• tartışma programlarındaki üslubu dün gibi aklımda. karşısındaki insanlar ne kadar gergin, asabi, saldırgan olsalar da, efendi gibi diyeceğini der sonra, "hepiniz umurun haricindesiniz" bakışlarıyla stüdyoyu inceler, kaykılarak zevkle ayakkabılarının uçlarını falan birbirine değdirip, çevreyle ilgilenmiyormuş imajı vererek, hiçbir şey söylemeden, gayet de eğlenerek, diğerlerini deli ederdi. sıra yeniden kendisine geldiğinde yine gayet sakin olarak söylenenlere tek tek cevap verir (tüm konuşmaları cin gibi dinlemiş), sözünü bitirdiğinde (kimsenin de kalbini kırmadan, bed söz söylemeden) çevreyi seyre kaldığı yerden devam ederdi. keşke halen aramızda olsaydı. bugünlerde yapılan saçma sapan tartışma programlarına bakınca insan ister istemez kendisini anıyor. severdim. allah rahmet eğlesin.
  • 12 mart 1971 darbesi, bilinen yillar...yavuz gokmen de bir cok sol entellektuel gibi yargilandi ve hukum giydi. gokmen, poliste iskence gordu, ezilmedi, buzulmedi; mahkemede kendine has, sevimli deli-dolu tavirlariyla sevildi. cikti, 80'li yillarda turgut ozal'in goruslerine yakinlik hissetti, daha sonra sarisin kadina ovgulerde bulundu. kisilik olarak icindeki kucuk prens'e ve don kisot'a asla ihanet etmedi.
  • her macta yanimda olan, beni galatasarayli yapan abim..

    "23 kasım 1998 saat: 15:56
    insan, en kötüsünden iki taraflı zatürreeye yakalanınca, işler değişiyormuş. birkaç gün yetmiyormuş. sizden özür diliyorum. ama en az 15 gün ayrı kalmamız gerekiyormuş. sizi çok özleyeceğim.
    yavuz gökmen"

    kopenhagda oradaydin, kayserimacinda ali samiyenin en güzel yerindeydin abim. daha onca macta yanimda olucaksin. sonra bakarsin bir gün birlikte izleriz maci..
  • 23 kasim 1998'de, saat aksam 4 civari okurlarina su mesaji gecmis:

    "insan, en kötüsünden iki taraflı zatürreeye yakalanınca, işler değişiyormuş. birkaç gün yetmiyormuş. sizden özür diliyorum. ama en az 15 gün ayrı kalmamız gerekiyormuş.

    sizi çok özleyeceğim."

    ve bundan sadece 90 dakika sonra hayatini kaybetmistir.

    son 2 yazisi:

    (21 kasim)

    "kavaklıdere tıp merkezi'ndeki güvendiğim doktorum ünal bey, akciğer röntgenimi görünce bir süre konuşmadı. o arada ben röntgene şöyle bir göz atabildiğim için, durumun vehametini tahmin edebiliyordum. soran bakışlarla yüzüne baktım. ‘‘yavuz bey’’ dedi. ‘‘bu kez durum ciddi. sol akciğerinizde yaygın tinomoni var. bu ileri derecede tetkik ve tahlilleri gerektiriyor. yani şunu söylemek istiyorum. her zamanki gibi boğaz ağrısı ve iki penisilin olayı değil bu. buz gibi zatürree olmuşsunuz.’’

    hiçbir şey söylemedim. tekrar soran bakışlarla yüzüne baktım. bu kez:

    ‘‘siz hayatın üstüne üstüne gidiyorsunuz’’, ‘‘sizi göremesem bile gözlerinizden izliyorum. sigarayı bırakın diyorum, bırakmıyorsunuz. biraz dinlenin diyorum dinlenmiyorsunuz. ara sıra anjin olup buraya geliyor, benden habersiz, hemşirelere iki iğne olup gidiyorsunuz. kendinizi iyi hissedince tekrar aynı hayatın içine dalıyorsunuz. artık bunu yapamayacaksınız.’’

    (...) biliyorum ki, benim gibi bir- çokları da hayatın üstüne üstüne gidiyorlar ve yaşamları büyük bir koşturmaca içinde geçiyor. bu arada, ortaya büyük bir çelişki çıkıyor:

    ‘‘başkalarına kötülük ederek, içindeki düşmanlık duygularını kusarak sağlıklı kalmaya çalışmakla; başkalarına karşı asla kin ve nefret duymadıkları için kendi kendisine kötülük ederek hastalanmak arasındaki çelişki...’’

    ben bu çelişkinin, ikinci yanıydım. kimseye kin ve nefret duyamıyor ve kötülük etmeyi aklıma bile getiremiyordum. kaçış yolunu kendi kendime kötülük etmekte buluyordum.

    ‘‘altın beyinli adam’’ gibi bir yandan beynimi, öte yandan sağlığımı harcıyordum. hayatın üstüne üstüne üstüne gidiyordum. durmak dinlenmek bilmiyor, kendi sorunlarımı bir kenara bırakıyor ve hep başkalarının sorunlarıyla uğraşıyordum.

    ne varki, bundan hiç de pişman değildim."

    (22 kasim)

    ‘ne hasta bekler sabahı / ne taze ölüyü mezar / ne de şeytan bir günahı / seni beklediğim kadar / geçti istemem gelmeni / yokluğunda buldum seni / bırak vehmimde gölgeni / gelme artık neye yarar?

    ‘‘bu şiirin tamamını bir kere yazmıştım. şimdi yeniden yazmak istemiyorum. çünkü insan bazı şeyleri romantizm olgusu dışında bölümleriyle yaşayınca bazı gerçekler tüylerini ürpertiyor. hele bu insan özgürlüğüne sonsuzca düşkün ve bir ideal uğruna başına hiçbir şey gelmiyecekmişçesine didinen biriyse kaçış süreci daha da hızlı oluyor.

    ama siz hatırlayacaksınız. son iki yazımda size teşhis koyamadığımız ateşli hastalığımdan söz etmiştim. bu konuda az zamanda büyük işler yapıldı ve ben kaçmaya dahi fırsat bulamadım.

    öncelikle bir röntgen filmi çektirmem istendi. daha sonra da bir tomografi. cumartesi akşamüstü tomografinin raporu hekimlerin eline ulaştı. beni derhal hastaneye çağırdılar ve yatırdılar.

    bana güven verici görünmek istemelerine karşın gözlerini benden kaçırır gibiydiler. ben yine ateşler içindeydim. ama bu kez ne olursa olsun benden her isteneni yapmaya kararlıydım.

    çünkü hiçbir iş yarım yamalak gitmiyordu. çünkü sağlıklı, yürekli, inançlı, zeki ve dürüst olmalıydınız. eğer sağlıksızsanız geri kalanlar hiçbir şeye yetmiyordu.

    hastanede kafamda film şeridi gibi birçok şey geçti. bazen gülümsediysem de, çoğu zaman ağlamaklı olduğumu itiraf ederim. her şeyden önce şunu düşündüm. kendi kendime:

    ‘‘oğlum dedim, sen her zaman en iyisini yapmayı düşündün. ama son zamanlarda çok büyük hatalar da yaptın. mesela son yazımda ‘pnömoni' yerine ‘tinomoni' yazıldı. herkes kimbilir benim nasıl bir tıp cahili olduğumu düşünmüştür. kendi tutulduğu hastalığın adını bile bilmiyor demiştir.’’

    sonra şunu düşündüm. bunlar nihayet hatadır ve önlerine asla geçilemiyor. çünkü insan hatalardan oluşuyor ve bu yüzdendir ki ‘‘errare humanum est’’ denilmiştir.

    insan oluşumuzun en güzel tarafı, sürekli hata yapmamız değil midir?

    dün sabah bana ‘‘bronkoskopi’’ yapıldı. ayıldığımda çevremde yüzleri gülen insanlar gördüm. bronkoskopi burundan içeriye kameralı bir hortum sokularak akciğerlerin taranmasıydı. sonuç, bende sadece iki taraflı zatürree olduğu, başkaca herhangi bir patalojik durumun bulunmadığıydı.

    buna ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. eğer aksi çıksaydı, uzunca bir süre sizlerden ayrılmak zorunda kalacaktım. varoluşumu hissedebildiğim yazılarımdan ayrılmak zorunda kalacaktım.

    benim bir tek korumam vardır. o da allah'tır. ona bir kez daha hamd ve dua ettim.

    bence bunu hiçkimse ihmal etmemeli.’’
  • ebru şimşek'in ifadesine göre adnan oktar'ın tehditlerle mahkemelerde, mecliste cirit attığı dönemde oktar aleyhine yazı yazarak, dönemin fatih altaylı ile birlikte tek doğru dürüst gazetecilik tavrını göstermiş vicdanlı gazeteci.
  • annesini doğumundan iki saat sora yitirir. öksüz doğar. büyükbabası dört yaşındayken göçer dünyadan. kalır babaannesi ile. gökmen 11 yasına kadar annesi bilir melek hanımı.
    bazen sorar köşesinde ‘ya melek hanım olmasaydı? melek hanımlar’ diye. ardından paylaşır ‘çocukluğunu’ kuytularını okuruyla:
    “eğer ‘turunç reçelini özledim’ diye yazdıktan sonra postadan kavanoz kavanoz turunç reçeli geliyorsa, bu soru sorulmaya değerdir. melek hanım iyi ki vardı ve hepimizin bir melek hanım’ı mutlaka vardır.”
  • sari sachli guzel bayan i
    analitik gs incelemeleri
    ve o
  • cizgisini ancak omer ural'in yakalayabildigi spor yazari.
  • "ne hasta bekler sabahi/ ne taze oluyu mezar/ ne de seytan bir gunahi/ seni
    bekledigim kadar..." diye yazmistin son yazinda. yine, "benim tek korumam vardir. o da allah`tir. ona bir kez daha hamd ve dua ettim. bence bunu kimse ihmal
    etmemeli..." diye bitirmistin.
    aramizdan gocup gittigini bilmeden yazdigim e-mailimde senin icin su siiri eklemistim:
    "benim adim insanlarin hizasina yazilmistir.
    her gun yepyeni ruyalarla odenebilen bir ceza bu.
    keske yagmuru cagiracak kadar guzel olmasaydim
    olum ve acilar catsaydi beni
    dusuncem yapma cicekler kadar gosterisli ve parlak
    sozlerim ihanete varacak dogrulukta olsaydi.
    anmaya gucum yetseydi de konussaydim
    diri-gergin kaslari konussaydim
    "kardesler!" deseydim "kardeslerim!"
    "bakin yaklasiyor yaklasmakta olan
    "bakin yaklasiyor yaklasmakta olan
    "bakin yaklasiyor..."
    yazik, sairler kadar cesur degilim
    cocuklarin usudukleri anlasiliyor butun yasadiklarimdan
    govdem kuduz yarasalarla birazcik yatisiyor.

    benim govdem yillar boyu sevmekle tarazlandi
    oyle bir calimlarla gecenin citlerinden atlardim
    bir gunes sayardim kendimi denizin karsisinda
    cunku cam kokularina surtunup agirlasan ruhlarin
    inanmazdim dosyalara sigacagina
    gittikce isildardim dukkanlar kararirken
    huznun o beyaz etrafina sakallarim batardi.

    benim adim bilinen cevaplarin ustune muhurlenmis
    ellerim tutsulenmis
    evlerin yeni yikanmis serin tasliklarinda
    dirgenler, bakraclar, tornavidalar
    bende kul, bende kanat, bende gizem birakmadilar
    ve icinden bir basagrisi gibi cinlamaktansa
    govdem acik bir hedef kilindi belalara.
    ve bu yuzden yakisiksiz oluyor
    insanlari hummali baharlar olarak tanimlamak
    ve bu yuzden gogsumde dakikalar
    ince parmaklar halinde geziniyor
    konvoylar geciyor meselikler arasindan
    bir yaprak kapatiyorum hayatimin nemli taraflarina
    olumden anlayan, ciddi bir yaprak
    unutulacak diyorum, iyice unutulsun
    neden buyuk irmaklardan bile heyecanliydi
    karli bir gece vakti bir dostu uyandirmak."

    mekanin cennet olsun benim
    sevgili abim, dostum!...
  • en buyuk aski galatasaray'in kopenhag'da uefa kupasini aldigini gormeye omru vefa etmeyen gs'li yazar.
hesabın var mı? giriş yap