvazinin yegâne siyasi faaliyeti haline geldi. pek çok aydın ve sanatçı, halkın bağımsız ve devrimci bir şekilde örgütlenmesi fikrini bir kenara atmış, oligarşinin çatışan unsurları arasında saf tutmakta.

    bunun açıklaması belli: emperyalizmle oligarşinin bir oluşu nedeniyle, bu karanlık aydınlar emperyalizme nesnel olarak destek vermekte, onun iktidarının şu ya da bu işbirlikçi aracılığıyla pekiştirilmesine katkıda bulunurlar.

    oysa burada taraflar oldukça net, oldukça kaba ve anlaşılır. egemenler arası çelişkilerde taraf tutmanın sol siyaset yapanlar için ölüm demek olduğuna dair onlarca tarihsel kıssa var. bunların hissesi ise şu: böyle durumlarda izlenecek yol, mevcut çelişkiden yararlanarak halkın düzenle kurduğu bağların kopartılmasını sağlamak, sömürülmesini değil, emeğini garanti altına alan bir iktidarı adım adım inşa etmek yolu.
  • yunanaca oligos'tan gelendir. küçük bir azınlığı yönetimde söz sahibi olması anlamına gelir ve eupatridae
    \ eupatrid kavramı ile muhakkak ve direk ilişkilidir.

    (bkz: eupatrid): iyi doğan, iyi doğmuş, soylu...

    bu vesile ile ukteye bakınız vermiş oluyor ve sevgiler saygılar diliyorum.
  • esasında kağıt üzerinde farklı olması gerekirken, cumhuriyette de yönetim bir grubun elinde olması sebebiyle oligarşiyle ortak noktası bulunmaktadır. tabi farklı olansa cumhuriyetteki yönetici grubun cumhurun iradesi tarafından* seçilmesi, oligarşide ise bunu belirleyen şeyin gelir üstünlüğü olmasıdır. bu yüzden de zayıf cumhuriyetlerde*** yönetim sadece sözde cumhuriyettir.

    oligarşi kavramı en anlaşılır biçimde şirketlere benzetilebilir;

    ülke = şirket
    halk = çalışanlar
    zümre = yönetim kurulu

    yönetim kurulu da çalışanların iradesiyle seçilmez.
  • 3 kasım 2002'den beri ülkemizin yönetim biçimidir.
  • gelir ustunlugune dayanan bir ce$it yonetim bicimi..geni$ halk yıgınlarının yoksul olmasından ötürü ba$a gelen zenginlerin olu$turdugu zümrenin devleti yönetmesidir..
    bu,iki türlü sakattır.birincisi cogunluk olan yoksul kesim icerisinden devletin daimiligini saglayabilecek ki$ilerin cıkabilme ihtimali onların yonetimden tamamıyla dı$lanması ile engellenmi$ olur..devlet yonetiminden ziyade oligar$inin,günlük hayatın her evresine sıcraması sonucu sosyal hayatın icerisinde bilfiil bulunan ki$ilerin statuleri arasında devasa ucurumlar meydana gelir..ornegin,bir ziraat i$ini yoksul bir i$ci,zengin derebeyinden daha iyi bilmesine ragmen,varsıl egemen bir duzende ya$anıldıgı icin yanlı$ olan emirlere dahi boyun egmek zorundadır..
    neticede orumcek agı gibi her kademeyi saran bu düzen ile devlet bütünlügünü kaybedecek,zenginlerin ve fakirlerin iki ayrı devleti haline gelecektir.aynı topraklar üzerinde ya$ayan insanların zaruri olarak iki ayrı devleti cıkacaktır ortaya..ezilen yoksul halk ve zorbalık ile duzeni saglayan zengin azınlık arasında surtu$meler ba$layacak,olu$an kutupla$ma ile bu surtu$meler daha da artacaktır.bu kutupla$ma,zengin ve yoksul olarak bolunen zıt grupların sürekli olarak birbiri için tehlike olu$turmaları ile son bulur..i$te bu da oligar$inin ikinci zararıdır..
    oligar$i'de yoksul halk ile ba$ta bulunan zengin azınlık arasındaki bo$luktan faydalanmak isteyen oportunist vurguncular türeyecektir.ba$taki zengin diktalardan cozum onerisi isteme hakkına dahi sahip olmayan halk yıgınları bir nevi köle,dilenci konumundadır..dogal hakların,insani degerlerin sınıfsal insiyatife bırakıldıgı ve salt dilenme ile hakların kazanılabildigi bir gunluk duzenin norm olarak algılandıgı toplumda ise vurguncuların türemesi gayet dogaldır.zengin azınlıgın umursamazlıgından ve vurguncuların baskısından sıkılan halk,careyi,oligar$iden kacarak demokrasiye sıgınmakta bulacaktır..
  • bi grubun egemenliğidir
hesabın var mı? giriş yap