• hani su 'bir kitap okudum, hayatim degisti' klise cümlesi vardir ya, iste o cümleyi icini doldura doldura söylememi saglayan filmdir. kücük bir farkla tabii; ben bir film izledim ve 'hayatim degisti'.

    aslinda hikayem cogu lgbt bireyle paralellik gösteriyor. kücüklükten itibaren icimdeki duygularla mücadele etme, bastirma cabasi ve bu duygular yüzünden pesimi bir an olsun birakmayan sucluluk duygusu; aile icinde veya okul ortaminda her an beni incitecek bir söz, kinaye, alayci laf duyabilirim korkusuyla sürekli diken üstünde olma hali; yeni bir ortama girince veya yeni insanlarla tanisinca o asina oldugum tavirlara maruz kalmamak icin olmadigim biri gibi davranma, mümkün mertebe az konusma; konusurken de agzimin ucuyla konusma egilimi, üniversiteye girdigim yil zordan da olsa karsi cinsten sevgili yapma cabam vs vs...bu bahsettiklerim hakkinda bu sözlükte yüzlerce, binlerce entry vardir eminim, onun icin cok fazla ayrintiya girmeden bu kadarlik bir girizgahin yeterli olacagini düsünüyorum.

    21 yasinda, üniversite ücüncü siniftaydim. bir gün dersim erken bitmisti; aksamin gec saatinde de antrenmanim vardi yine kampüste. firsat bu firsat diyip cok eskiyen spor ayakkabimin yerine yenisini almak icin atladim dolmusa ankamalla gittim. önce yemek katina ciktim bir seyler yemek icin. sinemalarin önünden gecerken bir baktim salonlarin birinde 'brokeback mountain' oynuyor...tam net hatirlamiyorum ama öncesinde sagdan soldan birkac yorum duymustum sanirim film hakkinda. ulan dedim, ne ayakmis bu...vaktim de bol ya, ani bir kararla aldim biletimi, sifir beklentiyle oturdum izlemeye koyuldum filmi.

    film bitti, ben ciktim. alacagim spor ayakkabi icin birkac dükkan gezdikten sonra buldum nihayet istedigim gibi bir sey, aldim. sonra atladim bir dolmusa, kampüse döndüm. ama tuhaf sey; sanki bütün sesler boguklasmis gibiydi. uzaklardan duyuyordum sanki sagimdan solundan gecen insanlarin, arabalarin sesini. sadece sesler degil, görüntüler de bulaniklasmisti. dis dünyayla arama kalin, camdan bir paravan cekilmisti adeta. aksam antrenman saati geldi, gec vakte kadar yine mac yaptik arkadaslarla. görünüste her sey normaldi ama yok, olmadigini hissediyordum. ne olup bittigine dair en ufak bir fikrim yok bu arada; acayip bir enayilik, donukluk var üstümde, bir tek onu biliyorum.

    aradan bir hafta gecti. ve ben tam bir hafta sonra kendimi, bu sefer baska bir sinema salonunda, yine bu filmi izlerken buldum. inanin nasil karar verdim, ne zaman gittim, hic bilmiyorum. sadece cikista yine o tuhaf his, onu cok net hatirliyorum.

    bir seyi farketmistim ama artik: üstümdeki anlam veremedigim bu tuhafligin sebebi bu filmdi. ben filmde kendi bugünümü ve gelecegimi izliyordum. ayni icine icine konusma sekli, ayni kendinden emin olmayan cekingen tavirlar, ayni 'herkes beni izliyor' hissi, ayni 'bir seyi düzeltemezsen ona katlanirsin' tevekkülü...adimi degistirmislerdi sadece; 'ennis del mar' yapmislardi. bu gercek bir balyoz gibi iniverdi kafama. ve bu hadiseden önce aylarca, hatta belki senelerce hic aglamayan ben nihayet aglamaya basladim. günlerce agladim, agladim...zihnimdeki 21 yil boyunca ic ice gecip kaskati olmus dügümler eriyip cözülmeye basladi ve adeta yesil renkli bir zehir gibi günlerce akti gözlerimden...bir taraftan da ücüncü siniftayim; lisansin en civcivli dönemi, gecmem gereken birbirinden agir sinavlar, dersler var. binbir gayretle, kendimi zorlaya zorlaya actigim ders kitabina gözyaslarimin pit pit düstügünü hatirliyorum. yahu ankara-istanbul yolunda bolu dagi'ndaki varan tesislerinde durmusuz, alt tarafi bir domates corbasi isteyecegim, garson sirf kibar bir sesle 'buyrun efendim, ne arzu edersiniz?' dedi diye gözleri sulanir mi insanin? sulanirmis meger...

    derken bu akut aglama dönemi bitti. tabiri caizse önce dibe vurdum ve sonra yavas yavas yüzeye cikmaya basladim. beynimde bir ses, avazi ciktigi kadar bagiriyordu sürekli: "ben onun gibi olmayacagim! ben ennis del mar olmayacagim! bana ait olmayan, ödünc bir yasami idareten sürdürüp onun yasina geldigimde pismanliklarla kivranmayacagim!"

    ondan sonraki sürecte neler yasadigimi detaylariyla anlatmama gerek yok. önce aileme, sonra da cok sevdigim kuzenime acildim. gerisi de geldi sonrasinda...hayatimin kontrolünü nihayet elime aldigimi hissediyordum. öncelikle su fikri benimsedim: diger insanlar benden ne daha üstündü, ne de asagi. cinsel kimligimi ne kisiligimin önüne koymaliydim, ne de onu saklamak icin cabalamaliydim. onunla ne övünmeliydim, ne de ondan utanmaliydim. gecirdigim bu fikirsel dönüsümden sonra platonik aska da düstüm, aci da cektim, yillar süren iliskim de oldu, hatta sevgilimle kalkip yurt disina da tasindim...sevdim, sevistim; hazzin da, acinin da katmerlisini yasadim. herkes gibi, hepimiz gibi yasadim iste; sucluluk, korku, endise duymadan. sadece cinsellik/özel hayati da kapsamiyor bu dediklerim; kontrolü o gün bugündür
    hayatimin hicbir alaninda birakmadim ben. ne istediysem kararlilikla, dirayetle, kim ne der, ne düsünür diye umursamadan pesinden gittim. yasadigim hayatin yegane söz sahibi olmaktan hic vazgecmedim yani.

    simdi neredeyse filmin sonunda ennis'in oldugu yastayim. o bana ne olmam gerektigini degil belki ama kendisiyle vücut bulmus halde ne olmamam gerektigini gösterdi ve ben 'o' olmayacagima dair kendime bir söz verdim. geriye dönüp baktigimda verdigim sözü tuttugum icin memnunum, gururluyum.

    son olarak, o gün bugündür cok kolay agliyorum. su gibi seffafim kendime karsi; hicbir duygumu gizlemeye calismiyorum :)

    not: muhtesem oyunculuk yetenegi, saglam karakteri ve örnek durusuyla kariyeri boyunca kim bilir benim gibi kac insanin hayatina dokunmus heath ledger'in anisina saygiyla...

    edit: bir cümledeki anlam bozukluğu düzeltildi.
  • şimdi öncelikle film çok güzeldi. eşcinsel hakları, aşkın cinsiyeti olmaz vs vs gibi konulara yeteri kadar değinilmiş ancaaaak; aynı senaryo kaz dağları olarak kaleme alınsa, başrollerinde aydemir akbaş ve ilyas salman oynasa, mızıka yerine kaval çalınsa, adamlar karılarından kaçıp kaçıp kaz dağında çadır kursalar yine aynı sevecenlikle, aynı anlayışla bu filmden bahsedilir miydi?
    kızlar ağızlarının suyu aka aka izlediler tabi filmi. iki tane taş adam durup durup öpüşüyor. sonra aşkın cinsiyeti olmaz bıdı bıdı. *
  • eleştirmenlerin; "yalnızlık duygusu ve yalnızlık içerisinde birisine sarılma/özlem/birliktelik" şeklinde ifade edip; her insanın yaşayabileceği bir şey; o yüzden insanlara yakın geldi diye ahkam kestiği film.

    ahkam diyorum çünkü yukarıdaki sözler her ne kadar doğru olsa da; eğer 1960'larda eşcinselseniz ve kovboy kültürünün ortasında var-olmaya çalışıyorsanız, bir araya gelip bir çiftlikte birlikte yaşayamazsınız. fark budur. eğer bu film, bir kadın ve erkek arasında geçiyor olsa idi; evlenirlerdi, başkaları ile yaptıkları çocukları kendilerinin olurdu ve biz bu film seyretmezdik. hikaye sıradanlaşırdı.

    film aslında, dolapta kalıp başka hayatlara mecbur kalmayı çok iyi anlatıyor. ama tabi; ibne kovboylar bakış açısını geçebilenler için.
  • d-smart filmi öyle bir sansürlemiş ki filmi ilk defa izleyenler için konusu şöyle:

    --- spoiler ---

    iş arayan iki kovboy çok yakın arkadaş olurlar. sonra niyeyse birden bire araları açılır. sonra tekrar arkadaş olurlar. sarışın kovboyun karısı durup dururken arıza çıkarır ve ondan boşanır. iki kovboy tekrar küserler. barışamadan diğeri ölür.
    --- spoiler ---

    15 yıl sonra bir daha izledim. ilk izlediğimde ağlamıştım. dün mal mal izledim. sevişme sahnesini geçtim, öpüşme sahneleri bile çıkartılmış.

    götünüz yemiyor, başıma bişey gelir diye korkuyorsanız yayınlamayın bu filmi, sevgili d-smartçılar.
  • --- spoiler ---

    "tell you what: truth is... sometimes i miss you so much i can hardly stand it."

    --- spoiler ---
  • eğer heath ledger öldükten sonra izlediyseniz bu filmi, daha da üzülürsünüz.
  • ilk defa izlediğim ve az önce biten film. ismi çok sıkıcı geldiğinden izlememiştim ve bu gece daha da sıkılamam herhalde deyip izledim.

    --- spoiler ---

    şimdi başta anlamadığım bir durum var. bu adamlar hangi ara birbirlerinden hoşlandı? ben o kısmı kaçırdım sanırım çünkü filmde daha çok yalnızlıktan ve ihtiyaçtan birbirlerine yaklaşmışlar gibi duruyor. 2. gece duygusallık görebiliyoruz ancak. ha erkek erkeğe duygusallık anca böyle oluyorsa tamam, ona lafım yok ama gerçekten ne ara bunlar bir anda yiyişecek hale geldi? sanki şey gibi olmuş. "tamam, izlemeden önce biliyordunuz. bunlar sevgili olacak. o yüzden ilk faslı es geçip direkt yatağa attık biz bunları! gevelemenin alemi yok!" der gibi. neyse.

    ennis'in eşi çok sıkıcı biri. gerçekten. ama üzüldüm tabii. aldatıldığını baya kötü öğrendi. yazık.

    başlangıçtan jack'in ani ölümüne kadar genelde jack'e üzüldüm ben. ennis'e de üzüldüm yapayalnız bir hayatı var jack yokken ama sanki en çok jack özlüyor gibiydi. ölümüne de başta inanmadım açıkçası çünkü karısı acayip soğukkanlıydı. sanki jack'in kendisini aldattığını öğrenmiş de bir yere kapamış, ne bileyim öyle şeyler işte... ancak ennis ailenin yanına gittiğinde ve boş odaya girdiğinde inandım da "hassiktir valla ölmüş." dedim. işte bu ana kadar da niye herkes ağladım diyor anlamamıştım çünkü bende gram göz dolması yoktu.

    gömleğin o köşeden çıktığı sahneye kadar insanların neden ağladığını anlamamıştım. evet çok üzücü ama o ana kadar etki etmemişti. ama o andan sonra en hızlı ağlamaya başlama rekorumu kırdım sanırım. yani bu kadar çabuk hüngür hüngür ağlamaya başladığımı inanın hatırlamıyorum. ne duygu yüklü bir sahnedir o. üstündeki 20 yıllık kan izleriyle iki gömlek üst üste saklanmış. birbirlerine sarılır gibi. ve muhtemelen ara sıra sarılmak ve koklamak için. o an jack'in duyduğu özlemi bir anda tamamen içinde hissediyor insan. 20 yılın ne kadar da boş geçtiğini anlıyor herkes*. ilk yazın tüm 20 yılın en iyisi olduğunu. fena, çok fena.

    --- spoiler ---
  • türkiye'de (avcılar'da edit. çengelköy'de de görülmüş) korsan satıcılarda 'ibne kovboylar' çevirisiyle korsanı görülmüştür..
    yurdum insanı mı dersin, korsan satıcılarla hödö mü dersin, berbat çeviriler mi dersin, yer yarılsa da dibine mi geçsem dersin.. ama.. benim bittiğim an budur sedat abi.. bu nassıl bir naifliktir! ey korsancı kardeş sorarım sana.
  • herseyi biraktim bence bir suru oyuncu icin hayat degistirici bir manasi olan bir filmdi. dawson's creek'teki michelle williams ilk defa oyle mainstream bir filmde oynuyor, keza disney yapimlarindan disney yapimlarina kosan anne hathaway de ayni sekilde ilk defa dogru duzgun bir filmde, coluk cocuk rolunde degil, kadin rolunde oynuyor. scooby doo tadinda filmlerdeki linda cardellini de mainstreamdeki lolipop filmlerinden sonra bu filmde parliyor. o yuzden her oyuncusuyla teker teker dokunmus islenmis bir filmdi.

    ayrica "bu filme odul veren escinsel sempatizanidir oeeooo!!!" gibi tezleri cok anlamsiz buldugumu da belirtmeden gecemeyecegim, film bir escinsel filmi degil, bir "ask" filmiydi. ve asil nokta da oydu sanki. filmin icindeki bir erkegi alip yerine kadin yerlestirildiginde bir kac kucuk nuans disinda hic bir sey degismeyecegine ve ayni etkiyi verebilecegine inaniyorum ben. ama escinselligin toplum gozundeki yeri yuzunden yani aynen bu "film escinsel filmiydi abiee" tarzi tepkileri veren ayni tip insanlar yuzunden hikaye cok daha etkileyici ve cok daha vurucuydu, o kadar.
  • turkiyede sadece yedi ilde gosterime girmis bu film. escinsellik filmi filan demek buyuk bir strateji hatasi. oysaki filmin reklami "ibne amerikalilarin gercek yuzu, bunlarin hepsi top oolum vurduruyolar" seklinde yapilsaydi, kurtlar vadisini filan kesin sollardi.
hesabın var mı? giriş yap