• epey düşündüm ve şu sonuca vardım abi: tubacılar en süperi bu orkestra olayında. düşünsene kemancılar falan acayip yardırıyorlar hep; viyola, viyolonsel, vs... tüm yaylılar kasış. diğer üflemeliler desen her hafta her hafta zart zart kafa beyin kalmaz. (bir de bunlar her gün çalışıyorlar; abbauvv... yazık la...) vurmalılar falan da bir yere kadar fena değil aslında. (bu arada hele o tırt vurmalıcı var ya böyle üçgen zil mil falan çalıyor lsdfgksdfgf amk ben söylemem lan mesleğim o olsa. (düşünsene şöyle diyaloglara falan gireceksin: "selam naber; nesin sen?" "müzisyenim, senfoni orkestrasında çalıyorum." "ooo saygılar abi. görev ne peki?" "üçgenciyim ben." "sdlfgsdlfgdfgf ahahaha abi sktir ya güleceğim yoktu hiç." vs...))
    işte tüm bu ahval ve şerait dahilinde, o tubacı eleman köşede böyle babalar gibi duruyor hep. hayvan gibi tuğbayı taşıyor bir kere; enstrüman çok gösterişli. böyle barp burp barp burp diye çalıyor. (çalarken arada osursa falan duyulmaz.) çaldığı da toplasan ortalama 5 tane nota köftehorun. lakin aldığı mayış diğer elemanlardan çok mu farklı? zannetmiyorum değildir. şimdi düşünüyorum da, kemancı falan olsam kafayı yerdim böylesi bir tablo dahilinde. misal prokofiev falan çalınacak benim kolların ebesi ağlayacak da, o orada yarım saat bekleyip iki osurtacak aleti, sonra benle beraber aynı sakalı atacaklar mayış diye. yok yea! skerler abi, kusura bakmayın. (hele bir de 2. keman falan olsam iyice olay çıkartırdım; hem aynı mayış hem de ikinciye koyuylar! batonu şefin elinden alır, allegro dedirte dedirte inletirdim sahneyi amk sldfgsdfgf)
  • greek mimarisinde tiyatronun en eski bölümüdür. ilk örnekleri konistra adıyla anılıyordu. konistra, yunanca "konis" sözcüğünden türemedir ve "kum" anlamına gelmektedir. orkestra ise, yunanca rask etmek manasına gelen "orkheistai" sözcüğünden gelmektedir.
  • 52 yıldır durmadan çıkan dergi...

    panayot abacı'nın korkunç inadı ve matbaanın (önceki sahibi öldü ama oğlu büyük bir özveriyle devam ediyor desteğe) gerekli desteğiyle çıkıyor...

    432. sayısı çıktı.

    sayısı beş lira, yıllık 30 lira... aylık dergi...

    (sorsam şimdi binlerce laik çıkar klasik batı müziği seven... ama bu dergiye abone olmazlar... klasik türk musıkisi sevdiğini iddia eden muhafazakâr ekşiciler ise, türkü ve klasik türk musıkisi korolarının kapatılmasına gıkları çıkmıyor... iyi mi?)
  • arthur miller'in romanindan uyarlanmis, ikinci dunya savasinda auschwitz toplama kampında gecen olaylari anlatan, gercege yakin asilma, kursuna dizilme ve intihar sahnelerini icinde barindiran hatta gercek kurt kopeklerinin de yeraldigi, izlerken gercekten de esir kampindaymissiniz hissi veren, (zira, dekor sahneye degil de tiyatronun tum alanlarina yayilmis vaziyette arti seyirciler arasinda bile figuranlar var, sinevizyonla kamp olayi da ayriyeten verilmis) 2 perdelik, ikisi sahnede biri fuayede olmak uzere 3 finallik, tiyatro oyununun adi.

    kisacasi sinema/tiyatro karisimi bir gosteri.
  • bursa devlet tiyatrosunda oynanan daha giriste seyirciyi de içine alan etkileyici bir oyun. siz olaylari seyrederken saginizdan solunuzdan oyuncularin oyuna dahil olmasi, birden kendinizi oyunun bir parçasi gibi hissetmenizi sagliyor.
  • arthur miller'ın, fania fenelon'un auschwitz anılarından yola çıkarak bir televizyon filmi için yazdığı senaryodan uyarlanan tiyatro oyunu.

    oyun, ilk iki bölümde yarattığı beklentiyi geri kalan kısmında maalesef karşılamıyor. tren bölümünden asıl bölüme geçerken yanımdaki arkadaşlarıma "sanırım hayatımızın en iyi oyununu izleyeceğiz" dedim, öyle düşünüyordum gerçekten ama oyun ilerledikçe tempo düştü, oyuncuların performansları aksamaya başladı, sönük bir finalle bitti.

    dekora, müziklere, teknik detaylara o kadar ağırlık verilmiş ki esas öykü çok gölgede kalmış. asıl maksadı aksiyon izletmek olup araya da yalandan bir hikaye uydurulan filmler gibi olmuş biraz. (oyun, o tip filmler kadar kötü değil tabii ki, daha rahat anlaşılması için bu örneği verdim)
    perdeye yansıtılan gerçek görüntüler oyunun duygusal etkisini arttırmak için yapılmış ama biraz eğreti durmuş açıkçası.
    diğer taraftan, çok fazla emek verilmiş, sırf bunun için bile ayşe emel mesci ve bütün ekibini ayakta alkışlamak gerek.
    bütün olumsuz yanları bir tarafa, ankara dt'nin son yıllarda çıkardığı en iyi üç oyundan biridir. diğerleri için:
    (bkz: bir delinin hatıra defteri)
    (bkz: bir halk düşmanı)
  • orkestranın bir kelime anlamı da dans etmek değildir. kelimenin antik kökeni dans etmekten gelir. yunanca orcheomai fiilinden türemiştir, yani dans etmek.

    orkestra orkestradır. dans ediyorum yerine orkestrayım diyemezsin.
  • sarsıcı bir eser bu ve ne yazık ki gerek uzunluğu, gerekse metnin ağırlığı sebebiyle bir delinin hatıra defteri kadar kapalı gişe olamayacak, oyunun sonundaki alkışlar da -maalesef- bunu gösteriyor, o coşkuyu göremedim ben. insanlar yorulmuş muydu bilmiyorum, ama şansı hak eden ve görülmesi gereken bir oyun bana göre orkestra. spoiler kısımlarına geçmeden önce belirtmeliyim ki, dekor-sahne düzeni-kostümler hepsi çok başarılı. yaratılan ortam da öyle ki bu ortamdan şimdi bahsetmeye başlayacağım, fakat işin sürprizini kaçırmamak adına spoiler olarak yazıyorum.

    --- spoiler ---

    oyunda seyircilerin de "toplama kampına" alınırken "şefkatli" bir şekilde değil de, itilip kakılarak alınması fikri hoştu, seyirciyi orada seyirci olarak değil de o ortamın bir parçası olarak düşünmek de öyle. fuayede başlaması ve gerek arada, gerekse finalde yine fuayede oyunun aslında "devam ediyor" olması da güzeldi.

    "çalışmak özgürleştirir" yazısını sahnede görmek ürkütücüydü, silah seslerini hiçbir zaman sevmedim ama oyunun içinde elbette gerekliydi. her seferinde etkilendim. boğazım acıyor niyeyse bir şekilde silah sesi duyduğumda. yaratılan kasvet de çok başarılıydı, sahnenin kullanımından, etraftaki tel örgülere ve koltukların bile siyah örtüyle örtülmesine kadar... fania'nın ve orkestranın iç dünyalarında yaşadıkları çelişkiler biraz daha baskın olarak verilebilirdi belki, ama bu şekilde de kabulüm. kitapçıkta fania'nın anılarından alınan bazı (belki biraz önemli?) ayrıntılar oyunda yoktu, fakat oyun bu haliyle bile 3 saat civarında sürerken daha fazla uzatmak ne derece doğru olurdu onu bilmiyorum. sinevizyon oyuna güç veren bir unsurdu.

    ve tabii ki bu oyunun ve bizim hayatlarımızın önemli bir parçası olan müzik, insanların ölüme gidişine, ss subayların eğlencelerine, yani her halükarda "acımasız bir şeylere" eşlik ediyordu bu sefer. acaba hayatta kalmak için bunu yapmak mı doğru, yoksa ölüme gitmek mi bile bile? zor bir soru kuşkusuz.

    bir de bu bir beklenti değil ama, keşke devlet tiyatroları bir şekilde bastırsa, haklarını alsa, çevirtse, fania'nın anılarını oyun fuayelerinde satsa, bir de öyle okusak "sessiz tanığı" olduğumuz hikayeyi.

    --- spoiler ---

    hep bir şeylerin sessiz tanığı olmuyor mu insanlar? ve bu şekilde doğrudan sorumlusu, suçlusu... emeği geçenlerin eline sağlık, sezon sonuna doğru bir kez daha gideceğim sanırım bu oyuna, bu kez biraz daha ön sıralardan alacağım biletimi, oyuncuları iyice görerek, sindirerek seyredeceğim.
  • "orkestrayı yönetmek* için kalabalığa sırt çevirmek lazımdır" diye de bir söz vardır ki anlamlıdır.
hesabın var mı? giriş yap