• kendini yere atıp yeri ıskalamak....
    (bkz: her otostopcunun galaksi rehberi)
  • yer çekiminin yetmemesi. bir de aerodinamik var. havayı iyi kullanırsan diyor, uçarsın. tonluk demirden uçak bile uçar. ama yeterince küçüksen, aerodinamik bilmene çok gerek kalmaz. ters dönen kelebekli şemsiye yeter.

    yeterince küçüktüm. birinci sınıftaydım. ören bayan dantel yakalığım vardı. okumayı zaten bildiğim için öğretmenim beni çok severdi. öğretmenler zaten öğretecek şeylerinin olmadığı, zaten bilen, zaten çalışan çocukları severlerdi hep. bir metrelik tahta cetvellerden vardı öğretmende. tahtayı çizgili yapıp o çizgilerin arasına yazı yazmak ve yaramazlık yapanların ellerine vurmak için kullanılırdı ve sanırım ülkeye gelen ilk cetvel kolisinden çıkmıştı. o güne gelene kadar kararmış, milimetre çizgileri dökülmüş, kenarları tırtıklanmış ve tükenmez kalemle üstü karalanmıştı.

    ben altı yaşında okula başladım ve altı yaşında o cetvelle aynı boydaydım. öğretmenim beni zaman zaman öğretmenler odasına çağırıp, elli yaşındaki bir metrelik cetveli yanıma dikerek aynı boyda olduğumuzu gösterirdi arkadaşlarına. gülüşürlerdi. şimdinin feysbuk videosu izletme olayı gibi bir eylem. sonra kafama pat pat vurup sevecen bir hareketle yollarlardı. belli ki şirin buluyorlardı beni ama o zamanlar anlamazdım neden gülüştüklerini, neler olduğunu. çok utangaçtım. pancar gibi kızarıp ilgi odağı, konu objesi olduğum o anın bitmesi için saniyeleri sayardım. zaman dev bir saatmiş de, yelkovanı bana ittiriyorlarmış gibi, ter içinde kalırdım ama zaman çok yavaş geçerdi. çünkü, dediğim gibi, çok küçüktüm.

    neyse ki her şey de çok küçüktü. okulumuz, evimiz, mahallemiz, elma ağaçları. küçük bir ilçede yaşıyorduk. bunaltıcı bir romanda olsa, adı ş... diye geçecek bir ilçede. ama bir roman değil bunaltıcı bir hayattı yaşadığımız ve ilçenin adı geçse geçse dertli bir türküde geçebilirdi. ve o sene, birinci sınıfın ilkbaharında öyle bir fırtına çıktı ki, o akşam okulun çatısı uçtu, elma ağaçlarının dalları kırıldı, mahalleyi ve bizim evin bodrumunu sel bastı. o kadar yağmuru, rüzgarı kaldıramadık.

    işte o gün okuldan dönerken, fırtına yeni başlıyordu. elimde beyaz üstüne sarılı yeşilli kelebekler ve açık mavi çiçekler olan şemsiyem, zor yürüyordum. aniden şemsiyem ters döndü, iki elimle sıkı sıkı tutup gözlerimi kapadım. ve uçtum. korku ve dehşetle mutluluğun buluştuğu noktaya kadar uçtum.

    ve çamurların içine düştüm! aklımdan üç kısa cümle geçti:

    " uçtum! önlüğüm çamur oldu. annem kızacak. "
  • uçmak: cennet
  • uçmak, ölümdür çünkü ruhun simgesi kuştur...

    eski türklerde ölümden bahsedilirken en çok ruhun uçtuğundan hatta kuş olup uçtuğundan söz edilirdi. zira mitolojik dikotomiye göre tamu nasıl yeraltıyla ilişkilendirilmişse uçmağ de göklerde olmalıydı.

    aslında uçma fikri büyük dinlerde ifade edildiği gibi tam bir cennet anlayışını dile getirmemekle birlikte ruhların yaşanılan yerden göğe yükseldigini ifade ederdi.

    (bkz: eski türklerde ölüm olgusu/@ay hatun)

    bu ölüm halinde uçma olayını biraz daha açalım,

    türk mitolojisi çinlilerin yin yang düşüncesine benzer şekilde karang/karanlık, yaruk/aydınlık dikotomisi üzerine kuruluydu. emel esin, eski bir türkçe metinde geçen isig öz/sıcak ruh ile et öz/vücut kavramlarının da buna karşılık gelebileceğini söyler. yani ruh kendi ilkesi olan yeraltına giderken, isig öz buhar olup (ya da kuş olup) göğe uçuyordu.

    yakutlarda da ölüm zamanı, ruhun bedeni terk edip kuş şekline girdiğine ve kainatı kaplayan dünya ağacı'nın budaklarına kadar uçup oturduğuna inanılırdı.

    bu inanç orhun yazıtları'nda da karşımıza çıkar.

    "...uça bardıgız tengride tirigdekiçe /uçup gittiniz, gökte dirilircesine"

    (kül tigin abidesi, güney doğu
    talat tekin, gökte dirilircesine kısmını, göklerde de hayattaki gibi olasınız diye tercüme eder)

    "bunca kazanıp kangım kağan it yılının onuncu ayının altı otuzda uça bardı."

    (bilge kağan abidesi, güney)

    " şamanizmde cennet/uçmağ/uçmak ışık dolu bir alemdir ve yeraltındaki tamu’nun zıttı olarak göklerdedir.
    zira türk mitolojisinde her şey birbirinin hem zıttı hem de tamamlayıcısıdır."

    (bkz: türk mitolojisinde ışık/@ay hatun)

    "mitlerde, destanlarda gördüğümüz ölümsüzlük ya da ölümsüzlük arayışı ise aynı zamanda kişideki olağanüstülüğün de bir göstergesiydi, tamam insanlar uça bardığı zaman ruhları gene ölümsüzdü ama kahramanların ölümsüzlüğü biraz daha ilahi/sakral bir ölümsüzlüktü."

    (bkz: ölümsüzlük/@ay hatun)

    türklerin şaman törenlerinde, şamanın suretine girdiği hayvanlardan biri de kuştu. bu nedenle şamanlar, törenlerde kuş şekli verilmiş bir nesneyle (bir çeşit töz?) uçma taklidi yapar ve kuş sesleri çıkartırlardı. bu durum şamanın kuşların dilini bildiğinin ve onlarla bağlantı kurabildiğinin göstergesiydi. (şaman kıyafetlerinde de malum kuş figürü çok kullanılır. gaga şeklinde şapkalar, kanatları sembolize eden püsküller vs)

    özellikle yakutlarda şaman, davulunu çalmaya başladığında yedi gök katında uçarak dolaşmaya başladığına inanırlardı.

    "şaman birkaç ruha hitabederek ilâhiler okuduktan sonra tahnit edilmiş kaza binerek göklere doğru uçmayı temsil eder ve kaza hitaben: 'ak ayazın önünden, ak bulutun üstünden gök ayazın önünden, gök bulutun üstünden gök tanrıya doğru git' der. kaz da ona güya cevap verir. bu, kurbanlık hayvanın görünmeyen canını avlama törenidir. epeyce uğraştıktan sonra hayvanın canı yakalanır. şamana binek vazifesini gören kaz da uçup gider (yani uçtuğu temsil edilir)."
    (abdülkadir inan - tarihte ve bugün şamanizm)

    altay yaratılış destanı'nın günümüze ulaşan iki derlemesi her ne kadar farklılıklar gösterse de (vasili ivanoviç verbitski ve wilhelm radloff derlemeleri) her ikisinde de her şey suyla başlar. her şeyin başlangıcında ülgen veya kuday tanrı, uçsuz bucaksız suyun üzerinde sürekli olarak uçarlar ve uçmaktan yoruldukları zamansa konacak bir yer ararlar;

    "dünya bir deniz idi, ne göl vardı ne bir yer,
    uçsuz bucaksız, sonsuz sular içreydi her yer,
    tanrı ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak,
    uçuyor arıyordu katı bir yer, bir bucak"
    (altay yaratılış destanı, verbitski derlemesi)

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    yaşar çoruhlu - türk mitolojisinin abc'si
    bahaeddin ögel - türk mitolojisi
  • öğretil(e)meyen eylem. ya uçarsın ya da uçamazsın. öğretilen, uçmaya hazırlanmaktır.

    hangi kuş yavrusuna uçmayı öğretti?

    uçmak öğretilmez. zira uçarken ne tutabilirsin ne de tutunabilirsin.
    uçmak yalnız yapılır. yanyana uçanlar da kendi ayaklarını kendileri tek başlarına yerden kesmişlerdir ne de olsa.
  • eski türk inançlarında, iyi insanların gittiği, göğün 3 ila 7. katları arasında bulunan yer; islamiyetteki cennet'in şamanizmdeki karşılığı.
    (not: bulunduğu gök katı, değişik toplumlarda değişik değişik sayılar olarak geçmekte, kesinlik yok)
  • uçmak (nesne almayan fiil)

    1 . (kuş, kanatlı böcek vb. için) hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak:
    2 . (uçak vb. için) özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak.
    3 . gaz veya buhar durumuna geçmek.
    4 . solarak yok olmak:
    "rengi birdenbire uçtu."
    5 . (şaka yollu) aşırılmak.
    6 . rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek.
    7 . yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak.
    8 . (mecaz) çok sevinmek.
    9 . yok olmak, ortadan kaybolmak:
    "bütün kararları uçmuştu.yüzünde iradesiz hatlar belirdi."
    10 . belirmek:
    "sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu."
    11 . patlayıcı madde ile parçalanmak.
    12 . uçar gibi dalgalanmak:
    "elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor."
    13 . çok hızlı gitmek:
    "hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey: uçar bu bizim külüstür."
    14 . hava yolu ile gitmek.
    15 . (dinî inanışa göre) ruh ölümden sonra göğe yükselmek.
    16 . (argo söz) keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek.
  • hemen hemen tüm çocukların en büyük hayali buydu. ondan sebep bir koltuktan diğerine atlıyorduk deli gibi. bir defasında çok pis düşmüştüm. kesin bir yerim kırılmıştır diye düşündüm. sonra baktım hiçbir şey olmamış. çok şaşırmıştım. halen çok şaşırıyorum. yeri gelmişken diyeyim dedim. yine koltuk tepelerinde uçmaya devam ettim. pek çoğumuz gibi benim de en büyük hayalim uçmak. kanatsız, aletsiz edevatsız uçmak. fekat şu hayattaki en büyük korkum da yükseklik. bizim ev 5. katta. camdan aşağı bakamıyorum bile. bazen sepet salmak zorunda kalıyorum. pencereden 2 metre uzaklaşıp langır lungur salıyorum sepeti. tak tuk aşağı katların camına vura vura indiriyorum aşağı. yukarı çekerken başka dert. takılıyor gelmiyor namussuz.

    hayallerimizle korkularımızın bu kadar çelişmesi beni çok sinirlendiriyor. bir tane beynim var. üstelik bildiğim kadarıyla bedava. bu tek beynim neden aynı anda iki zıt isteği barındırıyor bünyesinde. çünkü çok saçma. uçmak isteyip yüksekten korkmak nedir amına koyim. bak yine çok sinirlendim. tamam geçti.

    demin greyfurt soydum yedim. kafam kadardı. çeyreğini ancak yiyebildim. tadı iğrençti. bunun da konuyla bir alakası yok gerçi. diyeyim dedim. konuya dönecek olursak; saçma sapan hayaller kurmayın. birazcık gerçekçi olun. korkmadan hayal kurun. ya da efendi gibi korkularınızla yaşayın.
  • cennet anlamında yunus emrenin kullandığı sözcük. örnek:

    "gözüm seni görmek için elim sana ermek için
    bu gün canım yolda kodum yarın seni bulmak için

    bu gün canım yolda koyam yarın ivazın veresin
    arz eyleme uçmağını hiç arzum yok uçmak için "
    (aşkın beni - yunus emre)
hesabın var mı? giriş yap